27 Nisan 2024 Cumartesi / 19 Sevval 1445

Acehan: Amerika'ya göç etmiş Osmanlı Türkleri, Müslüman ve Türk olmaktan gurur duyuyorlardı

19. yüzyılın ortalarında başlayan Osmanlı vatandaşlarının Amerika’ya göçü, 20.yüzyılın başlarında hızlanmıştı. Daha iyi para kazanıp, sonrasında memleketine dönme hayali kuran bu Osmanlı Türklerinin, Amerika’da yaşadıkları zorlukları ve memleketleri için yaptıkları fedakârlıkları Dr. Işıl Acehan ile konuştuk. Amerika’daki göçmenlerin Müslüman ve Türk olmaktan gurur duyduğunu söyleyen Acehan, “Türkiye’deki ilk yapay solunum cihazını gönderen göçmenlerin verdiği mesaj adeta şuydu: Biz sizi unutmadık, siz de bizi unutmayın... “ dedi.

SEDA AŞITEPE / star.com.tr17 Aralık 2018 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
“Neden geldim Amerika’ya
Tutuldum kaldım avare
Şimdi bin kere pişmanım
Fakat geçti ah ne çare
Ahh gelmez olaydım
Ahh görmez olaydım
Tek seni şirin Amerika
Görmez olaydım, gelmez olaydım”
 
90’lı yıllarda popüler olan “Neden Geldim İstanbul’a” isimli şarkının orijinali “Neden Geldim Amerika’ya” 1920’li yıllarda Ahilleas Pulos isimli Anadolulu bir Rum tarafından New York’taki bir Osmanlı kahvehanesinde kaydedilmişti. Yukarıdaki satırlarda da geçtiği gibi memleketlerinden ayrılmak zorunda kalmış her milletten göçmenin hüzünlü bir hikayesi var. 1860’lı yıllarda başlayıp 1900’lü yıllarda artarak devam eden Osmanlı topraklarından Amerika’ya göçün kahramanları olan binlerce Osmanlı vatandaşının hikâyesi ise çok fazla bilinmiyor. Kimisi memleketlerine dönerken, kimisi gurbette hayatını kaybetti. Ama içlerindeki vatan sevgisinden hiçbir eksilme yaşanmadı. Çok zorlu bir yolculuk sonrası sadece ekmek parası kazanmak için Amerika’ya ulaşan ve deri fabrikaları, otomobil endüstrisi gibi zor işlerde çalışmaya başlayan Türklerin çoğu;  Kurtuluş Savaşı sırasında vatan elden gidiyor diye binlerce kilometre yolu tekrar geri döndü. Dönemeyenler ise Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve sonrasında ülkenin yeniden inşası için büyük maddi yardımlarda bulundular.
 
Amerika’daki Türk göçmenlere ilişkin yazdığı tez ile 2011 yılında Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü’nde doktorasını tamamlayan Dr. Işıl Acehan, yaklaşık 15 yıldır bu insanların hikâyelerini araştırıp onları tanımamıza vesile oluyor. Biz de kendisiyle Amerika’ya Osmanlı Türkleri ve diğer Osmanlı vatandaşlarının göçleri üzerine konuştuk. İlk kısmı Cuma günü yayımlanan röportajımızın ikinci kısmı sizlerle…
 
 
“Helal olmayan yemeğin pişirildiği kaptan dahi yemek yemiyorlardı”
 
Müslüman Türk göçmenler Amerika’dayken en çok hangi konularda zorluk çektiler? Amerika’ya gittiklerinde hiçbiri İngilizce bilmiyordu.
 
Dil çok büyük bir problem. Bir de tarihteki bu Türk korkusu onları da etkiliyor. Büyük bir ön yargı var. Müslüman olmaları da onları baya bir zorluyor. Helal et bulmak büyük bir problem. Helal et problemini de ilk başta Ortodoks Yahudilerin etlerini alarak çözüyorlar. Sonra bahçelerinde kendileri koyun besleyerek et ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Müslümanlar helal et olmayan yemeğin pişirildiği kaptan bile yemek yemiyorlar. O derecede katılar bu konuda. Öyle olunca da en çok zorlandıkları konulardan biri bu. İbadet onları zorluyor. Zaman içerisinde kahvehanelerin bir kısmını mescit olarak ayırıp ibadet etmeye başlıyorlar. Cuma namazını mesela Peabody’deki Emerson Park’ta kılıyorlarmış. Hatta herkes bakıyormuş çünkü hayatlarında ilk defa Müslüman bir topluluk görüyorlar. Bunlar nasıl ibadet ediyor diye seyrederlermiş. 
 
“I. Dünya Savaşı Türklerin Amerika’daki varlığını olumsuz yönde etkiledi”
 
1.Dünya savaşında Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya’nın yanında savaşa girmesi Amerikalılar tarafından Türk göçmenlere karşı bir tepkiye neden olmuş mu?
 
