25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Ahmet Taşgetiren: CHP iktidarda olsaydı cemaat böyle bir kavgaya soyunur muydu?

Bir süre önce Bugün gazetesinden yazıları sebebiyle işine son verilen duayen gazeteci Ahmet Taşgetiren, Elif Çakır'la Söz Bitmeden programına konuk oldu.

26 Aralık 2013 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Ahmet Taşgetiren: CHP iktidarda olsaydı cemaat böyle bir kavgaya soyunur muydu?
Elif Çakır: Bugün çok önemli bir konuğum var. 40 yıldır kendisinin yazılarıyla yetiştik. İslami camianın kanaat önderlerinden Sayın Ahmet Taşgetiren konuğum. Kısa bir zamandır yazmıyorsunuz, umarım tekrar okuruz yazılarınız. 14 Kasım’dan sonra enstrasan bir şey yaşanıyor. Siz bunu darbe girişimi olarak nitelendirdiniz ve evine polis gönderildiğini söylediniz. Erdoğan da böyle kabul ettin bunu.

"BAŞBAKAN 12 İSE, 12'NİN ETRAFINA OKLAR ATILIYOR

Ahmet Taşgetiren: Sayın Başbakan’ı hedef aldığını görmemek mümkün değil, onun için iç ve dış boyutu var. Onun için sayın Başbakan bir İstiklal Mücadelesi niteliğinde tanımlıyor. Onun için olayı bu tarzda topluma mal etmeye çalışıyor. Onun için bu operasyonun arkasında duran çevrelerin, kendi varoluş misyonlarıyla çeliştiğini anlatmaya çalışıyor. Başbakan’ın etrafında dolaşan ve oraya vurmak algısı oluşturan bir operasyondan söz ediyoruz. Medyada birisi Başbakan 12 ise, 12’nin etrafına oklar atılıyor dedi. Böyle bir hedef var, yani Tayyip Erdoğan efsanesini bitirmek, tartışılabilir, dövülebilir hale getirmek, böyle bir imaj oluşturma çabası söz konusu. Bu çabanın arkasında, sayın Başbakan’ın algıladığı biçimde bir uluslar arası hesap da varsa, ki Başbakan Gezi’den beri bu tür hamleleri öyle algılıyor ve bunu güçlendirecek bir çok emare var, orada çok dramatik bir olguyu tespit etmek gerekiyor. Bu sürecin içerisinde en başat rol almış arkadaşlarımız, adını koyalım, camiadan arkadaşlarımız, şunu sorabilirler, Başbakan neden bunu İstiklal Mücadelesi tavrında argılıyor, bu siyasi retorik mi, yoksa bütün bir süreci değerlendirmesinin rolü mü, Ortadoğu ve Türkiye’nin rolünü mü değerlendirerek söylüyor. Arap Baharı böylesi bir normalleşme sürecinin göstergelidir denildi. Neyin normalleşmesi, bin yıl önce bu coğrafyaya yüklenen misyondan kurtulma, açık ya da örtülü sömürge statüsünden kurtulma süreci… Mısır’da onu çökerttiler. Ama ayaklanmayacağı anlamına gelmiyor, bana göre Mursi hareketi ilerliyor.

E.Ç.: Bir parallelik var değil mi, orada Mursi, bizde Erdoğan?

"MISIR'DAKİ OLAYLA BİR ÖLÇÜDE PARALELLİK VAR"

A.T.: Evet Türkiye’de normalleşme dediğimiz hadise benziyor, Türkiye bağımsızlığını kaybetmediği için erken başlamış. Ama örtülü bir zihniyet sömürgeleşmesi başlamış. Ama 1950’den sonra çok partili hayata geçildiğinde toplum daha çok kendini var kılmış, bir evrilme görüyorsunuz. Yani şöyle Demokrat Parti’den başlayın Ak Parti’ye kadar, her yeni oluşumda kendini de yenilemiş. Nerede durmuş AK Parti’de, onun paralelinde rahmetli Özal, rahmetli Erbakan var. Merhum Erbakan muhalefetteyken de sistemin dönüşmesinde önemli rol oynamış. Mesela Adalet Partisi ona bakarak kendisini konumlandırıyor. Çünkü Erbakan Hoca’nın söylemi toplumda anlam buluyor. Bu Erdoğan’da da kendini buldu. Hani diyorlar ya iktidar toplumu muhafazakarlaştırıyor. Ben buna katılmıyor, iktidar toplumda varolan muhafazakar, dindar, Müslüman damarın, sistemin baskıcı yapıcısı kalktığında daha varolmaya başlaması diyerek anlatılabilir. Mesele bir başörtülü anne, asker oğlunun yanında duramıyordu ama şimdi duruyor. Mesela başörtülü bir kadın zaten toplumda vardı, şimdi Meclis’te de oldu. İslam dünyasına da pozitif bir enerji olarak yansıdı bu. AK Parti’den laiklik düzeni üretmek istemişlerdi, böyle bir sistem üzerinden de Libya ve Mısır’a sistem ihraç edelim. Ama bu kadro laikliği farklı yorumlayalım dedi, başka inanç kurumlarının da yaşamasına fırsat veren bir laiklik olsun dedi, İslam’a göre toplumun yaşama anlayışını sınırlayan laikliği kabul etmediler. Tayyip Bey, Mısır’da laiklikten bahsetti ama o genişleyen bir laiklik yorumuydu. Özellikle dindar, İslami duyarlılığı diri kadroların gelmesini istemediler.

