Çilem Doğan davasında 13 Temmuz 2016 günü verilen karara itiraz edildi!
Çilem Doğan eşini öldürdükten sonra hapise girmiş, toplumda büyük yankı uynadıran olayın ardından savunmasını yapmak adına avukatlar bir araya gelmişti. Çilem Doğan'ın eşinin kendisini fuhuşa zorladığını ve eğer fuhuş yapmazsa öldüreceğini bildiği için nefs-i müdafaa yaptığını söylemişti. Daha sonra Çilem Doğan kefaletle serbes kalmış ancak dava sonuçlanmamıştı. Henüz beraat kararı verilmeyen ve suçsuzluğu tamamıyla ispatlanmayan Çilem Doğan davasında bugün şok bir gelişme yaşandı:
Çilem Doğan'ın yaptığı savunmanın inandırıcı olmadığı ve ispat niteliğinde herhangi bir işaret ya da kanıt olmadığı söylendi. Bu durum şu şekilde açıklandı:
"Çilem Karabulut'un eşi Hasan Karabulut tarafından 2 yıl içinde değişik zamanlarda tokat atmak, yumrukla vurmak, eliyle iteklemek gibi şiddete rağmen ailesine sığınmadığı, Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğüne başvurarak gerekli yardımları almadığı, kimlik değiştirmeyi de içeren koruyucu tedbirlere başvurma imkanı bulunduğu halde öldürdüğü eşi ile aynı evi paylaşmaya devam ettiği ifade edildi.
Çilem Karabulut'un aile mahkemelerinden alınan tedbir kararlarını şikayetinden vazgeçerek kaldırttığı belirtilen kararda, olayın meydana geldiği
gün eşinin kendisini Antalya'ya fuhuş yaptırmak amacıyla götüreceği, buna zorladığı yönündeki savunmasının da doğrulanamadığı kaydedildi. Olay sırasında eşi tarafından darbedildiği savunmasının da kesin olarak doğrulanamadığı ifade edilen kararda, Hasan Karabulut'un öldürülürken uyuyup uyumadığının da belirlenemediği belirtildi."
ÇİLEM DOĞAN MEŞRU MÜDAFA YAPMADI!
Çilem Doğan'a "ceza verilmemesi" yönündeki itirazın sebebi ise şöyle açıklandı:
"Somut olay değerlendirildiğinde, sanığın olaydan yaklaşık bir gün sonra alınan raporunda yeni darp ve cebir izine rastlanılmaması karşısında olay günü savunmalarında belirttiği şekilde yönelmiş bir saldırı olduğunun ispatlanamadığı, bu nedenle meşru savunmanın şartlarından olan saldırıya ilişkin koşulların oluşmadığının kabulü gerekeceği, bir anlığına sanığın savunmalarına itibar edilerek saldırının varlığı kabul edilse dahi savunmalarına göre maktulün saldırısının hayatına yönelik olmadığı, maktul sanığı olay günü öldürmek isteseydi üzerinde taşıdığı suçta kullanılan atışa hazır vaziyette bulunan silah ile bunu yapabileceği, bu nedenle meşru savunmanın savunmaya ilişkin şartlarından saldırı ile savunma arasında oran bulunması şartının gerçekleşmediğinin kabulü ile belirtilen nedenlerle sanık hakkında şartları oluşmayan meşru savunma hükümleri uygulanmamıştır."
Çilem Doğan 33 yaşında Adana’da yaşayan biridir. Bir kızı olan Çilem Doğan kendisini fuhuşa zorlayan kocasını öldürmesi ile Türkiye gündemine girmiştir. Tutuklanmak için götürülürken “Hep kadınlar mı ölecek, biraz da erkekler ölsün?” demesiyle gündem olan Çilem Doğan, Hasan Karabulut’u silahla öldürmesinden dolayı 15 yıl hapse mahkûm edilmişti.
Çilem Doğan, 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde "yakın akrabayı öldürme" suçundan ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası istemiyle yargılandığı davada karar duruşması için hâkim karşısına çıkmıştı.
