Bölgemizde yönetim kadrolarının etnisitelere, mezheplere, dinlere göre bölüştürülmesi esasına dayanan, Lübnan, Irak gibi şu veya bu sebeple başarısız olan devlet örgütlenmeleri varken, özelde Suriye'de genelde bütün bölgede bu sistemin yaygınlaştırılmasının amaçlandığı, bu yönde adımların atıldığı gözden kaçmıyor. Bahçeli'nin "Cumhurbaşkanının, biri Kürt, biri Alevî iki yardımcısı olsun" şeklindeki sözleri de bu sürecin, özellikle Suriye örneğinde fiilen uygulamaya konulmaya çalışıldığı bir dönemde gündeme geldi. Tabi tartışmalar da başladı. Kuşkusuz bölgede Türkiye gibi, bir göreve gelmek için kişinin etnisitesine, mezhebine, dinine bakılmayan ülkeler de vardır, yasalara göre. Ama herkes bilir ki, insanları etnisitesine, mezhebine, dinine göre konumlandıran, görevlendiren güçlü bir damar da her zaman olagelmiştir. Hatta bu ayırımcı damarın dönemsel olarak devletin temel politikası haline geldiğinin de örnekleri var. Mesela 1930'ların tek parti iktidarının Adalet Bakanı Mahmut Esas Bozkurt "Bu milletin efendisi Türklerdir, öz Türk olmayanların hakkı hizmetçiliktir, köleliktir" demişti. Bu anlayış, en az seksen sene bu ülkede etkin oldu. Yirmi küsur seneden beridir bu anlayışın geriletildiğini, geriletilmeye çalışıldığını da unutmayalım. Bu yüzden sayın Bahçeli'nin sözlerini, emperyalizmin yukarıda işaret ettiğimiz etnisite ve mezhep esasına dayalı yeni devlet modeli dayatması bağlamında değil, tek parti zihniyetinin ırkçı uygulamalarının geriletilmesi, kalıntılarının giderilmesi bağlamında ele almak gerekir.
Devlet Bahçeli'nin siyasal çizgisini ve sembolik dilini, özenle kullandığı retoriği yakından takip edenler, Lübnan, Irak ve muhtemel Suriye'dekine benzer başarısızlığı kanıtlanmış bir modeli kast etmediğini bilirler. Bahçeli, bir yıla yakındır gerçekleştirdiği çıkışlarıyla 1930'lardan itibaren ülkeye egemen kılınan anlayışa neşter atıyor aslında. Bir idari yapılanmayı önermekten ziyade, bir zihniyet devrimini gerçekleştiriyor. Mevcut sistemin şeklinde değil, ruhunda değişiklik öneriyor. Bu arada tek parti zihniyetinin ırkçı uygulamalarının en büyük mağdurları Kürtlerin ve Alevîlerin yaralarını sağaltmaya çalışıyor. Çünkü Mahmut Esat Bozkurt, yaptığı açıklamanın ecnebileri incitmiş olabileceğini düşünmüş olmalı ki "ben daha önce yapmış olduğum açıklama ile misafirlerimiz olan ecnebileri kast etmedim" diyerek asıl hedefinin içerideki "öz Türk olmayanlar" olduğunu ifade etmişti. Bahçeli başlatılmış olan iç cepheyi tahkim sürecinde, tek parti rejiminin gadrine uğramış olan toplumsal kesimlere yönelik ırkçı-şoven zihniyeti bertaraf ediyor. Bazılarının bu devrimci çıkışı itibarsızlaştırmak amacıyla söylediği gibi, Lübnan benzeri bir idari yapılanma önerisi söz konusu değildir.
Yapılmak istenen, "şu koltuklar Kürtlere aittir, falanca makamlar da Alevîlere ayrılmıştır" gibi başarısızlığı, ilkelliği kanıtlanmış bir model önermek değil, her Kürdün, her Alevînin devlet yapılanması içindeki her makama ehil olması ve elbette kendisi kalması koşuluyla gelebileceğine inandırılması girişimidir. Devlet, bu söylemi kağıt üzerinde kalmış bir umuttan çıkarıp fiilen gerçekleşen bir vakıaya dönüştürmek istiyor.
"Kürtler ve Alevîler ne zaman hangi makamlara gelememişler? Bu ülkede Cumhurbaşkanı olan İnönü, Özal, Gürsel Kürt değil miydi? Bugünkü hükümette görev alan falanca Bakanlar Kürt değil mi? En önemlisi Cumhurbaşkanının halihazırdaki yardımcısı Kürt değil mi? Hani, nerede ayırım?" şeklindeki itirazlar, Türkiye'nin tek partili geçmişini ve etkisini gözden kaçırmak isteyenlerin, ülkemiz açısından son derece hayırlı sonuçlar doğuracak olan bir zihniyet devrimini itibarsızlaştırma girişimleridir. Bunlara, aynı zihniyetin egemen olduğu bir dönemde bakan olmuş Şerafettin Elçi'nin bakanlık görevi devam ederken "ben Kürdüm" dediği için 12 Eylül darbesinden sonra hapse atıldığını hatırlatmak gerekir.