Doha'da düzenlenen İİT – Arap Birliği Olağanüstü Ortak Zirvesi, İsrail'in Katar'ın başkentine gerçekleştirdiği saldırının ardından bölgenin ortak iradesini göstermek açısından tarihi bir dönemeç oldu. Hamas heyetinin ateşkes görüşmeleri yürüttüğü sırada gerçekleştirilen bu saldırı, yalnızca Katar'ın egemenliğine değil, diplomasinin dokunulmazlığına ve bölgesel barış umuduna da açık bir meydan okumaydı. Zirveden yayımlanan sonuç bildirisi, bu saldırının "tüm Arap ve İslam devletlerine yönelmiş bir tehdit" olduğunu net biçimde ortaya koydu ve yalnızca kınama ile yetinmeyip hukuki, diplomatik ve ekonomik önlemler çağrısında bulundu.
Bildirinin dili, uzun süredir alışılmış retoriğin ötesine geçen bir kararlılığı yansıtıyor. İsrail'in Katar'a yönelik saldırısının "egemenliğin açık ihlali ve bölgesel barışa karşı ciddi bir tehdit" olduğu tespit edildi; tüm devletler, İsrail'in cezasızlığını sona erdirmeye, yaptırımlar uygulamaya, diplomatik ve ekonomik ilişkileri gözden geçirmeye davet edildi. Dahası, İsrail'in Birleşmiş Milletler üyeliğinin askıya alınması ve Filistin Devleti'nin tanınması için uluslararası çabaların artırılması çağrısı, zirvenin ciddiyetini ve geleceğe dair stratejik vizyonunu gösteriyor. Bu ifadeler, bugüne kadar çoğu zirvede eksik kalan caydırıcılık unsurunun habercisi niteliğinde.
Ancak bildirinin başarısı, satırlardaki sertlikten çok, uygulanabilirliğe bağlıdır. İsrail'in Katar'a saldırısında altı kişinin yaşamını yitirmesi, diplomatik misyonların ve arabulucuların dahi hedef hâline getirildiğini kanıtlıyor. Bu saldırıya "korkakça ve yasa dışı" nitelemesi yapmak, diplomasi geleneğini savunan ülkelerin asgari görevidir; asıl sorumluluk ise bildirinin çağrısını somut adımlarla desteklemektir. İsrail'in bu eylemi 1968 Viyana Sözleşmesi'ni açıkça ihlal ediyor; uluslararası toplumun diplomatik misyonların dokunulmazlığını korumakla yükümlü olduğunu hatırlamak gerekiyor. Hukuki girişimler, Uluslararası Adalet Divanı ve BM mekanizmaları aracılığıyla derhâl başlatılmalı; ekonomik yaptırımlar ve diplomatik baskılar, bildirinin ruhuna uygun şekilde hayata geçirilmelidir. Netanyahu hükümetinin işlediği belgelenmiş suçlara karşı, başta Uluslararası Adalet Divanı olmak üzere hukuki yolların kullanılması, artık bir seçenek değil zorunluluktur. Dahası, yalnızca hukuk değil; Çin, Rusya ve BRICS ülkeleri gibi Batı dışı güçlerle iş birliği yaparak geniş bir cephe oluşturmak, İsrail'in dokunulmazlık algısını kırmanın tek gerçekçi yoludur.
Bu zirve, Arap ve İslam dünyasının stratejik bir eşikte olduğunu gösteriyor. İsrail'in tehditlerinin "provokasyon" ve "tehlikeli tırmanma" olarak tanımlandığı bildirideki ifadeler, artık sözlerin yetmeyeceğini açıkça ortaya koyuyor. Katar'ın güvenliğine verilen mutlak destek ve "gelecekte herhangi bir Arap ya da İslam başkentinin hedef alınamayacağı" yönündeki kararlılık, ancak caydırıcı mekanizmalarla anlam kazanacaktır. Bölgenin kolektif güvenliği, bu bildirinin eyleme dönüşmesiyle mümkün olabilir.
Doha Zirvesi, diplomatik tarihe güçlü bir mesaj olarak geçebilir: Artık kınamalarla yetinme dönemi sona ermiştir. İsrail'in hukuksuzluğunu sınırlayacak irade, yalnızca bildirinin satırlarında değil, o satırları hayata geçirecek siyasi cesarette yatıyor. Bölge ülkeleri, eğer bu cesareti gösterirse, Ortadoğu'da kurallara dayalı düzen ve barış umudu yeniden inşa edilebilir.