Mahkemeye üzerinde İngilizce “geçmişime verdiği bütün derslerden dolayı teşekkür ederim” yazılı tişörtüyle gitmişti. Çilem Doğan savunmasında “Şu adliye koridorlarında yüzüm mor şekilde çok dolaştım koruma kararları için. Başka bir seçeneğim kalmamıştı" dedi. Mahkeme başkanı, Çilem Doğan'ın işlediği cinayetten dolayı ceza almaması için şerh koydu. Oy çokluğuyla alınan kararda iyi hal indirimi de uygulanarak Doğan'a 15 yıl hapis cezası verildi.
"Uyuşturucu kullandığını sürekli inkâr etti. Evliliğimizin 28. gününde hastalandığımı ve başımın ağrıdığını beni hastaneye götürmesini istedim. Hastaneye gideceğiz diyerek beni Çatalan Köprüsü'ne götürdü. Ben de hani hastaneye gidecektik burası neresi dediğim zaman otomobilin içinde beni yumruklayarak kulağımdan yaraladı. Sonra beni ormanlık alana götürerek darp etmeye başlayıp, 'fuhuş yapıp bana para getireceksin' dedi. Sonra beni eve getirerek 3 gün kapıyı üzerime kilitleyip aç susuz bıraktı. Annem ve kayınvalidemler bana ulaşamayınca eve gelip benim hapis olduğumu görünce Hasan'ı arayıp 'gel kapıyı aç yoksa polis çağıracağız' dediler. Bunun üzerine Hasan geldi ve kapıyı açtı. Annem de beni kendi evine götürdü. Eve gittikten sonra bu olayla ilgili Cumhuriyet Polis Merkezi'ne giderek şikayette bulundum ve yasal işlem başlatıldı. Ben bu arada 1 haftalık gebe olduğumu öğrendim. Hasan da sürekli eve gelip eşimi istiyorum diyordu. Hamile olduğum için onu affedip tekrar kendi evime döndüm. Doğum günü gelip sancı başlayınca hastaneye yattım. Hastaneye gittiğim gün annem ve kayınvalidem yanımdayken uyuşturucu almış bir vaziyette yanıma gelerek ben NTS cihazına bağlıyken beni dövmeye başladı. Benim için annesine hitaben, 'Bu çocuk benim değil ben bu çocuğun doğmasını istemiyorum, doğarsa bu çocuğu öldürürüm bırakın bu kadını benimle gelin' dedi. Bunun üzerine kaynanam 'sen git ben çocuğumun doğmasını bekleyeceğim sen namussuzsun biz namusluyuz' diyerek Hasan'ı hastaneden gönderdi. Daha sonra benim bir kız çocuğum oldu. Annem Hasan'ı arayarak doğum yaptığımı söylemiş Hasan 'Bana ne lan' diyerek telefonu kapatmış. Hastane masrafını annem ödedi biz hastaneden taburcu olarak annemin evine gittik. Bir hafta sonra Hasan beni aramadığı için ben Hasan'ı arayıp 'gel bizi ele güne rezil etme çocuğunla karınla ilgilen' dedim. Ancak Hasan o zaman gelmedi ama 10 gün sonra geldi ancak çocuğun yüzüne bile bakmadı ve gitti. Bir süre sonra da annemler beni ve çocuğumu kendi evime bıraktılar."
HASAN KARABULUT BENİ SÜREKLİ DÖVDÜ
"Benim karnım daha dikişliyken beni dövüp annemden para iste dedi. Ancak hamilelikten yeni çıktığım için bu olayla ilgili polise müracaat etmedim. Bu tür nedenlerden dolayı Hasan Karabulut beni sürekli dövdü ben de sürekli polis merkezine başvurdum bundan dolayı evden uzaklaşma da aldı. Hatta başka cezalar da aldı. Bana şiddet uyguladığı için avukat tutarak boşanma davası açtım. Ancak araya aile büyükleri girerek arada çocuk var diyerek beni boşanmadan vazgeçirdiler. Boşanmadan vazgeçmemde Hasan Karabulut'un beni telefonla arayarak 'benden boşanırsan, anneni, babanı, kardeşlerini öldürürüm' tehditleri de etkili oldu.
