15 Aralık 2024 Pazar / 14 CemaziyelAhir 1446

Libya krizinde muhtemel 3 senaryo

Prof. Dr. Ferhat Pirinççi Anadolu Ajansı için kaleme aldığı analizinde Libya krizinde karşımızda üç senaryo bulunduğunu belirterek, 'Birinci senaryo, mevcut durumun kalıcı hale gelerek Libya'nın fiilen bölünmesi. İkinci senaryo, UMH'nin veya Hafter güçlerinin sahada harekete geçerek askeri yöntemle soruna çözüm bulma girişimi ve dolayısıyla yaşanacak çatışmalar sonucunda krizin yeni bir aşamaya geçmesi. Üçüncü senaryo ise yerel aktörlere destek veren ülkelerin girişimleri sonucunda birinci ve ikinci senaryo arasında bir “ara çözüm” bulunması ve yerel taraflar açısından da kabul edilebilir bir girişimle krizin bir sonraki aşamaya yönlendirilmesi' ifadelerini kullandı.

AA29 Temmuz 2020 Çarşamba 11:45 - Güncelleme:
Libya krizinde muhtemel 3 senaryo

AA'da yer alan analiz şu şekilde:

Libya’da Türkiye destekli Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin (UMH) darbeci General Halife Hafter güçlerini geriletmesinin ardından Sirte ve Cufra’nın kimin kontrolünde kalacağına yönelik yaşanan gerginlik ve beklentiler, yerini -şimdilik- daha durağan bir döneme bıraktı. Bu dönemde taraflar sahada olası bir operasyona yönelik tahkimatlarını artırırken diğer yandan farklı taraflar arasındaki diplomatik iletişim kanalları daha önce hiç olmadığı kadar yoğun bir şekilde işliyor. Yürütülen diplomatik girişimlerde ise neredeyse bütün tarafların sıklıkla dile getirdiği iki kavram “ateşkes” ve “siyasi çözüm”. Ancak normatif açıdan kolaylıkla ifade edilebilen iki kavramın Libya’da pratikte hayata geçirilmesi bazı zorluklar içeriyor.

UMH’nin darbeci Hafter güçlerini püskürterek Sirte ve Cufra sınırına dayanması, Hafter destekçileri açısından net bir kayıp olarak değerlendirilmiş ve kaybı minimize etmek için çeşitli önlemler devreye sokulmuştu. Bu önlemlerin başında Mısır’ın açık bir şekilde Rusya’nın ise üstü örtülü bir şekilde Sirte ve Cufra’yı kırmızı çizgi ilan etmeleri; Fransa’nın UMH’ye yönelik Türkiye desteğini sınırlandırmak için diplomatik ve siyasi girişimlerde bulunması ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) diğer aktörlerle birlikte Hafter güçlerine yeni silah transferleri yer almıştı. Öte yandan UMH’nin sahada yakaladığı ivmeyi durdurmak için de Hafter ve destekçileri tarafından uluslararası arenada “ateşkes” ve “siyasi çözüm” kavramları yeniden kullanıma sokulmaya başlanmıştı.

- DİPLOMATİK GİRİŞİMLERDE TARAFLAR

Bu çerçevede Temmuz ayı içinde Libya krizinde etkili olan aktörler arasında, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının etkisine rağmen daha önce hiç olmadığı kadar yoğun ikili ve çok taraflı diplomatik görüşmeler yaşanıyor. Yürütülen müzakerelerin nasıl bir sonuç ortaya çıkaracağı net değil. Ancak Sirte ve Cufra’ya henüz bir harekât düzenlenmemiş olması, UMH’nin de krizi salt askeri yöntemlerle çözme konusunda ısrarcı olmadığının bir göstergesi.

Libya krizine ilişkin yürütülen diplomatik görüşmelerin yoğunluğundaki artışın yanı sıra bu görüşmelerde etkin olmak isteyen aktörler de oldukça fazla. Yerel aktörler açısından ele alındığında bir tarafta Birleşmiş Milletler’in (BM) tanıdığı meşru hükümet olan bütüncül yapıdaki UMH yer alırken diğer tarafta çoklu bir yapı öne çıkıyor. Zira UMH diğer devletlerle gerçekleştirdiği görüşmelerde daha ziyade Libya Devlet Yüksek Konseyi Başkanı Halid el-Mişri veya Başbakan Fayiz es-Serrac tarafından temsil ediliyor. Karşı tarafta ise meşruiyeti bulunmayan Halife Hafter ve destekçisi Tobruk Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih’in yanı sıra doğu bölgelerindeki kabile liderleri bile bazı devletlerle gerçekleştirilen diplomatik görüşmelerde yer almaya başladı. Ancak yerel aktörler Libya krizinin gidişatında önemli bir belirleyici olmakla birlikte, süreç içinde bölgesel ve küresel aktörlerin krize angajmanı kaçınılmaz bir şekilde yerel aktörlerin otonomisini sınırlandırdı. Diğer bir ifadeyle, krizin tırmanmasında veya sona ermesinde yerel aktörler temel olmakla birlikte artık tek belirleyici unsur değil.