Kesinlikle. Onları çok büyük bir şekilde etkiliyor. Hatta geri dönüşlerinin nedenlerinden birisi de bu. Sivil olmalarına rağmen orada acayip derecede ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Türklere düşman olarak, düşman ülkenin vatandaşı olarak bakıyorlar. Zaten 1. Dünya savaşı sırasında “Enemy Allien” (Düşman Yabancı) diye bir kategori var. Türkler de bu gruba giriyor.  Bu nedenle Türklerin ne kadar Amerika’ya bağlı olduklarını sürekli kanıtlamaları gerekiyordu. “Liberty bond” denen savaşa yardım için satın aldıkları bonolar var. Mesela Türkler onlardan acayip derecede almışlar. Çünkü ülkeye düşman olmadıklarını göstermeye çalışıyorlar. “Evet Türküz, ama bu ülkeye de bağlı insanlarız” demek istiyorlar. 1914’te İngiltere’nin dominyonu Kanada’daki Türk siviller esir alınıyor. Bir 4 yıl kadar, savaş bitene kadar tutuluyorlar. En çok da tutulan millet Türkler. Ukraynalılar gibi diğer milletler esir kamplarında daha erken bırakılmışlar. Amerika’daki Türkler de bunlardan haberdar. Esir tutulan Türkleri Amerika’ya aldırmaya çalışıyorlar. 2 tane avukat tutmuşlar. En azından onları Amerika getirip, güvenli bir bölgede olmalarını istiyorlar. Ama muhtemelen başaramamışlar. 
 
 
Kanada’da esir alınan Türklerin akıbetleriyle ilgili bir bilgi var mı? Aralarında aklını kaybedip, ölenler varmış. 
 
Evet... Osmanlı belgelerinde de var.  Bu da Amerika’daki Türkler arasında büyük bir korku yaratıyor. Her an her şey olabilir diye düşünüyorlar. Çünkü hakikaten çok zorlu şartlar. Esir kampı sonuçta ne olacağı belli değil. Kendi kamplarına kendilerine yaptırıyorlar. Dikenli telleri kendilerine çektiriyorlar. O karda kışta, -35 derecelerde çok uzak yere götürülüyorlar. Tabii bunları duyan Amerika’daki Türkler de çok etkileniyor. Onları koruma altına almaya çalışıyorlar. Avukatla Amerika’ya aldırmaya çalışıyorlar ama mümkün olmuyor.
 
Amerika’da Türk, Ermeni ve Yunanlı göçmenler arasında dayanışma nasıldı? Zaman zaman kavga ettikleri söyleniyor? Aralarındaki dayanışma mı daha çoktu yoksa gerilim mi?
 
Aslında zaman zaman değişiyor ama ben bulduğum gazetelerden, orada konuştuğum insanlardan daha çok bir dayanışma olduğu görüyorum. Balkan Savaşları ve İzmir’in işgali gibi çok gergin ortamlar olmazsa. Çünkü bu insanlar aynı kültürden geliyor, aynı müzikleri dinliyorlar, aynı yemekleri yiyorlar. Mesela özellikle kahvehane onların hayatlarında çok önemli bir unsurdur. Rum ve Türklerin kahvehaneleri birlikte gittikleri yerler. Hatta pazarları birlikte orada nargile içip, tavla oynuyorlardı. Ama en ufak bir kavga olduğunda hemen Amerikan gazeteleri, “Türkler ve Rumlar kavga etti, bunlar düşman milletler” gibi haberler yapıyorlardı. Verilen imaj Türkler iler Yunanlılar sürekli kavga edermiş, birbirlerini sevmezlermiş gibi.
 
Türkler işçiler Amerika’ya ilk geldikleri zaman grev kırıcı olarak nam salmışlar. Fabrikadaki greve katılmıyorlarmış doğru mu?
 
Aslında greve katılanlar da var. Mesela oraya ilk gittiklerinde çok düşük maaş alırken; iki yıl sonra bir örgütleniyorlar, protestolara başlıyorlar. Hemen oradaki fabrika sahipleri maaşlarını yükseltiyor. Çünkü o işi yaptıracak başka insan da bulamıyorlar. Ve deri işi mesela özellikle çok hassasiyet gerektiriyor. O deriler uzun süre öyle kalamaz çünkü çürür. Kimileri öyle grev kırıcı olarak kullanıyor ama her zaman olan bir durum değil bu.
 
“Müslüman ve Türk olmaktan gurur duyuyorlardı”
 
Ermeniler günümüzde siyasi arenada oldukça söz sahibi. Neden Amerika ‘da yaşayan Türklerin hala böyle bir yaptırım gücü yok?
 
