14 Aralık 2024 Cumartesi / 13 CemaziyelAhir 1446

Lübnan tarihinin en ağır krizini yaşıyor

Haziran ayı başında Lübnan'da 1850 yılından beri en ağır ekonomik krizi yaşmaya başladı. Krizini fırsata çevirmek isteyen İran Nasrallah aracılığı ile ülkeyi Tahran hakimiyetine sokmak istiyor.

AA22 Haziran 2021 Salı 18:33 - Güncelleme:
Lübnan tarihinin en ağır krizini yaşıyor

Haziran ayı başında Dünya Bankası'nın Lübnan için hazırladığı raporda[1]ülkenin 1850 yılından beri en ağır ekonomik krizi yaşadığını belirten ifadeler yer aldı. Lübnan tarihi açısından bakıldığında 1850 yılı krizlerin başlangıç noktasına işaret etmesi açısından da dikkat çekici bir özelliğe sahip. 1841 yılında Lübnan topraklarında yaşanan büyük iç çatışma, 1850 yılında farklı bir siyasi yapının doğmasına zemin hazırladı ve bölge, tarihinde ilk defa Hıristiyan ve Dürzi olmak üzere iki mezhepli bir idari yapıya sahip oldu. Bu tarihten itibaren devam eden iktidar savaşlarının yanı sıra hegemon güçlerin müdahaleleri nedeniyle ekonomik, siyasi ve kültürel krizler 19. yüzyıl boyunca ve modern Lübnan'da artarak devam etti.

İçinde bulunduğumuz dönemde ise Lübnan gerek siyasi kırılganlık gerekse de toparlanamayan ekonomisi sebebiyle karanlık bir tünele girmiş durumda. Dünya Bankası raporuna göre, Lübnan'da 2020 yılında gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYİH) 2018 yılına oranla yüzde 20 oranında azalarak, 55 milyar dolardan 33 milyar dolara geriledi ve Lübnan lirası geçtiğimiz yıl yüzde 85 oranında değer kaybetti. Raporda ayrıca, Lübnan ekonomisinin 2021 yılında yüzde 10'a yakın bir küçülmeyle karşı karşıya kalacağı kaydedilerek ülkenin dünyada yaşanan en sarsıcı ekonomik krizler arasında ilk üçe gireceği vurgusu da yapıldı. Bu istatiksel verilerin topluma yansıması ise özellikle Beyrut dışındaki şehirlerde neredeyse 24 saat boyunca süren elektrik kesintileri, uzun benzin kuyrukları, ilaç ve ekipman yetersizliği nedeniyle hastanelerin işlevsiz kalması şeklinde olurken, krizin bazı bakımlardan iç savaş döneminden daha zorlu şartlar taşıdığı ifade ediliyor. Diğer taraftan Merkez Bankası'nın tüm döviz rezervlerini tüketmesi ve temel ihtiyaçlara artık destek sağlayamayacağını belirtmesi toplumsal kargaşaya yol açarken, iç piyasadaki tekelcilik halkın yüzde 50'sinin ihtiyaçlarını karşılayamamasına ve yoksulluğa sürüklenmesine sebep oldu.

EKONOMİK KRİZİN TOPLUMSAL GÖRÜNÜMÜ

Lübnan'da yaşanan ekonomik çöküşün son zamanlardaki en görünür yansıması müzmin elektrik kesintisi sorunu. Ülkenin ana elektrik üreticisi olan Lübnan Elektrik Kurumunun (EDL) yakıt rezervinin tükenmesi nedeniyle Merkez Bankasından avans istemek zorunda kalması sorunu çıkmaza sürüklerken, uzmanlar tarafından şirketin son on yılda 34 milyar dolar harcama yapmasına rağmen tam anlamıyla elektrik sağlamadığına dair yapılan yorumlar, bir diğer müzmin sorun olan yolsuzluk tartışmalarının yeniden alevlenmesine neden oldu. Bunun yanı sıra Lübnan'ın enerji arzının yüzde 25'ini karşılayan Türk Karpowership şirketinin yaşanan ekonomik kriz nedeniyle 1,5 yıldır ödeme alamaması, borcun 100 milyon doları aşması ve Lübnan makamlarından kaynaklanan yasal tehdit nedeniyle firmaya ait iki gemiyi çekme kararı alması sağlık sektörü başta olmak üzere temel ihtiyaçların karşılanması için gerekli olan elektrik tedarikinin sekteye uğramasına yol açtı.

