26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

28 Şubat’ı dönemin tanıkları anlattı: 28 Şubat'a baktığımda, kapkaranlık bir ülke görüyorum

Tarihe postmodern darbe olarak kazınan 28 Şubat'ın üzerinden 22 yıl geçti. Türkiye’nin siyasi tarihinde kara bir leke olarak yer alan 28 Şubat’ın siyasetin yanı sıra sosyal, kültürel ve eğitim hayatına yansımalarını, karanlık dönemin tanıklarından TÜRGEV Başkanı Fatmanur Altun, ÖNDER Onursal Başkanı İbrahim Solmaz ve tiyatro sanatçısı Ulvi Alacakaptan anlattı.

TM Dijital Haber Merkezi28 Şubat 2019 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
28 Şubat’ı dönemin tanıkları anlattı: 28 Şubat'a baktığımda, kapkaranlık bir ülke görüyorum
28 Şubat 1997 tarihindeki Millî Güvenlik Kurulu’nun (MGK) ardından dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın istifasını getiren 28 Şubat dönemi, siyasetin yanı sıra sosyal ve ekonomik yaşam üzerinde derin izler bıraktı.
 
Ankara Sincan’da tankların yürütülmesi ve 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Erbakan’a “rejim konusunda endişelerini dile getirdiği” mektubu göndermesi sonrasında toplanan MGK’da alınan kararlar ve uygulamalar, Türkiye’nin siyasi, sosyal ve ekonomik yaşamına bir utanç nişanesi olarak geçti.
 
28 Şubat’ın etkilerinin Türkiye’nin sivil toplum kuruluşlarına, eğitim hayatına ve kültür yaşamına yönelik yansımalarını masaya yatıran TM Dijital Haber Merkezi, dönemin tanıklarından olan TÜRGEV Başkanı Fatmanur Altun, ÖNDER Onursal Başkanı İbrahim Solmaz ve tiyatro sanatçısı Ulvi Alacakaptan’a 28 Şubat’ı sordu.
 
“FETÖ’CÜLERİN BAŞLARINI AÇMASI, SAFLARIN DAĞILMASINA NEDEN OLDU”
 
28 Şubat kararlarının arifesinde, 1996 yılında, yasakların merkez üssü olan İstanbul Üniversitesi’nin Sosyoloji Bölümü’ne kayıt yaptırdığını anlatan TÜRGEV Başkanı Fatmanur Altun, “1997 yılında 28 Şubat kararları açıklandı. Aynı dönemde İstanbul Üniversitesi Rektörü olan Kemal Alemdaroğlu’nun başörtülüleri okuldan atacağına ilişkin dedikodular duyulmaya başlandı.” dedi.
 
Başta bu dedikodulara kimsenin inanmadığını, ancak 1997-98 öğretim yılının başında “olmaz denen şeyin olduğunu” ve Edebiyat Fakültesi hariç İstanbul Üniversitesi’nin hemen hemen bütün fakültelerinde başörtüsü eylemlerinin başladığını söyleyen Fatmanur Altun, “Başörtüsü eylemleri küçük çapta başladı. Derken, söz konusu yasak Edebiyat Fakültesi’ne de sıçradı ve eylemler o zaman büyük çaplı bir hale geldi; oturma eylemleri, ders boykotları şeklinde genişledi.” ifadelerini kullandı.
 
 
Bu eylemlerle belli bir başarı elde edilmiş olsa da sonuçların kalıcı olmadığını belirten Fatmanur Altun, “1998-99 öğretim yılının başında öğrenci kayıtlarının polis takviyesi eşliğinde yapılması ve ikna odalarının kurulması gibi uygulamalar hayata geçti. Nur Serter başta olmak üzere, İstanbul Üniversitesi’nin hocalarının bir kısmı bu ikna odalarında öğrencileri ağır psikolojik travmalara maruz bıraktı.” diye konuştu.
 
