Programda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmesinin taşıdığı anlam ve 2015 seçimleri değerlendirildi. Ağırdır, Türkiye’nin kapsamlı bir reformun eşiğine geldiğini ve Cumhurbaşkanlığı sarayı’ndaki bakanlar kurulu toplantısı tartışmalarının zemininde ‘eski ve yeni’ çekişmesinin olduğunu belirtti.
KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, ‘eski’de kalmak yerine ‘Yeni Türkiye’ ye eleştirel de olsa yapıcı olarak ne koyulabilir bunun konuşulması gerektiğini vurguladı ve 8 Haziran’daki Parlamento’nun yeni reformları yapabileceğini söyledi. Ağırdır, cumhurbaşkanının başkanlık ettiği bakanlar kurulunda başbakan ile gösterilen uyumun halk tarafında “siyasette istikrar var” algısı oluşturduğunu söyledi.
TÜRKİYE, KAPSAMLI BİR REFORMUN EŞİĞİNDE
BETÜL SOYSAL BOZDOĞAN (B.S.B.): Halk tarafından seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bakanlar kuruluna başkanlık etmesi ve bunun etrafında dönen tartışmalara dair ilk yorumlarınız neler olacak?
BEKİR AĞIRDIR (B.A.): Bu konuyu bu kadar tartışmalı ve şehvetli hale getirenin altında başka bir mesele var. Mesele Erdoğan’ın Bakanlar Kurulu’na başkanlık edip etmemesinden ibaret olmadığını sanıyorum. Türkiye’nin 90-100 yıldır birikmiş sorunları var. Merkeziyetçi bir düzen var ve bu düzenin de ürettiği bir takım problemler var. İster Kürt meselesinden bakalım, ister Anayasa tartışmalarından bakalım, ister Alevi meselesi, ister demokratikleşme diye bakalım, hangi konudan bakarsak bakalım; Türkiye, özellikle 1940-1950’lerden itibaren değişirken biz hala aynı düzeni devam ettirmeye çalıştık. Şimdi artık bu tartışma öyle bir yere geldi ki, bendin arkasındaki sorunlar, hepimizin hayatını o kadar etkiler hale geldi ki, Türkiye yeni bir anayasa yapmak,yönetim sistemini reforme etmek, yeni bir anayasa yapmak.. kapsamlı bir reformun eşiğine geldi. Dolayısıyla ben bu tartışmaları reformun eşiğindeki tartışmalar olarak görüyorum. O yüzden sadece günceli konuşmadığımızı sanıyorum. Hep alt cümleler vardı, cümlelerin altında başka meseleler vardı, aynen böyle bir şey. Bu sürecin içinde biraz da doğal görünmemiz lazım.
BÖLGESEL, KÜRESEL VE HAYATIN DİNAMİKLERİ DEĞİŞİMİ MECBURİ KILIYOR
B.S.B : Türkiye’de hep iki kutup oldu. Birinci kesim; değişime kapalı olan, 1920‘lerde devlet nasıl kurulmuşsa o organizmanın aynen devam etmesini isteyen, ‘eski’de takılı kalmış kesim. Diğer kesim ise değişime açık, yeni vizyonlar ortaya koyan, Türkiye’nin sorunlarıyla yüzleşen, o sorunları ortaya koyan ve çözüm önerileri koyan kesim. Aslında bu iki kesimin karşılaşmasını mı görüyoruz bu toplantı üzerinden?
B.A: Temel eksen bu. Bizdeki model merkeziyetçi bir kere… En küçük kararın bile Ankara’dan alındığı bir sistem. Bu model, tüm hayatı tek tipleştiren, bütün farklılıkları yok sayan bir yapı. Bu düzen ve nizam; vatandaşın devlete karşı olan ödevlerini tanımlıyor ancak devletin vatandaşa karşı olan ödevlerini tanımlamıyor.Rızaları olduğu kadarını tanımlıyor. Bugünün pratik dünyası, örneğin İstanbul, bu kadar karmaşık sorunları olan İstanbul’u nasıl yöneteceksiniz? Mesele Kürt meselesi vs çerçevesinde konuşuluyor ama ya da Konya Ovası’nın kuraklığıyla Ankara’dan nasıl mücadele edeceksiniz? Yetmiyor. Temel olarak sistemi reforme etmeye ihtiyacımız var. Bir tarafta bu sistemi eskisi gibi sürdürelim diyenler var, bir de yenilenmemiz gerekir diyenler var. Bu üç seçimde oluşacak kadrolar yani 8 Haziran’da karşımıza çıkacak olan Parlamento, bu reformları yapacak. Çünkü Türkiye, bu reformları yapmadan yürüyemez. Biz buna razı olsak bile, ne hayatın dinamikleri, ne bölgenin dinamikleri ne de küresel dinamiklerin içinde bu sistemi böyle devam ettirme lüksümüz yok.