Ülkede Mart ayından itibaren derinleşerek devam eden krizi yansıtan bir diğer görüntü ise benzin istasyonlarında oluşan uzun kuyruklar oldu. Akaryakıt sübvansiyonunun yakında sona ereceği korkuları halihazırda arz sıkıntısı olan benzin talebini daha da artırdı, sürücüler Lübnan'daki benzin istasyonlarında uzun kuyruklar oluşturmaya başladılar. Günün erken saatlerinden itibaren istasyonlardan benzin almak için yığılan kalabalık gruplar arasında zaman zaman çıkan arbede istasyon çevrelerinde silahlı grupların da belirmesine yol açarken, Akkar'daki bir istasyonda bir gencin iki kişi tarafından açılan ateş sonucu hayatını kaybetmesi, gerginliğin ulaştığı son nokta oldu. Lübnan'da merkezi noktalarda görev yapan kolluk kuvvetlerinin artık benzin istasyonlarında da görünür olması krizin yeni bir veçhesine işaret ediyor.

Lübnan'ı yaşam şartları açısından bu derecede zorlayan koşullar, ülkedeki nüfus dengesini de olumsuz etkiliyor. İç savaşın bittiği 1990 yılından bugüne kadar yaklaşık 700 bin Lübnanlı topraklarını terk ederken, özellikle 2019 protestolarıyla birlikte başlayan çok yönlü krizler, büyük çoğunluğunu doktor, mühendis ve sanatçıların oluşturduğu 67 bin civarında Lübnanlının ülkeyi terk etmesine neden oldu. Gıda fiyatlarının yüzde 400, giyim fiyatlarının yüzde 500 arttığı Lübnan'da daha iyi yaşam koşullarına sahip olmak için ülkeden çıkan ve bir daha geri dönmeyen Lübnanlıların sayısı giderek artıyor. Siyasetin demografik dengeler üzerinde şekillendiği ve mezhep temelli parlamenter yapının değişmemesi adına yeni bir nüfus sayımının dahi yapılmadığı Lübnan için nüfus kaybı hem mezhep bloklarındaki açıkları ortaya çıkarması hem de uzun vadede ülkenin demografik dengesinin değişmesine yol açacak olması bakımından birçok riski barındırıyor.

EKONOMİK KRİZİN SİYASİ GÖRÜNÜMÜ

Lübnan'da yaşanan ekonomik krizin sebeplerini hiç şüphesiz politik hesaplar temelinde aramak gerekiyor. Hükümeti kurmakla görevlendirilen Saad Hariri'nin başarısız girişimleri nedeniyle askıya alınan görüşmeler, Meclis Başkanı Nebih Berri'nin aracılığıyla yeniden ivme kazanmış olsa da Hariri, ülkenin içinde bulunduğu kaotik durumu sözleriyle ifade etmekten daha ileri gidebilmiş değil. Öte yandan Hariri'nin elinde ekonomik krizden çıkış için Uluslararası Para Fonu'ndan (IMF) başka bir çözüm yolu bulunmuyor. Cumhurbaşkanı Mişel Avn'la Mart ayında yaptığı son görüşmenin hemen öncesinde ekonomik reformlar için IMF ile yeniden müzakerelere başlanması gerektiğini vurgulayan Hariri'ye karşılık IMF yetkilileri ise önce hükümetin kurulması, istikrarlı bir şekilde devam etmesi ve şeffaf politikalar izlemesi gerekliliği üzerinde duruyor. Beyrut patlamasından hemen önce IMF ile iplerin kopmuş olduğu hatırlandığında taraflar arasındaki bu kısır döngünün nedenleri de belirginlik kazanıyor.