Başörtüsünü açmadığı için kayıt yaptırma şansı bulamadığını, üstelik yaşananları protesto etmek için eylem yapabilecekleri, haklarını arayabilecekleri bir zemin de kalmadığını anlatan Fatmanur Altun, “O dönem kendilerine ‘cemaat’ ve ‘hizmet’ diyen FETÖ’cüler ‘hoca’larından gelen talimatla başlarını açmaya ve etraflarına da bunu telkin etmeye başlamışlardı. Bu durum, başörtülü öğrenciler arasında da kafa karışıklığına neden olmuş ve saflar dağılmıştı.” dedi.
 
“BİR NESLİN HAYATI ÇALINMIŞ OLDU”
 
O andan sonra her öğrencinin bireysel kararını vererek yoluna devam ettiğini, fakat başını açmayı kabul etmediği için okul safahatının kendisi için kapandığını belirten Fatmanur Altun, “Bu esnada yayın dünyasına girerek bir yol çizdim ve orada kendime mütevazi bir kariyer inşa etmeye koyuldum. Redaktörlük, çevirmenlik, editörlük ve yazarlık ile 11 yıl geçirdim. Bir meslek hayatının neredeyse yarısını geride bırakmışken, AK Parti hükûmeti üniversite affı çıkardı. Ben de aftan yararlanarak fakülteme kaydımı yaptırdım.” sözlerini kullandı.
 
Fiili olarak kalkmış gibi görünen başörtüsü yasağının uygulamada hâlen devam ettirilmeye çalışıldığını ve okula döndükten sonra da büyük sıkıntılar yaşadığını anlatan Fatmanur Altun, “Neticede okulumu, bitirmem gerekenden 11 yıl sonra, dört çocuk annesi olarak, büyük fedakarlıklarla ve engellere rağmen bitirdim. Akabinde de yüksek lisansımı ve doktoramı da yaparak ilk planım olan akademiye geri döndüm. Beraber okula başladığımız arkadaşlarımızdan çok azı geri dönüp okullarını bitirebildi. Böylece bir neslin hayatı çalınmış oldu.” diye konuştu.
 
Başörtüsü zulmü ile karşılaşmasının devlet dairelerinde ve kamusal alan olarak tasnif edilen pek çok yerde de devam ettiğini belirten Fatmanur Altun, sözlerini şöyle sürdürdü:
 
“Ya hizmet alamadım ya da kötü muameleye maruz kaldım. Bu durum, başörtüsü yasağının 2015 yılında çıkarılan bir yasa ile resmen kaldırılmasına dek çeşitli şekillerde karşıma çıktı. Gezi olayları sırasında da başörtüsü alerjisinin yeniden hortladığına şahit olduğum için, bu yasal düzenlemenin ne kadar değerli olduğunu söylemeye gerek bile duymuyorum. Bugünden 28 Şubat Türkiyesi’ne baktığımda, kapkaranlık bir ülke görüyorum. Yasakların ve kitlesel horlanmanın sıradanlaştığı, acı ve üzüntü dolu bir ülke. Umarım o günlere bir daha geri dönmeyiz.”
 
“BUGÜN DEVLET MİLLETİNİ KUCAKLADI, MİLLET DEVLETİNİ BAĞRINA BASTI”
 
28 Şubat’tan günümüze Türkiye’de neler değiştiğiyle ilgili değerlendirmelerde bulunan Fatmanur Altun, “O günler ile bugünün Türkiyesi arasındaki fark siyahla beyaz arasındaki fark gibidir. Bugün yasakların kaldırıldığı, toplumun nefes aldığı bir ülkede yaşıyoruz. Dinî hayatın yaşanmasına dair devlet eliyle uygulamaya konan engeller kaldırıldı. Dinî pratikleri yasaklayan, bunları kovuşturan ve cezalandıran anlayış, devlet mekanizmalarından çıkarılıp atıldı.” dedi.
 