‘ESKİ – YENİ’ TARTIŞMALARINA TAKILI KALMAKTAN ‘BİZ NE YAPIYORUZ’U KONUŞAMIYORUZ
B.S.B: Yani değişim başladı, geri döndürülemez bir değişim bu…Değişime karşı olanlar da kaybedecek o zaman?
B.A: O zaman evet.Buradaki kritik tartışma şurada;yeniyihangi ilkeleri kendimize referans alarak, nereye kadar, nasıl reforme edeceğiz. Örneğin; devleti, yönetimi…Ama bu tartışmayı burada yapamıyoruz, neden yapamıyoruz; çünkü biz hala eski yeni ikileminin içine tıkalı kalıyoruz, onun için de bir sakinleşip peki ama nasıl yeni,şimdi Ne yapıyoruzu konuşamıyoruz.
B.S.B: Şimdi bir yeni varsa, bu yeninin içerisine muhalefet, yapıcı eleştirilerle ne koyacak, bu çok önemli, ama bunu gerçekleştiremiyoruz galiba değil mi?Sorunumuz bu.
B.A.: Mesele sadece muhalefet de değil, muhalefet evet, artı siyasi zemine dair de bir mesele var burada. Bütün farklılıkların kendi ihtiyaç ve taleplerini dillendirebilmesi, müzakere, ikna ve uzlaşma dediğimiz siyaset zemininin de çalışabilmesi gibi başka meseleler de var. Ama bunları bir türlü yapamıyoruz;çünkü herkes eski ve yeni gerilimi üzerinden çok anlamsız bir tartışmaya dönüyor. O zaman da sakin konuşamıyoruz. Ama Türkiye’nin bu eksi yeni geriliminden bir an önce kurtulması lazım. Artık tartışmanın, yeninin üzerine olması lazım.
TÜRKİYE, EN UFAK BİR SORUNDA DARMADUMAN OLAN BİR ÜLKE DEĞİL
B.S.B: ‘Yeni’ bir taraftan işlemeye başladı, yeşermeye başladı ki, merkezde de Cumhurbaşkanlığı Sarayı mevzuu var;halka kapılar açıldı, Cumhurbaşkanlığı Sarayı, bir kompleks olarak bir çok toplum kesimini de ağırlamaya başladı. Muhtarlardan STK temsilcilerine kadar…Devlet ile birey arasındaki ilişkide bir değişim görüyoruz. Devletin vatandaşa bakışı değişiyor, vatandaşın zihninde devlet tasavvuru değişiyor mu ne dersiniz?
B.A: Değişecek, değişmeli..Ama henüz tam değişiyor diyemeyiz. Çünkü bizim meselemiz şu; bir, devletle vatandaşımızın arasında yeni bir mutabakat üretmemiz lazım. İki, vatandaş için de, toplum için de yeni bir mutabakat üretmemiz lazım farklılıklar anlamında. Küresel ve bölgesel dinamikler, bütün bunlara rağmen, bükün eksiklerimize rağmen, örneğin, en ufak bir problemde darmaduman olan bir ülke değil burası, ama her şeye de rağmen aramızda yaşanmışlıklar var, kırgınlıklar var; ama Sünni-Alevi diye bakın, ama Kürtlerle Türkler diye bakın…farklı tonlarda ve dozlarda da olsa, yeni bir mutabakat üretmeye ihtiyacımız var. Bütün bu hikaye ve gerilim de, o mutabakatı nasıl üreteceğimiz üzerinden gelişiyor. Keşke sarayın kapılarını açarak iş bitmiş olsa; ama mesele bununla bitmiyor. Onun için biraz sakinleşmek…Diyorum ya, burada tüm mesele siyaset zeminini biraz daha doğallaştırmak, yani siyaseti kavgadan çıkarmak ve biraz da müzakere süreçlerini çalıştırabilir olmak.