Bu bağlamda soruna doğrudan veya dolaylı bir şekilde taraf olan ve son dönemde diplomatik girişimlerini artıran aktörlerin çabaları dikkat çekici. Son bir ay içinde Libya krizine ilişkin ikili veya çok taraflı görüşmelerde bulunan aktörler arasında Türkiye, Rusya, Mısır, BAE, Cezayir, Tunus, Almanya, İtalya, Fransa, Malta, Katar, Suudi Arabistan, ABD gibi devletler ve BM Libya Destek Misyonu bağlamında Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği (AB), Arap Birliği ve Afrika Birliği gibi uluslararası örgütler bulunuyor.

Çok sayıda olmalarına rağmen diplomatik girişimleri yürüten aktörleri, amaçları ve ortaya çıkaracakları etkiler açısından üç grupta ele almak mümkün. Birinci grupta Libya’daki krizin tırmanmasından doğrudan etkilenecek olmalarından dolayı gerilimin tırmanmasını arzu etmeyen ancak pratikte sahada gelişmeleri etkileyecek yeterli kapasitesi bulunmayan aktörler yer alıyor. Libya’nın iki komşusu Tunus ve Cezayir’in yanı sıra Malta, İtalya ve Almanya’nın da dâhil edilebileceği bu grupta her bir ülkenin kendisine özgü hassasiyeti bulunuyor. Tunus ile Cezayir, Libya’nın bölünmesi ihtimalinden ve bölgedeki istikrarsızlığın artmasından kaygı duyarken İtalya, Malta ve Almanya diğer kaygıların yanı sıra düzensiz göç başta olmak üzere istikrarsızlığın kendi ülkelerini ve AB’yi etkilemesinden kaygı duyuyor. Bu grubun bir diğer özelliği, her ne kadar açık bir şekilde deklare etmeseler de UMH’ye daha müzahir bir pozisyona sahip olmaları veya Hafter güçlerine açık bir destekte bulunmamalarıdır.

İkinci grupta krizden doğrudan etkilenecek olmalarından dolayı gerilimin tırmanmasını istemeyen ve sahadaki gelişmeler üzerinde etkisi bulunan aktörler yer alıyor. Bu grupta UMH’yi destekleyen Türkiye ve Katar gibi ülkelerin yanı sıra Hafter tarafında yer alan Rusya, BAE, Mısır, Fransa ve Suudi Arabistan gibi ülkeler bulunuyor. Bu gruptaki ülkelerin hiçbiri krizin tırmanarak Libya sınırlarını aşmasını ve dolayısıyla kendilerinin de doğrudan dâhil olacakları veya karşı karşıya gelecekleri bir çatışmaya yol açmasını arzu etmiyor.

Üçüncü grupta ise sahada yaşanan gelişmelerden “kaygı” duyan ancak bu kaygılarını ortadan kaldırmak için harekete geçmeyen veya açık bir irade ortaya koyamayan aktörler mevcut. ABD, AB ve BM’yi bu kategoride değerlendirmek mümkün. Bu grupta yer alan aktörlerden ABD ve AB’nin krizde yerel aktörlerden herhangi birine açıktan destek vermekten çekindiği ve krizin gidişatında pasif bir tutum takınarak “bekle-gör” politikası izlediği söylenebilir.

- LİBYA KRİZİNDE ÜÇ SENARYO

Sirte ve Cufra hattında kilitlenen ve son bir ayda sahanın durağan hale geldiği Libya krizindeki gelişmeler, büyük ölçüde yukarıda ikinci grupta yer verilen aktörlerin girişimleri sonucunda şekillenecek olup diğer gruplarda yer alan aktörlerin girişimleri de bu gelişmeleri destekleyici mahiyette olacaktır. Bu bağlamda Libya krizinin kısa vadedeki gidişatı açısından karşımızda üç senaryo bulunuyor.

Birinci senaryo, tarafların pozisyonlarından ödün vermemesi ancak çatışmayı da göze almaması ve bunun sonucunda mevcut durumun kalıcı hale gelerek Libya’nın fiilen bölünmesi. Bu durum, Hafter ve destekçileri açısından -deyim yerindeyse- “kârdan zarar” olarak nitelenebilecekken, meşruiyet ve moral üstünlük gibi önemli iki kazanımı olan UMH açısından kabul edilebilir nitelikte değil.