28 Şubat sürecinde milletin omuzlarına yüklenen yüklerin kaldırıldığını ve toplumun büyük oranda rehabilite edildiğini anlatan Fatmanur Altun, sözlerini şöyle tamamladı:
 
“Bu konuda hâlâ yapılması gerekenler olduğunu düşünmekle birlikte devletle halkın arasına konulmuş olan yüksek duvarların artık büyük oranda yıkıldığını söyleyebiliriz. Devlet milletini kucakladı. Millet devletini yeniden bağrına bastı. Millet ile devletin barıştığı bu iklimin en büyük gücümüz haline geldiğini düşünüyorum. Bu güçle 15 Temmuz darbe girişimine karşı koyabildik. Bugün karşılaştığımız meydan okumalara da yine aynı ruhla karşı koyabiliyoruz. Bütün bu olumlu uygulamaların ülkemize sağladığı en büyük faydanın bize bu gücü kazandırması olduğuna inanıyorum.”
 
“YÜZ BİNLERCE ÖĞRENCİ MAĞDUR OLDU”
 
28 Şubat’ın Türkiye’ye çok büyük acılar yaşattığını ve evlere neredeyse sosyal bir yangın getirdiğini anlatan ÖNDER Onursal Başkanı İbrahim Solmaz, dünyanın gelişmiş ülkelerinin hiçbir yerinde kesintisiz eğitim modeli bulunmadığını hatırlatarak, “İmam-hatiplerin orta kısımları, ‘kesintisiz eğitim’ denilerek kapatıldı. İmam-hatipleri kapatmak uğruna bu sistem kesintisiz olarak uygulandı. Ortaokulları kapattılar, yetmedi, üniversitelere başörtüsü yasağı getirdiler.” dedi.
 
Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) “insanların önünü açmak ve bilimsel öğrenimlerini geliştirmek konusunda katkıda bulunması gerektiğini” hatırlatan İbrahim Solmaz, “Başörtülü öğrencilerin okuma hakları ellerinden alındı ve yıllarca mağdur edildiler. İmam-hatip mezunu öğrencilere kat sayı engeli getirdiler, yüz binlerce öğrenci bu şekilde mağdur oldu.” ifadelerini kullandı.
 
28 Şubat öncesinde halkın imam-hatiplere karşı ciddi bir teveccühü bulunduğunu belirten İbrahim Solmaz, “Hatta halk tarafından yapılmış 225 tane bina bulunmaktaydı, okulları açarız diye düşünüyorduk. Fakat 28 Şubat’la beraber büyük bir sıkıntıya girdik. İmam-hatipler, millî olmayan birilerini rahatsız etti. Hatta imam-hatiplerin gelişmesini, büyümesini ve yaygınlaşmasını bir suç olarak gördüler.” diye konuştu.
 
“BUGÜN TÜRKİYE’DE DİNDARI DA DİNDAR OLMAYANI DA SORUNSUZ BİR ŞEKİLDE YAŞIYOR”
 
28 Şubat sürecinden bugüne Türkiye’de yaşanan değişimlerle ilgili bir değerlendirmede bulunan İbrahim Solmaz, “İmam-hatipler olarak mağduriyetlerimiz çok şükür giderildi; başörtülü öğrencilerin okuma imkânları tekrar getirildi, kat sayı uygulaması kalktı, öğrenciler mezun olduktan sonra kamu kurumlarında çalışmaya başladı. Dolayısıyla Türkiye’de özgürlükler geri verildi ve hak yerini bularak teslim edilmiş oldu.” dedi.
 
Türkiye’de bir daha ne 28 Şubat ne de 15 Temmuz yaşanacağını belirten İbrahim Solmaz, sözlerini şöyle tamamladı:
 
“28 Şubat zamanında darbecilerin FETÖ’yle hareket ettiğini söyledik. Hatta imam-hatipleri FETÖ’nün kendisi kapatmıştır. Bugün ülkemizde sakallısı, sakalsızı, dindarı veya dindar olmayanı sosyal hayatına sorunsuz şekilde devam etmektedir.”
 
