19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Prof. Dr. Aksoy'dan çarpıcı yorum: Rusya-Ukrayna Savaşı'nda 3 ihtimal var

Rusya'nın Ukrayna'ya karşı başlattığı işgal girişimi 5. gününe girerken, Selçuk Üniversitesi Rektörü ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Metin Aksoy, Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik saldırılarını Star Gazetesine değerlendirdi. Söz konusu krizde 3 ihtimalin olduğunu dile getiren Aksoy, “Birinci senaryo Ukrayna'nın doğusunda, kendisine (Rusya'ya) bağlı yeni bir devlet kurulmasıdır. İkinci ihtimal, Rusya'nın Ukrayna'yı tamamen işgal etmesidir. Üçüncü ihtimal ise Rusya'nın mevcut Ukrayna hükümetini düşürene kadar operasyona devam etmesidir.” ifadelerini kullandı.

Star Gazetesi28 Şubat 2022 Pazartesi 16:41 - Güncelleme:

Ukrayna'da 2014'teki Meydan olaylarının ardından, Batı yanlısı bir hükümet yönetime geldi ve Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç ülkeden kaçtı.

Rusya, Kırım'ı yasa dışı bir şekilde ilhak etti. Ukrayna'da Rus etnik kökene sahip nüfusun yoğun olarak yaşadığı Donetsk ve Luhansk bölgelerinde ayrılıkçılar sözde yönetimler ilan etti. Rusya'nın desteklediği ayrılıkçı güçlerle Ukrayna ordusu arasında kanlı çatışmalar yaşandı.

Batılı güçlerin Moskova nezdinde devreye girmesiyle 2014 ve 2015'te Minsk Anlaşmaları imzalandı. Ancak ateşkes ihlalleri sürdü. Şubat itibarıyla çatışmalarda yaklaşık 14 bin kişi hayatını kaybetti.

Rusya, 2021 sonlarında Ukrayna sınırında on binlerce asker konuşlandırmaya başlayarak dikkatleri üzerine çekti. ABD, Rusya'nın işgale hazırlandığını yinelerken, Rusya bunu reddetti. Batılı ülkeler, Rusya'yı yaptırımlar uygulamakla tehdit ederken, Moskova yönetimi, Donbas'taki ayrılıkçı yönetimleri tanıdı ve 24 Şubat'ta Ukrayna topraklarına askeri harekat başlattı.

Rus lider Vladimir Putin, amaçlarının "Kiev tarafından soykırıma maruz kalan insanları korumak, Ukrayna'yı Nazizm'den ve militarizmden arındırmak" olduğunu savunarak, Ukrayna ordusuna silah bırakma çağrısı yaptı.

Bugün ise Rus ve Ukrayna heyeti Belarus sınırındaki Gomel'de, Ukrayna genelindeki çatışmaların sona ermesi için müzakerelere başladı.

Selçuk Üniversitesi Rektörü ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Metin Aksoy, yaşanan gelişmeleri ve Rusya-Ukrayna Krizi'nin ardından gündeme gelen Montrö Boğazlar Sözleşmesi'ni Star Gazetesi'ne değerlendirdi:

"Öyle ki, Rusya Ukrayna özelindeki politikalarında insani müdahale ve koruma sorumluluğu gibi Batılı kavram ve yöntemleri kullanarak meşruiyet sağlamaya çalışmaktadır. Zira Rusya Ukrayna özelinde işgal yerine operasyon tanımı kullanmış ve geçmişte Almanya'ya uygulanan Nazilerden arındırma (de-nazification) politikasını andırır şekilde Ukrayna'daki neo-Nazilerin etkisini kırmayı hedeflediğini belirtmiştir. Benzer şekilde Rusya yürüttüğü savaş ile Donetsk ve Luhansk cumhuriyetlerindeki halkları korumayı amaçladığını ileri sürmüştür.

Tüm bu tarihsel ve politik panorama göz önüne alındığında Rusya'nın Ukrayna işgali sürecinin varabileceği üç seçenek ortaya çıkmaktadır. Bunlardan ilki Ukrayna'nın doğusunda kendisine bağlı yeni bir devlet kurulmasıdır. Nitekim Rusya'nın ayrılıkçı bölgeleri tanıması ve onların talebi üzerine Ukrayna topraklarında askeri varlık gösterdiğini ileri sürmesi bu ihtimalin gerçekleşmesinin öncüleri olarak değerlendirilebilir. İkinci olasılık Rusya'nın Ukrayna'yı tamamen işgal etmesidir. Ancak ilk olasılık ile kıyaslandığında bu olasılık Rus dış politikası ve uluslararası siyasal konjonktür nezdinde muhtemel gözükmemektedir. Zira Ukrayna'nın tamamen işgal edilmesi Ukrayna halkının tamamen Rusya karşıtı hale gelmesiyle sonuçlanabileceğinden, Putin özellikle Slavofil, Panslavist ve Avrasyacılık özelinde Slav halkının bölünmesini göze alamayacaktır.

Üçüncü olasılık ise Rusya'nın mevcut Ukrayna hükümetini düşürene kadar operasyonu devam ettirmesidir. Bu olasılık diğerlerine kıyasla daha muhtemel gözükmektedir. Zira Rusya başından itibaren Zelensky hükümetinin meşru olmadığı söylemi üzerinden hareket etmektedir. Putin'in Ukrayna ordusuna mevcut hükümeti darbe ile alaşağı etme çağırısında bulunması da bu olasılığın gerçekleşme potansiyelini arttırmaktadır.

