Bal arılarının durumunun iyileştiğini düşünmek kolay olabilir. Sonuçta, bal endüstrisi gelişmeye devam ediyor ve arıcılar tarafından yönetilen kovanlar dikkatle bakılıyor. Ancak tüm bal arıları insanlar tarafından kontrol edilen yapılarda yaşamaz. Avrupa'nın çeşitli bölgelerinde, ağaç oyuklarında ve doğal alanlarda yaşayan yabani bal arısı kolonileri hala mevcuttur. Bu popülasyonlar, atalarının milyonlarca yıl boyunca yaşadığı şekilde, insan müdahalesi olmadan vahşi doğada varlıklarını sürdürmeye çalışmaktadır.
Ancak bu durum değişmek üzere. IUCN Kırmızı Listesi'nin en son güncellemesine göre, Avrupa Birliği içinde yaşayan yabani bal arısı popülasyonları ilk kez resmi olarak tehlike altında kategorize edilmiştir. Bu liste, dünya çapında türlerin koruma durumlarının takip edildiği en önemli uluslararası veri tabanıdır ve bu kararlaştırma, yabani bal arılarının durumunun ne kadar ciddi olduğunu göstermektedir.
Batı bal arısinin insanlarla olan ilişkisi binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Eski Mısırlılar, bal toplamak amacıyla ilkel kovanlarda bal arılarını yetiştirmeye başlamışlardır. Bu uygulama, yüzyıllar boyunca gelişerek devam etmiştir. Ancak türün üzerinde en derin etkiyi yaratan, modern çağda hareketli kovanların icadı ve ticari tozlaştırma faaliyetleridir. Bu gelişmeler, bal arılarının yaşam biçimini kökten değiştirmiştir.
Günümüzde batı bal arısı iki farklı biçimde yaşamaktadır. Birincisi, arıcılar tarafından yönetilen ve kontrol edilen kovanlar içindeki kolonilerdir. İkincisi ise, insanlardan tamamen bağımsız olarak doğada yaşayan yabani popülasyonlardır. Her iki grup da aynı türe, Apis mellifera'ya ait olmasına rağmen, yaşam koşulları ve beklentileri tamamen farklıdır. Yönetilen arılar, insan bakımı ve müdahalesi altında yaşarken, yabani arılar kendi başlarına hayatta kalma mücadelesi vermektedir.
2000'li yıllardan itibaren, arıcılar dünya çapında yönetilen kovanlarında endişe verici kayıplar fark etmeye başlamışlardır. Bu dönem, bal arısı popülasyonlarında ciddi bir kriz döneminin başlangıcını işaret etmektedir. O zamandan bu yana, bilim insanları bu kayıpların nedenlerini araştırmak ve koloni ölümlerini azaltmak için arıcılarla yakın işbirliği içinde çalışmaktadır. Bu çabalar, türün bir bütün olarak tehdit altında olduğu genel algısını oluşturmuştur.
Ancak gerçek durum daha karmaşıktır. Yönetilen kolonilerin yüksek kayıplar yaşamaya devam etmesi doğru olsa da, bu arılar arıcılar tarafından aktif olarak bakılmakta ve araştırmacılar tarafından yakından incelenmektedir. Aynı düzeyde ilgi ve araştırma, özellikle Avrupa'da nispeten az çalışılmış olan yabani muadilleri için söz konusu değildir. Bu bilgi boşluğu, Avrupalı araştırmacıları vahşi doğada özgürce yaşayan bal arılarını incelemeye yöneltmiştir.
Araştırmacılar, İrlanda ve Birleşik Krallık genelinde, Fransa'nın ulusal parklarında, Almanya, İsviçre ve Polonya ormanlarında, İtalya'nın çeşitli bölgelerinde ve hatta Sırbistan'ın başkenti Belgrad gibi şehirlerde yabani bal arısı kolonileri belgelemiştir. Bu keşifler, yabani popülasyonların insan yardımı olmadan kendi kendini sürdürebilecek kadar güçlü olup olmadığını anlamak için detaylı inceleme yapılmasını gerekli kılmıştır.
Bu bağımsız araştırma projelerini birbirine bağlamak ve koordine etmek amacıyla, 2020 yılında Honey Bee Watch adlı küresel bir girişim kurulmuştur. Bu girişimin temel amacı, bal arılarının vahşi doğada nasıl yaşadığını ve hangi koşullarda hayatta kaldığını daha iyi anlamaktır. Bu koalisyon çerçevesinde, 14 bilim insanı ve uzman, Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN) ile işbirliği yaparak yabani bal arısı popülasyonlarının koruma durumunu yeniden değerlendirmiştir.