Siyaset dediğiniz şey; her birimizin farklı ihtiyaç ve talepleri var, bunları doğal mekanizmaları içinde, kavga konusu yapmadan, birbirimize hakaret meselesi yapmadan birbirlerini sopayla engelleme meselesi olmadan konuşabilmemizin zemini.
VATANDAŞ İÇİN OY VERME EĞİLİMİNDE HANENİN DİRLİĞİ-DÜZENİ ÖNEMLİ
B.S.B: Önümüzde bir seçim var. Sn. Davutoğlu’nun siyaset yapma tarzını, Cumhurbaşkanı ile olan hukuk ve ilişkisini ayrıca olaylar karşısında vermiş olduğu refleksif tepkileri vatandaş nasıl değerlendiriyor? Nasıl buluyor?
B.A: Hanenin düzenliği diyor bizim insanımız. Hanenin dirliği ve düzenliğinden düşünce sistemimiz gelişiyor. Dolayısıyla bu karmaşık bir süreç. Şu ya da bu olaya bakmıyor. Ama bugünkü tartışılan meselenin tabiî ki şöyle bir tarafı var; Sn. Davutoğlu, Sn. Erdoğan gibi çok büyük bir liderden sonra liderliği devraldı. Doğal olarak kamuoyu da, vatandaş da o koltuğu o güçte dolduruyor mu, doldurmuyor mu diye bakar. Ya da bir uyumsuzluk var mı diye bakar. Elbette bunlar önemlidir ve bakılır. Ama toplum, her bir detaya da takılı kalmaz. Genel bir imajın içinde ya da güvenlik talebi içinde vatandaşın ve bireyin bir algısı var. Genellikle, futbol deyimiyle söylüyorum seçmen toplumun aklı önce bir savunma hattında oluşuyor. O savunma hattı dediğimiz şey de kalede geçim diyorum kendi metaforumla. Hanenin eğitim ihtiyacı, hanenin sağlık ihtiyacı ve hanenin güvenlik ihtiyacı. Şimdi güvenlik ihtiyacı dediğimiz şey, ama asayiş diye anlayabilirsiniz, ama ekonomik krizden kaçınma diye anlayabilirsiniz, ama yönetim ve siyasi krizden kaçınma diye anlayabilirsiniz… Dolayısıyla toplum ve bireyler, belirsizlikten kaçınmak isterler doğal olarak. Hanenin birliği ve dirliği dediğimiz şey, o hanede sorun üretebilir, o zaman o istikrara oradan bakıyor.
SOSYAL POLİTİKALAR ÜLKE İÇİN YENİ BİR ŞEYDİ
B.S.B: Türkiye’nin siyasİ tarihine baktığımız zaman koalisyonlarla Cumhurbaşkanı’nın uyumu çok iyi olmamıştır. O çekişme bize çok vakit kaybettirdi. Vatandaş bugünkü uyumu nasıl yorumlar?
