Star Gazetesi Yazarı Esra Elönü'nün 24 TV'deki Arafta Sorular programına konuk olan Koç Üni. Öğr. Üy. Prof. Dr. Şener Aktürk dikkat çeken açıklamalarda bulundu.
'DAYTON BARIŞI'NA BAKTIĞIMIZ ZAMAN, BOSNA HERSEK'İN YARISINI, %49'UNU, SOYKIRIMIN FAİLİ OLAN REJİME BIRAKAN BİR BARIŞ ANLAŞMASI.'
'Hristiyanlar hiçbir zaman Avrupa kökenli Hristiyanlarla aynı seviyede görülmedi. Maalesef bu anlayış bir bakıma devam etti. Yugoslavya örneği, insani müdahaleler açısından kısmen bir istisna sayılabilir; ancak orada da soykırım büyük ölçüde gerçekleştirildikten sonra, üçüncü yılında sınırlı bir müdahale geldi. Geçtiğimiz haftalarda Dayton Barışı'nın 30. yıl dönümüydü. Dayton Barışı'na baktığımızda, Bosna-Hersek'in yarısının, yani yüzde 49'unun, soykırımın faili olan rejime "Republika Srpska" adıyla bırakıldığını görüyoruz. Bugün Bosna-Hersek'in yüzde 49'unu fiilen ve kısmen yasal olarak da soykırımın faili kabul edilen bu entite yönetiyor. Bunun benzeri neredeyse düşünülemez; açıkçası bu, soykırımın doğrudan ödüllendirilmesidir. Bu gibi örnekler çoğaltılabilir. Burada asıl önemli soru, kimin insan olarak görülüp görülmediğidir.'
İlim Yayma Ödülleri Sosyal Bilimler Ödülü'nün sahibi Prof. Dr. Şener Aktürk:
'Modern dünyanın temelleri diyebileceğimiz kurumların çıktığı dört beş ülkenin (İngiltere, Fransa, Portekiz, İspanya, kısmen İtalya) tamamı, ortaçağda ülkelerindeki Hıristiyan olmayan ve hatta Katolik olmayan tüm nüfusu tamamen yok etmiş ülkeler.' dedi.
'Dünyanın geri kalanından ayrılan emsalsiz bir başka özellik, Batı Avrupa'nın daha Orta Çağ'da tek dine ve tek mezhebe indirgenmiş olmasıdır. Burada niceliksel bir farktan bahsetmiyorum. Dünyanın her yerinde katliamlar, sürgünler ve benzeri olaylar yaşanmış olabilir. Ancak dünyanın başka hiçbir karşılaştırılabilir bölgesinde yalnızca Portekiz'de, Aragon'da, Navarre'da, Kastilya'da ya da sadece Fransa ve İngiltere'de değil Batı Avrupa'nın tamamında, yalnızca Sicilya'da değil tüm Katolik Batı Avrupa'da halkın bütünüyle Hristiyan ve üstelik Katolik mezhebine mensup hale gelmesi söz konusudur. Bu durum, Batı Avrupa'yı dünyanın geri kalanından ayıran temel bir farktır. Doğu Avrupa'da farklı dinler ve mezhepler mevcuttur. Ortodoks yönetimindeki bölgelerde, Rusya'da ve Orta Doğu'da zaten olağanüstü bir dini ve mezhepsel çeşitlilik vardır. Güney Asya ve Doğu Asya'da da benzer şekilde çeşitlilik göze çarpar; Çin'de bile sayıları çok fazla olmasa da Müslüman nüfus her zaman var olmuştur. Sadece Batı Avrupa'da durum farklıdır. Üstelik biliyoruz ki ulus-devlet, modern demokrasi, kapitalizm, modern bürokrasi ve modern anlamda üniversiteler gibi modern dünyanın temel kurumları da İngiltere, Fransa, Portekiz, İspanya ve kısmen İtalya gibi birkaç Batı Avrupa ülkesinde ortaya çıkmıştır. Bu ülkelerin tamamı, Orta Çağ'da kendi topraklarındaki Hristiyan olmayan ve hatta Katolik olmayan tüm nüfusu tamamen ortadan kaldırmışlardır. Tek bir aile, tek bir köy kalmayacak biçimde yürütülen bu süreç büyük bir başarıdır. Orta Çağ koşullarında böylesine kapsamlı bir toplumsal ve demografik mühendisliği nasıl gerçekleştirebildikleri sorusunu hep sordum. Bu da kitabın ana sorusudur. Bana kalırsa bu süreci hükümdarlar yönlendirmedi. Literatürde bazen ileri sürüldüğü gibi, cahil halkın Müslümanlara ya da Yahudilere karşı ayaklanmasıyla ortaya çıkan bir hareket de değildir. Burada esas aktör, ana özne; papalık liderliğindeki ruhban sınıfıdır. Ruhban sınıfı, Batı Avrupa ölçeğinde tüm hükümdarlara, Müslümanları ve diğer Hristiyan olmayan ya da Katolik olmayan nüfusları yok etmeleri konusunda ısrarla baskı yapmıştır. Ve tüm devletler bu baskıya uymuştur.'