E.Ç.: Dört büyük darbe var, başarısız olmuş kalkışmalar var. Biz en çok AK Parti iktidarı döneminde yaşadık. 28 Şubat darbesi en çok travmaya neden olan darbe. Cumhuriyet mitingileri, Gezi yaşandı. Bu son olan da bir kalkışma. Bunu diğer kalkışmalardan ayıran ise, Türkiye’de bu kadar dindarlara yönelik, Alevilere yönelik açılımlar yapan laik-Kemalist bir kesimin böyle bir kalkışma yapması anlaşılabilirken, son kalkışmayı yapan cemaat. Bizim inancımızdan insanların kullanır hale gelmesi, nasıl yorumlarsınız.

"CEMAAT İLE AK PARTİ'NİN İÇİNE DÜŞTÜĞÜ DURUM TRAVMATİK BİR DURUM"

A.T.: Şimdi daha yumuşak kullanıyorum ben. Şimdi AK Parti’nin bir tabanı var, cemaatin de. Bu iki taban birbiriyle geçişli bir taban. Aynı aile içinde bulunuyor. Yani baba ile oğul, birisi bu iktidar yaşasın diyor, öbürü biz darbe vuralım diyor. Bu travmatik bir durum. Bu ayrışmanın henüz tabana sirayet eden bir ayrışma olduğunu düşünüyorum. O yüzden kelimeleri hiçbir alanı rencide etmeyecek şekilde seçiyorum. Cemaat medyasına baktığımzda müthiş bir siyaset dili olmuş, laik-Kemalist medyanın dilini bile sollayan bir dili var. Şimdi bu dil, iktidarı yıksın mı diye sorunca, evet diyeceklerini gönül rahatlığıyla sanmıyorum. İktidar devrildiğinde Türkiye büyük zarar görür, dindar toplum kesimleri ama en çok da cemaat zarar görür. İktidar demek sizin falanca kamu görevinde bulunmanız demek değildir, teneffüs ettiğiniz havadır, hürriyeti mi, baskıyı mı soruyorsunuz. Kur’an öğrenmek için samanlıkları, jandarmanın göremeyeceği yerleri aradılar. Darbelerde, toplum fazla dindar oldu denildi, rahmetli Menderes ile ezanın elindeki kelepçe sökülmüştür. Bu Türkiye tarihinde unutulmayacak bir hamledir, Tevfik İleri’nin İmam Hatip okullarına can vermesi unutulmayacak bir hamledir. Bu dönem, bütün cemaat yapılarının bire 10 aldıklarını görüyoruz. Ama ana muhalefet partilerinin dahi yapmayacakları bir siyaset anlayışına girmesi acı verici. İnsanlar acı duyuyor, bu gerilim dursun diyorlar. Onun için kelimelerimi seçerek söylemeye çalışıyorum. Hizmet camiasından bazı arkadaşlara söyledim, bu savaşın yükünü bu cemaate yüklememek lazım, bedel ödenir çünkü. Bütün toplum kesimlerinin tabanında acı duyulduğunu biliyorum ve anlaşılmaz bir şeydir. Dini toplum kesimlerinden bir grubu, iktidar ile hesaplaşacak hale getirmek anlaşılmazdır. Uluslararası güçler etki eder, nükleer enerji konusunda niye İsrail’e göz yumuyorsunuz sorusunu soruyor, Filistin’deki cinayetlere neden sessisiniz diye soruyor, Mısır’da darbeye niye göz yumdunuz diyor, İran nükleer silah üretsin diyor, böylesi sesi yüksek perdeden çıkan bir Türkiye lideri var, böylesi insanlar dünya tarafından dövülmek ister, gidiyor böylesi bir dünyaya ana muhalefet lideriniz monte oluyor, ABD’ye gidiyor, büyükelçi ile görüşüyor. Brüksel’e gidiyor, bunlar AB ile ilişkilerini sürdürüyor ama asıl gözleri başka coğrafyada diyor. Böylesi bir ortamda Tayyip Erdoğan dik durmalı. Hani diyor ya Türkiye’nin İstiklal Savaşı, doğru bir nokta. Türkiye savunma sanayide iyi yere gelsin, siyasi istikrar olsun, diyor ki 2023’de en büyük 10 ekonomi arasına girelim. Türkiye’nin dış politikası sadece Batı’ya eklemlenmesin, başka coğrafyalar var, onlara da bakalım diyor. Bazı zamanlarda eksen kaymasını tartıştık. Neydi eleştiriler, Türkiye İran’la ilişkilerini normalleştiriyor diye ama ABD normalleştirse ekseni kaymıyor. Biz Mısır’la ilişki kurursak bizde eksen kayıyor, ABD Sisi’yi desteklerse olmuyor. Bu medyanın kullanılmasıyla devreye giren, emniyetteki, yargıdaki yapıların devreye girmesiyle oluyor.