Araştırmacılar, yabani bal arılarını tanımlamak için geleneksel genetik yaklaşımdan farklı bir yol izlemişlerdir. Bal arıları gerçek anlamda evcilleştirilmiş hayvanlar değildir, çünkü arıcılar yönetilen ve yabani koloniler arasındaki üremesini tamamen engelleyememektedir. Bu durum, yönetilen ve yabani koloniler arasındaki genetik farklılıkların çoğu zaman bulanık ve belirsiz olmasına neden olmaktadır.
Genetik bir çizgi çizmeye çalışmak yerine, araştırmacılar IUCN'nin bal arılarıyla ilgili 'yabani' tanımını uyarlamışlardır. Bu yeni tanım, yabani bal arısı popülasyonlarını iki temel kritere dayandırmaktadır. Birincisi, bu popülasyonlar yönetim olmaksızın özgürce yaşamaktadır. İkincisi ise, yönetilen kovanlardan kaçan arılar gibi dış kaynaklardan gelen yeni kolonilere bağlı olmaksızın sayılarını bağımsız olarak sürdürebilmektedir. Genetik yerine ekoloji temelli bu yaklaşım, yabani bal arılarının koruma durumlarını çok daha doğru bir şekilde değerlendirmeyi mümkün kılmıştır.
Avrupa, yönetilen kovanların yabani popülasyonlardan çok daha fazla olduğu bir bölgedir. Bu durum, Avrupa'nın dünyadaki en düşük özgür yaşayan koloni yoğunluğuna sahip olmasını sağlamaktadır. Araştırmacıların yakın tarihli analizlerine göre, bu yabani popülasyonların sayıları hızla azalmaktadır.
Yabani bal arılarının sayılarındaki düşüş, birden fazla faktörün bir araya gelmesinin sonucudur. Habitat kaybı, istilacı parazitler, çeşitli hastalıklar ve insan aracılı melezleşme kanıtları, ortaya çıkan tablonun açık olduğunu göstermektedir: yabani bal arıları gerçekten başı dertte bulunmaktadır. Bu nedenlerle, IUCN Kırmızı Listesi durumları şimdi 'Avrupa Birliği içinde tehlike altında' olarak güncellenmiştir.
Bununla birlikte, daha geniş pan-Avrupa bölgesi için, özellikle Balkanlar, Baltık ülkeleri, İskandinavya ve doğu Avrupa gibi alanlar için yetersiz veri nedeniyle, statü 'veri yetersiz' olarak kalmıştır. Bu durum, bu bölgelerdeki yabani bal arısı popülasyonları hakkında daha fazla araştırma yapılması gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Yabani bal arılarını korumak, sadece ikonik bir türü kurtarmakla ilgili değildir. Bu çabalar, insanlığın gıda güvenliği, biyoçeşitlilik ve ekosistem sağlığı gibi temel ihtiyaçlarıyla doğrudan ilişkilidir. Vahşi doğada hayatta kalan popülasyonlar, yönetilen kovanları harap edebilecek parazitler, hastalıklar ve diğer sert çevre koşullarıyla başa çıkma yeteneğini doğal olarak geliştirmiş popülasyonlardır.
Bu yabani popülasyonlar, hem yabani hem de yönetilen arıları gelecekteki tehditlere karşı daha dirençli hale getirmeye yardımcı olabilecek hayati bir genetik rezervuar temsil etmektedir. Yabani bal arılarının sahip olduğu genetik çeşitlilik ve doğal adaptasyon mekanizmaları, iklim değişikliği ve yeni hastalıklar gibi gelecekteki zorlukların üstesinden gelmek için kritik önem taşımaktadır.
Yeni tehlike altında değerlendirmesi, yabani bal arılarının korunmaya ihtiyaç duyan yerli vahşi yaşam olduğunun resmi bir tanınmasıdır. Artık bu popülasyonları az çalışılmış ve korumasız bırakmayı göze alamayız. Avrupa'nın yabani bal arısı popülasyonlarını koruma altına alması, sadece bu türün varlığını sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda tüm ekosisteminin ve insanlığın geleceğinin korunmasına da katkı sağlayacaktır.