HASAN, BENİ FUHUŞ YAPTIRMAK İÇİN ANTALYA'YA GÖTÜRMEK İSTEDİ
Hasan, beni fuhuş yaptırmak için Antalya'ya götürmek istedi. Son 3 gündür Hasan eve gelmiyordu. 8 Temmuz 2015 günü saban 07.00'da eve geldi. Bebeği yatak odasından çıkarmamı istedi ben de diğer odaya götürdüm. Daha sonra yatak odasına tekrar geldiğimde, her zaman belinde taşıdığı tabancayı yastığın altına koydu, soyundu valiz çıkardı 'ben biraz uyuyacağım iki kadın ve sen hazırlan Antalya'ya gideceğiz' dedi. 'Diğer 2 kadınla birlikte sen fuhuş yapıp bana para kazanacaksınız artık Adana ile ilişkilerini kes' dedi. Ben kendisine bakınca 'ne bakıyorsun bundan sonra lafımı ikiletme' diyerek saçlarımdan tutup sürükledi ben de düştüm, saçımdan tuttuğu için Hasan da yatağın arasına düştü. Benim elim de yastığın altına gitti. Antalya'ya gitmeyip fuhuş yapmayacağım için Hasan'ın beni öldüreceğini düşünerek yastık altındaki tabancayı alarak, Hasan bana dönmeden ona ateş etmeye başladım. Kaç el ateş ettiğimi bilmiyorum çünkü tabancadan anlamıyorum, sonra tabancayı yatak odasına bırakıp, Hasan gelebilir diye yatak odasının da kapısını kilitledim bebeğimi de evden alarak kaçtım."
AVUKATINDAN ‘TAHLİYE’ TALEBİ
Tüm bu gelişmelerin ardından, Çilem Karabulut’un avukatı İsa Ayanoğlu, davanın görüldüğü Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ne itirazda bulundu. Ayanoğlu, söz konusu başvurusunda müvekkili için tahliye talebinde bulunmuş, buna gerekçe olarak da Mahkeme Başkanı’nın ‘muhalefet şerhi’ ve Yargıtay’ın bozma kararı vermesi halinde Karabulut’un 3-4 yıl boşa hapis yatacağı ihtimalini ortaya koymuştu.
50 BİN TL’LİK ‘KEFALET’ İLE SERBEST
Bu talebi yerinde gören mahkeme heyeti, Ayanoğlu’nun başvurusu üzerine Çilem Karabulut için ’50 bin TL’lik kefalet belirledi. Söz konusu paranın ödenmesiyle birlikte Karabulut, Mersin’in Tarsus ilçesindeki Kadın Cezaevi’nde tahliye edilmesi bekleniyor. Kararı değerlendiren İsa Ayanoğlu, “Bu karar, şiddet gören kadınlar adına önemli bir zaferdir” yorumunu yaptı.
HUKUK MÜCADELEMİZİ KAZANDIK
İsa Ayanoğlu, açıklamasının devamında da şu görüşleri dile getirdi; “Bir erkek olarak, mazlum ve mağdur olan kadınların yanında olmaktan hem vermiş olduğumuz bu hukuk mücadelesinde başarıya ulaşmış olmaktan çok mutluyum. Umarım Yargıtay bu kararı esastan da bozar ve dosya beraatla boşar. Çünkü bu bir beraat değil, tahliye kararıdır. İnşallah beraat kararı da Yargıtay’ın bozmasıyla ortaya çıkacak.”
Olay şöyle oldu Hakim Bey ben anlatayım en baştan;
İnsan çocukken, anasında babasında ne yoksa onu arıyor demek ki.
14-15 yaş da çocuk yaşı bence. Annem sürekli bir evi çekip çevirme telaşında, baba desen ne iş bulsa onun peşinde, kolay değil evde kaç nüfus onun eline bakıyor.
Yani evde a’federsin aşk yok Hakim Bey.
Zaten daha yeni genç olmuşum, kalbim her daim ağzımda, televizyonda izliyorum dizileri, nasıl da tutkulu aşklar, kıskançlıklar, vazgeçememeler. Çocukmuşum daha ama kazınmış aklıma, “ben aşık olup evleneceğim” dedim.
İstedim ki uyurken yüzüne keyifle bakayım, bir bulgur bile pişse evde soframı özenerek kurayım.
Ben bunun a’federsin yeşil gözüne kandım Hakim Bey.
Yeşil böyle çayır çimen ormandır ya hani; ruhum kanatlanıp uçacak sandım.
Yeşile uzun bakılır, bıkılmaz sandım. Çocuk da değildim artık ya işte insanın gönlü kaymayıversin.
Kabul ediyorum. Buraya kadar benim suçum.
O çok ağladığım film gerçekmiş; sevgi emekmiş, bilemedim. Cahilliğime verin.