E.Ç.: Bunu ana muhalefet, İsrail, ABD ister ama neden, neden bu camia? Cemaat içerisinde neredeyse ilkokuldan itibaren içinde olanlar ağlıyor. Daha acı verici oluyor. Neden birkaç insan, bunun kararını verir ve neden üzerimize günah yüklemek ister. Bir dershane ile çıktı ama onu aştı. Dünyaya meydan okuyan lider neden kıblegâhı olan kişilerce bu duruma düşürülür.

"CEMAATİN O FİŞLEMELERE İNANDIĞI KANAATİNDE DEĞİLİM"

A.T.: Bir sancı var mı tabanda, var. Bir süre birlikte yüründü. Cemaattekiler de boğucu bir tavrın olmadığını görür, görürler. 200 yıldan beri ilk defa Türkiye farklı bir iklim yaşıyor, nefes alıyor. O fişlemelere inanıldığı kanaatinde değilim.

E.Ç.: Emniyet içinde cemaatin odakları var, fişleme olmamış, bayağı girmişler…

"CEMAATE ÇOK ŞİKAYET İLETTİM, TERSİNE BİR FİŞLEME BİLE OLABİLİR"

A.T.: Hatta tersine bir fişleme bile var. Bizden olmayan tasfiye edilsin denildi. Başbakan’a bu iddialar ulaşıyor, ben bu tarzda bana ulaşan şikayetleri de hizmet camiasındakilere iletmişimdir. Ben bunu soran arkadaşlara, hizmet camiasındaki şu kişilere iletin dedim. Ama bu şikayetler oldukça çok. Şöyle bir olgu, ben süreçten hizmet camiasının yara almasını istemiyorum, o hizmetler aşırı çabalarla üretildi, öyle genç kızlar, kadınlar var, dişlerinden tırnaklarında ayırdılar, onlar üzülmesin. Objektif görelim hadiseyi. Belli odaklar oluyor, diyor ki mesela falan yerde hizmetten olan ve olmayan insan var. Mesela makam için iki insan var, birisi hizmette, o daha öncelikli. Mesela Mustafa İslamoğlu…

E.Ç.: Mesela filanca yerde, bu şeylerin hiçbiri yokken, aradım dedim ki “Bakın filanca yerde, filanca bürokratınız, cemaat adına şu şu eylemleri yapıp kelle alıyor, bu adamla konuşun dedim”

"MUSTAFA İSLAMOĞLU, HOCAEFENDİ'YE ŞÖYLE DEMİŞ..."

A.T.: Bir örnek mesela, Mustafa İslamoğlu Hoca, Hocaefendi’ye gidiyor. Konuşurken diyor, nasıl buluyorsunuz. Diyor ki masada bir yemek var, büyük abi geliyor masadakinin hepsini götürüyor. Buradaki büyük abi sizsiniz efendim diyor ya da yanınızdakileri. Şimdi 7 Şubat hadisesi kritik bir hadisedir. O operasyonda görev alan savcılara, hizmet medyası hep sahip çıktı. Yani yargı içerisinde hizmet camiasıyla bağlantılı bir odak olduğu çok açık bir örneği. Hizmet camiası o savcıların bizimle alakası yok dese… Elimizde belge de yok. Bizim hizmet camiası ne zamandan beri yolsuzlukları birinci gündem maddesi yapıyor. Baştan sonra, Ergenekon davalarında olduğu gibi misyon haberciliği yapıyor, yolsuzluğu muhalefet olarak kullanılan bir dil var. Savcılar, polisler doğru yapmayabilir. Ben 40 yıllık gazetecilik hayatımda, polis uyuşturucu koyuyor eve, biliyorum. Mesela bir yapı Hocaefendi ya da hizmet camiası ile ilgili bir operasyon başlatsa, dershanelerine, vakıflarına müdahale etse, olmamış mı. Yüzde 47 oy olan bir iktidara kapatma davası açıldı.