Krizin küresel boyuta taşınması hususunda dikkat çekici çıkışlardan biri de Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'tan geldi. Nasrallah, Lübnan'daki yakıt krizinin İran'dan satın alarak çözülebileceğine dair sözleriyle kendi cephesinde krizi fırsata çevirmeye çalıştı. İran'ın diğer bölge ülkeleri ve küresel güçler karşısında elini güçlendirecek bu teklifin karşılık görmemesi ise Nasrallah tarafından hükümet yetkililerinin bu kararı verecek kadar "cesur" olmadıkları şeklinde lanse edildi. Ekim protestolarından hemen sonra devletin çökmesi durumunda Nasrallah'ın maaşları ödemeye devam edeceklerine dair yaptığı açıklamalar, pandemi döneminde Bekaa başta olmak üzere bazı bölgelere sunduğu tıbbi malzeme, ambulans ve test yardımları göz önünde bulundurulduğunda, Hizbullah'ın benzin meselesinde de hem sosyal gücünü hem de dış yardımda İran etkisini öne çıkarmaya çalıştığı net bir şekilde gözlemlenebilir. Bununla birlikte Hizbullah aktivizminin siyasi arenada daha farklı bir yöntem izlediği açığa çıkıyor. Nasrallah'ın, müttefiki Avn ve Hariri arasındaki siyasi tıkanıklığa dair sunduğu çözümlerden biri daha önce açık destek sunduğu Hassan Diyab hükümetinin yeniden göreve gelmesi için yaptığı teklif. Anayasaya takılan bu teklifin esasen Avn'ın Hariri'ye "Yapamıyorsan bırak" tarzındaki çağrısını da güçlendirdiği anlaşılıyor. Dolayısıyla Nasrallah'ın ekonomiye dair girişimlerde kullandığı sert üslubun siyasi arenada yumuşadığı ve daha alt perdeden seyrettiği söylenebilir.

Krizin etkilediği bir diğer konu ise Refik Hariri davasını yürüten Lahey'deki Uluslararası Lübnan Mahkemesi'nin tükenen fonu nedeniyle çalışmalarını durduracak olması. Mahkeme masraflarının yüzde 49'unu karşılayan Lübnan'ın finansal desteğini durdurması, 18 Ağustos 2020'de alınan nihai kararda suçlu bulunan Hizbullah'ın üst düzey yetkililerinden Selim Ayyaş'ın yakalanması halinde başlayacak olan yeniden yargılanma sürecini de durduracak. Mahkemenin akamete uğrayacak olması, kararı hiçbir zaman tanımayan ve Ayyaş'ı teslim etmeyen Hizbullah için bir anlam ifade etmiyor. Fakat kriz yalnızca Hariri davasının değil, Lübnan halkının, tüm yönleriyle aydınlatılmasını beklediği 4 Ağustos patlaması için yapılan uluslararası soruşturma çağrılarının da sonuçsuz kalması anlamına gelecek.

150 yıllık bir birikimin günümüzdeki bu ağır yansıması, 1850'de olduğu gibi Lübnan'a bir siyasi değişim getirir mi? Bu hususta ihtiyatlı yorumlar yapmak gerekiyorsa da Lübnan'ı sarsan ekonomik krizin, kısa vadede çözüm bulunmadığı takdirde yakın gelecekte bir toplumsal patlamaya yol açması muhtemel. Zira 2019 protestoları ve Ağustos patlamasından sonra sistemde hiçbir değişikliğin yapılmamış olması toplumsal öfkenin artmasına neden oluyor. Bu nedenle Lübnan ekonomisi böyle bir borç dağı altında çökerken, siyasetten beklediğini bulamayan Lübnanlıların yeniden sokağı harekete geçirmekten başka çareleri kalmıyor.