Biraz gündemden kopuk olduğum bir haftanın peşinden gelmesi, biraz da final/bütünleme sınav kâğıtlarını okuma telaşında olmam sebebiyle vakitlice harekete geçemedim. Ayrıca PKK'nın silah bırakma törenini gazetecilerin de takip edebileceğini geç öğrendim. Dolayısıyla ayaklanıp ben de gitmeliyim dediğimde angajmanlar yapılmış, biletler alınmıştı. Kimi aradıysam bu saatten sonra yetişemezsin dedi. Son bir gayret İstanbul-Erbil ek seferinde son bileti almayı başardım. Ekonomi koltuğuna business fiyatı ödeyerek de olsa bilet bulmuş olmanın mutluluğuyla sonraki adımlara geçtim. Kimler var, nerede kalıyorlar, olayın gerçekleşeceği alana nasıl intikal edilecek falan derken ekiplerden birine eklenmeyi başardım.
***Bir grup gazeteci DEM Parti'nin yaptığı organizasyonla Diyarbakır'dan Cizre'ye, oradan Erbil'e karayoluyla geçmiş. Bir başka grupla doğrudan Erbil'e uçtuk. Vardığımızda artık akşamdı ve buna rağmen sıcaklık 37 dereceydi. Şehir kalabalıklaşmıştı, kaldığımız otel ertesi gün gerçekleşecek silah bırakma merasimi için konuklarla doluydu. DEM Partili yetkililer, gazeteciler ve tabii ki artık eşkâllerinden çıkardığımız istihbaratçılar.
Boyları, posları, pozları, kılık kıyafetleriyle onlar aynı bir millet gibi. Herhalde sahada en çok onlardan vardı: Türk istihbaratı, Bağdat, KDP, KYP... Hiç bu kadar çok istihbaratçının bir arada olduğu bir yerde daha önce bulunmamıştık.
***Erbil'e bu ikinci gelişim. Daha önce de yine benzer bir sebeple, 2013'te – o tarihte başlayan çözüm süreciyle alakalı, yine bir gazeteci heyetiyle birlikte temaslarda bulunmak üzere – gelmiştim. Erbil için o zaman, daha önce gelmiş olanlar "Çok değişmiş, çok" diyordu. Şimdi ben de aynı şeyi diyebilirim. 13 senede de çok değişmiş Erbil. Sayamadığım kadar çok yeni yüksek bina yapılmış; sanki yer yokmuş gibi 20-25 katlı binalar dip dibe kurulmuş. Bir de villa site modası başlamış. İçinde göl olanı mı ararsın, şelalelisini mi? Reklam panolarında Türk dizilerinin aranan starları boy gösteriyor. Çok şık restoranlar akşam 10'dan sonra dolup taşıyor. Gündüz aşırı sıcak olduğundan, hayat akşam 10'dan sonra başlıyor.
Erbil genişlemiş, yeni yerler yapılmış ama Kale'nin etrafındaki canlılık hep aynı. Güneş çekildikten sonra herkes adeta bir panayır yeri gibi. Kimi çekirdek çitliyor, kimi nargile, kimi çay-cigara-sohbet üçlüsüyle geceyi sabaha kavuşturuyor.
***Sabah 07.00'de konvoyla yola koyulacağımızdan, gecenin tadına varamadan otele döndük. Şehirdeki yoğunluğun sebebini herkes biliyor. Kiminle selamlaşsanız "Hayırlı olsun" demeyi ihmal etmiyor. KDP ve KYB yetkilileri kadar halk da sürece destek veriyor.
Sabah güneşiyle yola çıkıyoruz. Uzun bir konvoy oluşuyor. Yaklaşık 2,5 saat içimiz dışımıza gelecek şekilde sallantılı bir yolculuk yapıyoruz. Dukan adı verilen, alana en yakın yerleşim yerinde bazı gazeteci arkadaşlar canlı yayın açmak için iniyor. Çünkü alandan yayın yapmak, fotoğraf çekmek yasak.