B.A: 1960 seçimlerinden 12 Eylül darbesine kadar hükümetlerin ömrü, 10,5 ay kadar. 83’ten 2002 ye kadar geçen sürede iş başına gelmiş hükümetlerin süresi 1 yıl, 4 ay. Yani bu 69 dan 2002 ye aynı zamanda insanoğlunun aya gittiği yıllar. Toplumun sanayi toplumundan bilgi toplumuna çağ değiştirdiği bir süreci Türkiye, siyasi vizyon olmadan, siyasi planları, programları, vizyonları, stratejileri olmadan, yani kendiliğinden yaşadı. Bugün hayatta gördüğümüz o kaotik gibi görünen şey, biraz de kendiliğinden gelişmenin bir sonucu. Tabii ki 12 yıldır istikrarlı bir siyasetin artısı var. Hiç olmazsa yarın sabah hükümet düşer mi düşmez mi, ekonomik kriz olur mu, olmaz mı gibi bir belirsizlik üreten çok büyük bir riskleri yok. Onun için bunun bir artısı var tabii. Ak Parti’ye de, Sn. Erdoğan’a da, Sn. Ahmet Davutoğlu’na da elbette bir artısı var. Bugün bir yandan da şöyle bir mesele var; özellikle son 5 yıldır sosyal politika yardımları başladı. 5 yıl önce kamudan sosyal yardım alanların oranı, yüzde 11-12 mertebesindeydi. Bugün sorduğunuzda yüzde 4- 5 o…Azaldığından değil, aksine insanlar artık onu hak görüyor. Yani kız çocuğu okula gidiyor diye bir anneye yapılan yardımı o anne doğal hakkı gibi görüyor. Yani, evet 12 yıl geçti, istikrarlı bir yönetim var. Vatandaş onun artı pirimlerini önceki seçimlerde Ak Parti’ye verdi. Şimdi vatandaş, toplumla mutabakatı seviyor. Ben tek tek baktığım zaman 2002-2007 arası ekonomik başarı diyorum. 2007 nin oyları o başarı üzerinden oldu.2002 ye kadar seçmen deneye deneye karar vermiş.
VATANDAŞ AK PARTİ’NİN GELECEK VİZYONUNU REALİST BULUYOR
B.SB.: Ak Parti politikaları vatandaşa gelecek vaat ediyor mu?
B.A: Ak Parti’nin başarısını yükselten bir iki nesnel faktör var. 1. Si 12 yıllık bir ekonomik gelişme meselesi. İki, sosyal devlet politikaları, üç, şimdiye kadar hiçbir partide görülmemiş örgüt ve dirlik var sokaklarda…Partiyi diri tutun bir örgütlenme var ortada. Bir odiğeri bu muhalefetin eski yeni diye tartıştığımız dünyaya dair, seçmene dair bir ütopya ortaya koyamamış olması. O zaman seçmen indinde onu kastetmiyor olsalar bile, sanki eskinin temsilcileri gibi kalıyorlar hep. Ak Parti, hala seçmenin gözünde yeni bir şey için uğraşan, Çözüm Süreci için uğraşan bir aktör konumunda.
Ak Parti’nin her şeyden önce somut vaadi var , somut politikaları var. Seçmen doğal olarak ona yöneliyor. Seçmen dediğimiz insanlar biz aslında lider veya partide itibar dediğimiz şey çok önemli. Bir, temasla oluşturuyoruz, yani yüzyüze geldiğimiz an önemli. Türkiye seçmeni bir kere çok gerçekçi. Kişi kendi algısıyla bakıyor. Evet bu programı izlemeye devam edeyim ya da etmeyeyim diyorsa, sizin reklamlarda, köşe yazarlarının hepsi bu program muhteşem olmuş dese, bunun bir karşılığı yok. Seçmenin kendi aldığı temas önemli. İki, peki o temasta bu güven algısını nereden sağlıyor;Samimiyet, adalet ve vizyon… Bir kere sahici olacaksınız. Seçmen o sahiciliği, bir kurmaca olup olmadığını anlıyor.
B.S.B: Yani bir siyasetçi için halktan biri olmak önemli bir özellik, öyle mi?
B.A:Elbette. Takipçilerinize adil olacaksınız aynı zamanda takipçilerinize bir adım sonrasına vaadiniz olacak. Vizyon sahibi olacaksınız. Türkiye tüm bu hikanenin içindeyken bir taraftan da başka bir şey yaşıyoruz; yıllardan beri gelen bir problemi çözmeye kalksaydık belki parlamentoda kanun değişikliği ile çözebilirdik. Problemlerin katmanları da değişime uğruyor. Türkiye bu sorunları kendi içinde aşmak ve çözmek zorunda. Kendi istek ve arzusuyla, parlamentosuyla.. Dolayısıyla bu bir gerilim ortaya koyuyor toplumda da. Bu tartışmayı bitirmemiz ve yeniyi konuşmamız gerekir diye bekliyor toplum.