E.Ç.: Mesela Süleyman Kahraman, TCDD Genel Müdürü, o mesela adam, işini yapıyor. Ama Zaman gazetesinde gözaltına alındı deniliyor, nasıl okumak lazım.

"ERDOĞAN'IN OĞLUNA DAVA AÇMAK İSTİYORSUNUZ, SUÇU NEYMİŞ, ALLAH'TAN KORKUN"

A.T.: Dervişin fikriyle zikri… Biz biliyoruz, ucu Yargıtay’a, Danıştay’a kadar uzanan bir network oluşturursanız bunlar olur. Yargı o kadar sütten çıkmış ak kaşık değil. Uzun tutukluluğu konuşuyoruz. Cemil Çiçek der ki hukuk fakültelerinde iyi öğrenci yetiştirin. Yargı, emniyet Başbakan’ın oğlunu gözaltına almak istedi, ne için? Allah’tan korkun. Bir vakıfla, TÜRGEV, bir okulla ilgilendiği için. Ne var? TÜRGEV, kız öğrencilere yurt yapıyor. Bir bakın, belediyeler yardımcı oluyor, bakıyorsun belediye başkanını derbest ediyor. Ha çamur at, izi kalsın. Başbakan’ın oğlu, çocukları üzerinde de tepin. Böyle bir görüntü var, bu işlerde insaf yok. Bakın Nedim Şener, İlhan Cihaner bir şey söyledi. Düşünce olarak onlardan farklı yerdeyim. Ben bu işte dün Ergenekon, Balyoz operasyonunu yönetenlerle aynı yerde bulunmak istemiyorum dedi. Bir süre sonra bu isimler AK Parti’yi destekleyecekler. Şu andaki Emniyet’in, yargının davranışlarını fazla kutsamayın, bu aidiyetler fazla kutsal değil.

E.Ç.: Bir kısım medya sahipleniyor, abiler dinleniyor, emir mi yerine getiriliyor?

"HÜKÜMETİN DE, CEMAATİN DE BAZI SÖYLEMLERİNİ YANLIŞ BULUYORUM"

A.T.: Mesela hizmet medyasının şu anki durumuna kim karar veriyor. Oturalım iktidarla şöyle bir hesaplaşma başlatalım denilen bir merkezi karar organı var mı? Ya da Hocaefendi bir plan yaptı da, Samanyolu TV, Bugün ve Zaman gazeteleri o kararla mı yayın yapıyor. Böyle kendini kendini dolduran bir mekanizma kendini işliyor. Hocaefendi bir konuşma, beddua vb. işte… Dün hizmetten biriyle konuştum. Hocaefendi bu konuşmayı yaptıktan sonra kendi görüntüsünü seyretti mi, aaa Türkiye bunu görsün hemen dedi mi? Benim tanıdığım Fethullah Gülen Hocaefendi bunu demez, neredeyse münzevi olan hayatına saygı duyduğum bu insan, bu yayınlansın, Türkiye’deki o insanlar izlesin. Ama yayınlandı, bence birileri yayına koydu. Sonra tartışılıyor, ben böyle bir insanın tartışılmasını, böylesi sembol isimlerin tartışılmasını istemiyorum, sosyal medyada karikatürize ediliyor. Sadece kendisi değil diğer önderler de yıpranıyor. İktidara söylenecek sözler olabilir. Mesela Başbakan’ın “İnlerine gireceğiz” sözlerini doğru bulmuyorum. Mesela “Bedduaya lanet, duaya davet”, lanet nedir, bu doğru iletişim biçimi değil, Hocaefendi’ninki de değil. Yoksa insanlar kavgada yumruk sayılmaz iklimine girdi. Hizmet camiası bu işten yara almamalı. Ama savcılar kiminle istişare ederek böyle bir kamuoyu oluşturma operasyonu yaptılar, medya ilişkisi nasıl oldu, bunların sorgulanması lazım. Mesela bu fırtınalı ortamlarda işine içine girerseniz, farkında olmazsınız, öylesi bir ortam yaşanıyor. Şunu da söylemek isterim.

"CEMAAT, CHP İKTİDARDA OLSAYDI BÖYLE BİR KAVGAYA SOYUNUYOR MUYDU?"

Mesela Türkiye’de CHP iktidarı olsaydı, hizmet camiası böylesi kıran kırana bir savaşa soyunur muydu? Bence soyunmazdı. Peki neden böyle muhafazakar bir iktidara karşı savaş veriliyor. Bence gözüne kestiriyorlar, bu bizdendir, dövülür. Bu bana dokunuyor, canımı acıtıyor. O Resullullah Efendimizin “Koşan dursun, duran otursun” lafını hatırlamamız gerekiyor.

E.Ç.: En kısa zamanda yazılarınızı okumak istiyoruz. Allah size güzel ömürler nasip etsin, başımızdan eksik etmesin. Çok teşekkürler.