En büyük problem giderek nüfuslarının azalması. Türk nüfusu 1940-1950’lerde giderek düşüyor. Çünkü artık yaşlananlar ölüyorlar ya da 60-70 yaşlarına gelen Türklerden Türkiye’ye geri dönenler var. Geri gelip köyüne yerleşiyor. Zaten ilk baştaki amaçları oydu. Çoğu zaten 20-30 yıl sonra ülkesine dönüp büyük insanlar oluyorlar. Kendi köylerini kalkındırıyorlar. Oraya bir sürü yenilik getiriyorlar. Geri dönen Türk göçmenlerin torunlarından biri, dedesinin köyde filtre kahve, espresso içtiğini anlattı. İtalya espresso makinelerinden getirmiş. Elazığ’ın bir köyünde espresso içiliyor. Orada ne gördülerse ülkelerine de getirmişler. Oralarda ilk başta kalıcı kurumlar kuramamalarının nedeni gelecek olursak, aslında ilk başta oluşturmuşlar işte orada Kızılay cemiyetleri kuruyorlar. Ve bunlar çok etkili cemiyetler, lobi faaliyetleri yapıyorlar; çok önemli senatörler, kongre üyeleri, belediye başkanları, valilerle yakın irtibat kuruyorlar. Cumhuriyet kurulduktan sonra Türkleri gerçekten iyi bir şekilde temsil ediyorlar orada.  Ve onların kurdukları o cemiyetlerde düzenlenen cumhuriyet balolarına çağırıyorlar bu insanları. Yeni kurulan Türkiye’yi anlatmaya çalışıyorlar. Türkler konusunda her zaman kötü bir ön yargı var. Ama bu ön yargıyı da baya bir silmekte etkili olmuşlar. Ve bu insanlar dinlerine çok bağlı Müslümanlar. Hem Türk olmaktan çok gurur duyuyorlar hem Müslüman olmaktan gurur duyuyorlar. Ve bunu da bir şekilde Amerika’da kabul ettirmişler.
 
 
Hocam siz 15 yıldır bu insanların hikâyelerinin peşindesiniz.  Aynı zamanda bu insanlara çok duygusal yaklaştığınızı gördüm. Sanki kendi ailenizde benzer hikayeler varmış gibi. Sizi bu insanları araştırmaya iten sebep ne?
 
Bu şekilde düşündüğünüz için çok teşekkür ederim. Evet yaklaşık 15 yıldır çalışıyorum bu konuyu. İlk olarak benim hocam John J. Grabowski başlamıştı bu araştırmalara. O bana artık “benden sonra sen bu konuyu devam ettirirsin” dedi. Master tezimi yazarken bana Amerika’dan mikro filmleri getirdi. Mikro filmleri incelerken, daha oralara gitmeden oranın bütün sokaklarını gezmişim, Türklerle birlikte yaşamış gibi oldum. Amerika’da Türklerin yoğun olarak yaladığı Peabody şehrine gidip, orada Türklerin kahvehanelerinin ve evlerinin olduğu sokağı görünce ağladım. Hepsi ailem gibiydi. Bana harçlık veren bile oldu. Amerika’ya giden Türk göçmen Yakub Ahmed’in oğlu George Ahmed, beni mezarlıklarına daha önce yaşadıkları evlere, sokağa, kahvehanelere götürdü. Giderken de harçlık verdi. Ben kesinlikle almam deyince zorla çantama sokuşturdu. Bu insan hiç Türkçe bilmiyor, Türkiye’de yaşamamış ama sonuçta Türk kültürü halen devam ediyor. Normalde Amerikalıların harçlık verme kültürü yoktur. Çok enteresan şeyler yaşadım. Bir sürü aile beni buluyor ve hikâyelerini anlatıyor. Gidip dönmeyen dedelerini ve amcaları için benle iletişim kuranlar var. Ben de kişisel bir bağ kurdum artık onlarla, hepsi sanki ailemmiş gibi.
 
 
“Türkiye’deki ilk yapay solunum cihazını gönderen Amerika’daki Türklerin verdiği mesaj şuydu: Biz sizi unutmadık, siz de bizi unutmayın... “ 
 
Gelecekte bu insanların hikayelerini kitaplaştırmak gibi bir planınız var mı ?
 
Evet üzerinde çalışıyorum. Master ve doktora tezlerim bu konuda. Doktora tezimi daha çok kitaba dönüştürmek istiyorum. Onları hem İngilizce hem Türkçe olarak da yayınlamak istiyorum. Bu hikâyelerin kaybolup gitmesini istemiyorum. Çünkü o kadar enteresan şeyler var ki ve onların yaşayışlarından ben mesela çok örnek alıyorum. Oraya gidip Türklükleriyle gurur duymaları, vatanlarına bağlılıkları, oradan her şekilde maddi ve manevi destek vermeleri, hiçbir zaman buradaki insanları ailelerini unutmamaları.Mesela 1935’lerde Kızılay derneğinde para toplayıp, Elazığ’a bir suni solunum cihazı gönderiyorlar. Böyle bir makine ilk defa geliyor Türkiye’ye. Para gönderenler arasındaki Elazığlı Yakup Ahmed'in oğlu Frank Ahmed, memlekete sadece bir solunum cihazı değil, bir mesaj da gitmişti diye anlatıyor: Biz sizi unutmadık, siz de bizi unutmayın.