Avrupa kıtası zaten uzun süredir kansız, kalan ekonomik büyüme neredeyse sıfıra yaklaşmış durumda; Almanya'nın sanayi devinin bile tökezlediği görülüyor. Dinamizm kayboldu; yerini acı verici bağımlılıklar aldı: Avrupa'nın teknolojisi Amerika'dan, kritik mineralleri Çin'den geliyor.
2014 yılında Avrupa Birliği, ekonomik büyüklük açısından hâlâ "ABD ile aynı ligdeyim" duygusunu taşıyabiliyordu. O yıl AB'nin nominal GSYH'si yaklaşık 17,5 trilyon dolar, ABD'nin GSYH'si 17,6 trilyon dolar, Çin'in GSYH'si ise 10,5 trilyon dolar seviyesindeydi. Yani Avrupa ile ABD neredeyse başa baş giderken, Çin henüz bu iki aktörün belirgin biçimde gerisindeydi. Aradan geçen on bir yılda tablo köklü biçimde değişti. 2025 itibarıyla ABD ekonomisi yaklaşık 30 trilyon dolar seviyesine ulaşarak küresel liderliğini açık ara pekiştirdi. Çin aynı dönemde GSYH'sini yaklaşık 19–19,5 trilyon dolar bandına taşıyarak Avrupa'yı yakaladı ve bazı ölçütlerde geride bırakma noktasına geldi.
Avrupa Birliği ise 2025'te yaklaşık 19,5 trilyon dolar civarında kalarak, 2014'e kıyasla yalnızca sınırlı bir artış gösterebildi. Bu karşılaştırma, Avrupa'nın mutlak anlamda küçülmediğini; ancak ABD'nin hızlandığı, Çin'in sıçrama yaptığı bir dönemde göreli olarak geri kaldığını ortaya koyuyor. 2014'te küresel ekonomik oyunun merkezinde olan Avrupa, 2025'e gelindiğinde ABD ile Çin arasında büyüme, teknoloji ve stratejik kapasite açısından sıkışan bir ekonomik blok görünümü veriyor.
2014'te Avrupa "ABD ile aynı ligdeyim" duygusunu hâlâ taşıyabiliyordu: küresel tedarik zincirleri daha Avrupa-merkezliydi, teknoloji bağımlılığı bugünkü kadar görünür değildi, Çin'in ölçeği bu kadar "sistem kurucu" değildi.
Bugün ise ABD teknoloji-finans-enerji bileşeninde hızlanmış, Çin ölçek ve sanayi politikasıyla alan kapatmış, AB ise parçalı karar alma ve yatırım iştahsızlığıyla arada sıkışmış görünüyor.
Bu gelişmeyi yanlış tanımlamamak gerekir. Avrupa Birliği'nin bugün kendi "Silikon Vadisi"ni üretememesi, tek başına bir çöküş kanıtı değildir; ancak teknolojik liderlikteki göreli kaybın açık bir göstergesidir. 2000'li yılların başında Avrupa, telekomünikasyon, sanayi otomasyonu ve mühendislik temelli inovasyonda ABD ile rekabet edebilen; Çin ise henüz küresel teknoloji zincirinin alt basamaklarında yer alan bir aktördü. Bugün ise tablo tersine dönmüş durumda. ABD, dijital platformlar, yapay zekâ ve yarı iletken ekosistemlerinde küresel standartları belirlerken, Çin devlet destekli sanayi politikalarıyla 5G, batarya teknolojileri ve yeşil dönüşüm alanlarında sistem kurucu bir ölçeğe ulaştı. Avrupa Birliği ise yüksek kaliteli araştırma üretmesine rağmen, bu bilgiyi ölçeklenebilir teknoloji şirketlerine ve küresel platformlara dönüştürmekte zorlanan bir yapı sergiliyor. Sorun Avrupa'nın teknoloji üretmemesi değil; ürettiği teknolojiyi küresel güç ve ekonomik kaldıraç haline getirememesi.
Brüksel'in en büyük günahı bir dönem "sorunu görmemek"ti; bugün ise en azından perde aralandı. Avrupa siyaseti, sağdan sola, merkezden popülist kanatlara kadar ortak bir cümlede buluşuyor: Kıta geriye düşüyor. Bu tür bir "gerçeğe dönüş" Avrupa tarihinde yeni değil. 1950'lerde savaş yıkımının ardından "bir daha asla" söylemiyle Avrupa bütünleşmesi doğmuş; 1970'lerde petrol krizleri refah devletini ve sanayi modelini zorlamış; 1990'larda Maastricht ve tek para, küresel rekabete karşı "Avrupa ölçeği" arayışının kurumsal cevabı olmuştu. Bugün de benzer bir kırılma anı yaşanıyor: Bu kez mesele savaş sonrası yeniden inşa değil, küresel teknolojik ve jeoekonomik yarışta yerini koruma.