Buraya kadar olan hususları bir araya getirerek özetlemek ve hatta daha ileri giderek politik bir projeksiyon ortaya koymak gerekirse;

İlk olarak Rusya'nın Lebansraum arayışı Batı ittifakının Chamberlain siyaseti karşılaştıkça bu iki siyaset birbirini sürekli ve karşılıklı olarak üretir bir hal almaya başlamıştır. Bir başka deyişle Rusya'nın Lebensraum arayışı Batı ittifakının Chamberlain siyasetinden cesaret almakta ve Batı ittifakının zaafları söz konusu Chamberlain siyasetini durmadan ve yeniden gündeme getirmektedir.

İkinci olarak Rusya, Ukrayna üzerinden yakın çevresinde bulunan ve Batı ittifakı kurumlarıyla işbirliğine yönelme eğilimi gösteren ülkelere de gerekli mesajı vermektedir. Öyle ki Rusya'nın saldırısı neticesinde Batı ittifakı kurumlarının içine düştüğü acziyet bu kurumların uluslararası prestijini sarsmaktadır. Benzer şekilde Rusya Ukrayna üzerinden yakın çevresindeki ülkelere "herhangi bir askeri ittifaka dahil olmanın kendilerini kurtaramayacağı" mesajını net bir şekilde vermiş olmaktadır. Nitekim, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın "NATO'ya katılmak isterlerse İsveç ve Finlandiya'ya kapılar açık" açıklamasının hemen ardından Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü bahse konu iki ülkenin NATO'ya katılmasının "sonuçları olacağı" uyarısında bulunmuştur.

Üçüncü olarak Rusya Batı ittifakı kurumlarının kendisine yönelik uygulayacağını deklare ettiği yaptırımlardan çekinmediğini göstermiştir. Zira Rusya'nın dış borcu en az olan ülkeler arasında yer alması ve sahip olduğu enerji kaynakları ekseriyeti ekonomi temelli yaptırımların Rusya için tahmin edildiği kadar da ciddi sonuçlar doğurmayacağını göstermektedir. Hatta söz konusu yaptırımların geçmişte olduğu gibi zamanla gevşetileceğine yönelik Rusya'nın taşıdığı inanç "Rusya küresel ekonomik sistemin gözden çıkarılamayacak bir parçasıdır" ifadesinde kendisini göstermektedir. Aksi durumda yani yaptırımların uzun vadede devam edeceği düşünülse bile bu durumun Rusya'yı Çin'e daha fazla yaklaştıracağı ve Batı ittifakı kurumlarının kendi elleriyle Sino-Sovyet blokunu yeniden canlandıracakları ortadadır.

Son olarak Ukrayna krizinin Türkiye'ye olan mevcut ve olası yansımaları hakkında da birkaç hususun altını çizmek gerektiği kanaatindeyim. Türkiye uluslararası siyasal sistemin prestijli üyelerinden biri olarak her zaman günümüz sisteminin temel ilkesi olan egemen eşitlik ve müdahale etmeme ilkelerini savunmuş ve devletlerin toprak bütünlüğüne saygı duyulması hususunda asla ödün vermemiştir. Dolayısıyla Türkiye'nin bugüne kadar yaşanan süreçte Rusya'nın işgal girişimine verdiği tepkiler ve yaptığı diplomasi ile diyalog çağrıları ülkemizin uluslararası siyasette güvenilebilir bir ortak olduğunu ortaya koymuştur. Türkiye'nin bu kriz kapsamında sınanacağı bir diğer nokta ise hiç şüphesiz Boğazlar meselesidir. Nitekim 2008 Rusya-Gürcistan savaşında Türkiye bu sefer Rusya'dan gelen "Montro'nün maddelerinin kati şekilde uygulanması" talebi karşısında ve ABD'nin Montrö'yü aşmaya çalışan girişimleri karşısında Boğazların egemeni bir devlet olarak anlaşmanın hükümlerini hassas şekilde uygulamıştır. Günümüzde ise talepler ve aşma girişiminde bulunan taraflar değişmiş ancak Türkiye'nin hassas pozisyonu yeniden kendisini göstermiştir. Ukrayna krizinde Montrö Sözleşmesi özelinde en çok gündeme gelen ise Ukrayna tarafından talep edilen ve savaşan devletlerin gemilerinin boğazlardan geçmesinin engellenmesini ifade eden 19. maddedir. Bu madde kapsamında Türkiye, krizi savaş olarak tanımlarsa hem Ukrayna hem de Rusya savaş gemileri boğazlardan geçemeyecektir. Öte yandan maddenin farkında olan Rusya, savaş tabirinden ziyade "operasyon" ve "özel harekat" kavramlarını kullanarak bu maddeyi by-pass etmeye çalışmaktadır. Bununla birlikte geçiş yasağına dair en önemli istisnalardan bir tanesi Karadeniz'e kıyısı olsun ya da olmasın savaşan devletlerin bağlama limanlarından ayrılan gemilerinin bağlama limanlarına dönmesine izin verilmesidir. Dolayısıyla Türkiye'nin Montrö hükümlerini kati surette ve hassasiyetle uygulaması ülkemizin uluslararası prestiji bakımından oldukça önemlidir."

Star Gazetesi