İkinci senaryo, UMH’nin veya Hafter güçlerinin sahada harekete geçerek askeri yöntemle soruna çözüm bulma girişimi ve dolayısıyla yaşanacak çatışmalar sonucunda krizin yeni bir aşamaya geçmesi. Bu noktada yerel aktörler harekete geçme konusunda sınırsız otonomiye sahip olmadığından kendilerine destek veren ülkelerin risk ve maliyet planlamaları ön plana çıkıyor.

Üçüncü senaryo ise yerel aktörlere destek veren ülkelerin girişimleri sonucunda birinci ve ikinci senaryo arasında bir “ara çözüm” bulunması ve yerel taraflar açısından da kabul edilebilir bir girişimle krizin bir sonraki aşamaya yönlendirilmesi. Libya krizinde çatışmaların düşük yoğunlukta seyretmesi ve yerel aktörleri destekleyen tarafların krizin tırmanmasını arzu etmemeleri, üçüncü senaryonun gerçekleşme ihtimalini artırıyor. Bu senaryonun gerçekleşme ihtimalinde en fazla öne çıkan gelişme, Türkiye ile Rusya arasında yürütülen müzakereler. Zira Türkiye’nin UMH lehine angajmanı açık bir şekilde deklare edilmişken, Rusya’nın Hafter lehine angajmanı da artık gölgede kalmayan bir durum. Bu bağlamda Rusya, Hafter üzerinde siyasi açıdan olmasa da askeri açıdan etkisi yadsınamaz bir aktör. Dolayısıyla Sirte-Cufra hattında Türkiye ile Rusya’nın girişimiyle ortaya konacak bir ara çözümün, en azından Libya krizindeki mevcut belirsizliği ortadan kaldırma ihtimali bulunuyor.

Bununla beraber, bu senaryonun en önemli handikabı, BAE, Fransa ve Mısır gibi aktörlerin krizin başından itibaren soruna sıfır toplamlı bir mantıkla yaklaşması ve uzlaşmaya yanaşmayan tutumudur. Son gelişmeler ışığında bu tutumlarını sürdürüp sürdürmeyecekleri ve ne kadar maliyete daha katlanabilecekleri belirsiz. Ayrıca ara çözümün Türkiye ile Rusya girişimi sonucunda sağlanması, şüphesiz Rusya’nın Libya’daki etkisini arttıran bir gelişme olacaktır. Bu durumdan kaygı duyan ABD’nin ise hâlâ net ve kapsamlı bir Libya politikası ortaya koyamaması, sadece ABD’yi değil Libya krizini ve müdahil olan aktörleri etkilemeye devam edecektir.

Sonuç olarak Libya krizinde diplomatik girişimler son bir ayda yoğunlaşsa da gerilimin tırmanmasını istemeyen ve sahadaki gelişmeler üzerinde etkisi bulunan aktörlerin krizin gidişatında daha belirleyici olacağı öngörülüyor. Mevcut durumun tırmanmaya müsait niteliği dikkate alındığında, en öne çıkan senaryo, bir ara çözüm bulunması. Ancak bu durum, krizin tamamen sona ereceği anlamına gelmemeli. Hatta böylesi bir senaryo, kalıcı ateşkesi bile sağlamayabilir.

Öte yandan Libya’daki krizin çözümünde ilerleme sağlanabilmesi ve siyasi çözüme ulaşılabilmesi için ateşkes bir ön koşul niteliğinde. Bu nedenle siyasi çözüm hedefi doğrultusunda kalıcı ateşkesin sağlanabilmesi için açık ve bağlayıcı bir irade ortaya koyulması gerekiyor. Nitekim yapılacak bir ateşkes, Hafter’e gücünü konsolide edip tekrar UMH’ye saldırması için yeni bir fırsat sunmamalı.

Dolayısıyla Libya krizinde ateşkes, siyasi çözüm sürecinin başlaması için zor ama imkânsız değil. Ancak bunun için başta Hafter destekçisi ülkeler olmak üzere bütün aktörlerin söylemin yanı sıra eyleme geçmeleri ve ahde vefa göstermeleri gerekiyor.

[Prof. Dr. Ferhat Pirinççi Bursa Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyesi ve SETA Güvenlik Çalışmaları Direktörlüğünde Kıdemli Araştırmacı olarak görev yapmakta olup Ortadoğu ve silahlanma üzerine çalışmaktadır.]