Ama yeminle gerisinin günahı bende değildir.
28 gün sürdü o yeşil gözlerin derinliği, 29. gün yediğim yumrukla al oldu elmacık kemiklerim, sonrasında öğrendiğim; morluklar iyileşirken yeşile dönüyor insan derisinin rengi. O’dur yani.
Bitmedi Hakim Bey.
Bir yumrukla bitmedi.
Ne iş yaptığını bilemiyordum, dükkanı vardı esnaf sanıyordum.
Milleti haraca bağladığından, tefecilikten kazandığı ile benim çorba kaynattığımdan haberim yoktu.
Her öğrendiğim yeni bir iz oldu bedenimde. Allar mora, morlar yeşile dönüştü.
Ben zaten elimden geleni yaptım. Mahkemede ben değil, o sanık olsun istedim.
Her bir fiskeden sonra karakolda aldım soluğu. İnsanım sandım devlet nezdinde.
Devletin verdiği nikah cüzdanı benim yaralarımdan daha geçer akçe çıktı. Her seferinde benzer tavsiyeler ile yollandım karakoldan.
Azıcık sabırlı olacaktım, yuva kolay kurulmuyordu, biraz suyuna gideydim, erkeklik onurunu rahat bırakaydım. Aile içinde olan biraz da aile içinde kalsındı.
Canım çok yanıyordu ama Hakim Bey.
Onun erkeklik onurunun limiti yoktu. Fasulye kılçıklıysa onuruna mı dokunuyordu? Çocuk yaramazlık yaparsa gururu mu zedeleniyordu? Halı bizim namusumuz muydu da leke olunca beynimde patlıyordu?
Ellerime bakın Hakim Bey, çamaşır suyu ile çatlamıştır, bir de ciğerimi görebilsek keşke, kederden ve soluduğum deterjanlardan çoktan solmuştur.
Dedim ki kendime, benim canım değilse de, kendi parası, yasası bu devletin önemlidir.
Bu adam yasaları çiğniyor, bari gideyim onu ihbar edeyim.
Dövmekten yargılanmazsa, eve giren kanlı paradan yatsın bari. En azından soluk alırdık birkaç yıl kızımla ben.
Kızım var benim Hakim Bey, ellerinizden öper.
Çok akıllı çok usludur aslında.
Bebekken de böyleydi. Hamileyken yediğim dayaklardan bir haller oldu sanırdım başlarda. Ama demek ki anasına daha da dert olmamak için Tanrı vergisi sakin oldu yavrucak.
Benim ihbarlar kafi gelmedi. Savcıya söyler sandığım polis gitti durumu koca dediğim adama anlattı.
Yolun başında göründüğünde anladım. Malum olmuştu zaten, kalbim ağzımda atıyordu gün boyu.
Analık refleksi de istersen Hakim Bey, ilk iş kızıma sarılıp kokladım.
İnsan öleceğini anlıyor biliyor musun?
Kırar gibi çaldı kapıyı.
İlk 10-15 dayaktan sonra, insan korkmaz oluyor kaba dayaktan.
Canının ne kadar yanacağını biliyorsun. Acı eşiğin de yükseliyor. Yine de her seferinde yüreğin ağzına geliyor, için kanıyor gibi hissediyorsun. İçin kanarsa ölürsün.
Biz filmlerden, biz ölenlerden öyle gördük.
Dayaktan değil de ölmekten korkar oluyor insan.
Öyle bir ölüm korkusu vardı yine içime. Ama ilk kez o gece, çocukken anamın yaptığı keşkeğin tadı geldi ağzıma.
Bir de çocukluğumdan kısacık bir piknik anısı, ayaklarımı dereye sokmuş oynarken annemin elime tutuşturduğu ekmek arası köfte, bir de kızım doğduğu gece kucağımda bir bebek kokusu ile daldığım yorgun ama mutlu ilk uyku.
İnsanın hayatı bir film şeridi gibi geçiyorsa ölmeden önce gözlerinin önünden; işte benim mutlu sahnelerim de bu kadarcıkmış demek ki.
“Çocuğu odaya götür” dedi bana.
Ahlakı da bu kadar işte, anasız kalsın çocuk, ama anasını da ölü gözleri tavana bakarken hatırlamasın istedi herhal.