“SIKIYÖNETİM BASKISINI SANATÇILAR DA HİSSETTİ”
 
28 Şubat sürecinde herkesin yaşadığı baskının sanat dünyasında da aynı şekilde hissedildiğini anlatan tiyatro sanatçısı Ulvi Alacakaptan, o günlerle ilgili bir anısını şu sözlerle paylaştı:
 
“Her sene Sincan’da oyun oynardık. Sincan Belediye Başkanı Bedir Yıldız tutukluydu, Başkanvekili bizleri arayarak ‘Her sene olduğu gibi bu sene de burada oyun oynamanız bizler için çok önemli’ dedi. Hiç unutmam, oyun için 10 Mayıs gününe anlaşmıştık. Oyun oynayacağımız salon, 28 Şubat’a bahane edilen Kudüs Gecesi’nin oynandığı salondu.”
 
Ortamda çok kötü bir hava olduğunu ve halkın sıkıyönetim baskısından bıkmış olduğunu hatırlatan Ulvi Alacakaptan, “Sincan’a ulaştığımızda önce iki tane sivil yanıma geldi ve oyun metnini istediler. Biz de veremeyeceğimizi söyledik. Daha sonra oyunun başlaması için zil çaldı, ikinci zil çaldı ve üçüncü zilde sahnede olacaktır. İkinci zilde Emniyet Müdürü yanımıza geldi ve ‘Oyun metnini vermiyormuşsunuz’ dedi. Biz yine veremeyeceğimizi söyledik. ‘Nasıl vermezsiniz, askerler istiyor’ dedi. Başkanvekili de bize ‘idare edin’ der gibi bakıyordu. Oyuna mani olsalardı o gün çok kötü şeyler yaşanabilirdi. Çünkü seyirci, oyun izlemeye gelmişti.” diye konuştu.
 
O dönemlerde askerlerin istediği bakanlığa girip istedikleri dolapları karıştırıp istedikleri evrakları aldıklarını anlatan Ulvi Alacakaptan, “Başörtüsü baskıları 28 Şubat’tan önce planlı ve gaddar bir şekilde başlamıştı. Tıp Fakültesi’nde son sınıflarını okuyan ve artık birbirlerine ‘doktor’ diye hitap eden gençler, bu baskılar yüzünden okullarını bırakmak zorunda kaldı. Anne ve babaların şehit cenazelerine katılmalarına izin vermediler. O dönemlerde başörtüsü baskısına karşı Türkiye’de en büyük insanlık zinciri yapıldı. Bu insanlık zinciri belki dünya tarihinin bile en büyük eylemlerinden bir tanesidir.” sözlerini kullandı.
 
“28 ŞUBAT’TA YAŞANANLAR TARİHE BİR UTANÇ OLARAK GEÇTİ”
 
28 Şubat’tan bugüne gelindiğinde Türkiye’de ne gibi değişimler yaşandığına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Ulvi Alacakaptan, “Ben Türkiye’deki bütün darbelerden darbe almış bir ailenin mensubuyum. Bir daha asla diyorduk, 15 Temmuz’u yaşadık. Fakat 15 Temmuz’dan sonra böyle bir şeye artık niyetlenemeyecekler; çünkü darbeciler halkın böyle bir tepki vereceğini hesap etmiyordu. Bu yüzden eminim ki 15 Temmuz, darbe niyetlerinin bir sonu oldu.” diye konuştu.
 
Türkiye’nin bu günlere çok büyük acılar ve mücadelelerle geldiğinin altını çizen Ulvi Alacakaptan, sözlerini şu şekilde tamamladı:
 
“28 Şubat darbesini yaşayan Türkiye, Cumhurbaşkanımızın da dediği gibi, Eski Türkiye’dir. O zamanlarda yaşananları şimdiki gençlere anlatsanız anlayamazlar. Bu yaşananlar Türk siyasi tarihine bir utanç olarak geçiyor. Darbeciler ’28 Şubat Türkiye’de bin yıl sürecek’ diyorlardı, yanıldılar, 10 yıl bile sürmedi.”