Sanırım herkes benzer bir duygu yükü ve çeşitliliğiyle alana giriyor. O duyguyu tanımlamak zor. Hayatın normal akışı içinde pek de yan yana gelmeyen, gelmeyi tercih etmeyecek insanlar hep birlikte PKK'lıların gelmesini bekledik. Alanda büyükçe bir platform hazırlanmıştı: Bir masa ve iki mikrofon. Görüntülerde büyüklüğü belki tam olarak anlaşılmayan, oldukça geniş ağızlı bir yakma alanı; silahların seri numaralarının teslim edildiği SKT temsilcileri ve gözlemciler için kenarda bir başka masa. Girişte çay ve kahve ve atıştırmalıkların yer aldığı bir masa, tuvaletler... Her şey oldukça iyi planlanmış, elzem hiçbir şey ihmal edilmemiş.
Terör örgütü üyelerini beklerken herkes etrafı izliyor, dağlara bakıyor. Kandil'in eteklerinde değiliz ama çok muhtemel PKK'lıların zaman zaman kullandığı bir alan burası. Bir tabelada "Jasana Touristic Cave" yazıyor. Oraya herhangi birinin turist olarak gittiğini düşünmek mümkün değil tabii ki. Tabelanın okunun işaret ettiği merdivenlere bakıyoruz sıkça. Orada bir hareketlenme var mı? PKK'nın irtibatçısı olduğunu öğrendiğimiz biri, ara sıra merdivenleri çıkıp geri dönüyor.
Bu arada DEM'in eş başkanları, Cengiz Çandar, Mithat Sancar, Ahmet Türk ve Leyla Zana ön sıralarda oturuyor. O tarafa bakıyorum; zaman zaman Leyla Zana'nın gözlerinin yaşardığı görülebiliyor. Şu kalabalıkta, bugünleri en çok o mu beklemiş acaba diye geçiyor içimden.
***O anları orada birlikte geçirdiğimiz gazetecilerden birkaçı, "Bir kişi devamlı mağaraya gidip geldi, demek ki son ana kadar gelip gelmeyecekleri net değildi" şeklinde bir yorum yaptı. Oysa ortam hiç öyle değildi. Bana kalırsa ilk andan itibaren, üç dört adım ötesi garanti edilmiş bir sürece şahitlik ettik. Dolayısıyla PKK'nın silahlarını ateşe verdiği o sembolik törende de ihtimale bırakılmış hiçbir şey yoktur. Sürecin tüm dünyaya ilanı için hazırlanmış sembolik bir seremoniye şahitlik ettik.
Tek sıra halinde geldiler; kadınların başında ve en önde Bese Hozat vardı. Sahnede yerlerini aldılar. Kimi silahını omzunda tuttu, kimi yanına dikledi. Bese Hozat, yine sanırım konuyu takip eden herkesin parça parça da olsa haberdar olduğu "silahlara veda" metnini Türkçe, Behzat Çergel ise Kürtçe olarak okudu. Karşımızdaki kadınların yüzlerine baktım, güneş ve soğuk yanığı yüzlerinden yaşlarını tahmin etmekte zorlandım. Aralarında 18'den küçük olanlar da var gibiydi. Mimiksiz, donuk yüzlerle durdular öylece.
Ardından, yine tek sıra halinde silahlarını ve mermiliklerini, birazdan Bese Hozat'ın tutuşturacağı ateşliğe bıraktılar. Bu kadardı, başı sonu yarım saat. Merdivene dizilip geldikleri mağaraya geri döndüler.
Bundan sonra ne olacak, nasıl olacak? Yazacak, söyleyecek çok şey var, ama sonra... Bu yazı da böyle olsun istedim. Şahitlik ettiğimiz bu tarihi anı nasıl yaşadığımı anlatmak, kendim için de olsa buraya not düşmek istedim.
11 Temmuz 2025, Dukan, Jasana Turistik Mağarası, IKBY