Aklımdan o kadar çok şey o kadar kısa sürede geçti ki Hakim bey, ben inanın sandığınızdan daha akıllıyım sanırım.
Uzattım biraz kızımı odaya götürüp yatırma faslını.
Hatta sonra bir de “dur çamaşırları asayım” dedim.
Ama bu kadardı yeminle Hakim Bey. Tüm planım azıcık daha hayatta kalabilmekti.
Bir kaç dakika daha.
Yüzümde patlayan kabza planda yoktu, yatağa savrulmayı planlamadım, elim yeminle kazara girdi yastığın altına.
O yastığın altına daha o sabah silah sakladığını bile bilemezdim.
Gözlerini görseniz, kafasından çok daha öndeydi, tükürükleri yüzümde patlıyordu. Yumruğu öyle hızlı iniyordu ki aralarda nefes bile alamıyordum.
Seyit Çavuş’u hatırlayın Hakim Bey, bize ortaokulda anlattılardı. 200 kiloluk mermiyi kucaklayıveren Seyit Çavuş.
Savaş gibi bir şeydi, memleket değil, ben elden gidiyordum.
Elim metale değdi.
200 kiloluk mermiyi kavrar gibi, parmaklarım yerini buluverdi.
Yoksa Hakim Bey yeminle, sahil kenarında balon bile vurmuş değildim.
Sıktım mı hatırlamıyorum, kaç kere sıktım hatırlamıyorum.
Üzerime düştü bir onu biliyorum, bir de ağırlığından kurtulmaya çalıştığımı.
Üzerimde hep bir ağırlıktı zaten ama böylesini ilk yaşadım.
Nasıl kalktım bilmiyorum, kızımı nasıl aldım kucakladım, ayağımda terlik var mıydı, üstüm kan mıydı vallaha hatırlamıyorum.
Öldüğünü duyunca kendim geldim söyledim Hakim Bey.
“Sanırım ben yaptım” dedim.
Nasıl oldu anlamadım ama sanırım ben yaptım.
Erkekler takım elbise giyip önüne bakınca cezası iniyor, benim takımım, kravatım yok. Annem apar topar bu tişörtü bulabilmiş.
Bir de ne yalan söyleyeyim hayatta kalmış olmanın saklayamadığım bir sevinci var içimde.
O ölmese ben ölecektim.
O size, beni pazarlamaya karar verdiğini söylemeyecekti, başka adamların koynuna beni sokma planlarını anlatmayacaktı, benim patlıcan fazla pişti diye, perdeler azıcık kirlendi diye, masada kırıntı kaldı diye yediğim dayakları söylemeyecekti, kaç kere hastanelik olduğumdan bahsetmeyecekti.
Çay bahçesinde çekilmiş bir fotoğrafım var. Biraz yan gülmüşüm. Belki de o fotoğrafı gösterip namussuz karılar gibi çıkmış filan diyecekti.
Karısını başka adamlara satan o değilmiş gibi “namusumu temizledim” diyecekti.
Siz onu 3-5 yılla yargılayıp, namusu kirlendi diye mazur görüp, yandan gülüşümü tahrik sayıp bir de üzülecektiniz adama.
Oysa namus benimdir Hakim Bey, bir kağıda imza attık diye kimselere bırakmam.
Sonuna kadar idare edebilmiş olmam, elaleme değil de başıma gelenleri hep karakollara anlatmış olmam, kızıma hiç fark ettirmemiş olmam namusumdur.
O utanmamış yaptıklarından, benim utanacak bir şeyim yoktur.
İçimdeki hayatta kalma mutluluğunu atamıyorum Hakim Bey.
Ağlayamamam bundandır.
Ne yalan söyleyeyim aynı acının çemberinden geçmiş, sağ kalabilmiş kadınlarla aynı koğuşta, bir ömür kazasız belasız da yaşarım ben ama benim bir kızım, bir de memleketin aç kaldığı bir adalet var.
Gel sen, ölmedim diye beni cezalandırma, benim bir derdim; kızımın bari mutlu olmasıdır.
Yanında ben olayım.
Can alan bir katil değil, can derdinde bir kadın de bana.
Kurşunla yatıp kurşunla kalkan, yastığın altında silahla yatan adamlar hiç eceliyle ölmüş mü?
Hem sevebilseydi o da ölmezdi di mi ama?
Öldüyse hepsi benim suçum mu?