Oda TV'de Hürrem Elmasçı imzasıyla yayımlanan bir yazıya denk geldim. Okulların tatile girmesini vesile ederek, yıllarca Müslümanlara sistematik baskılar uygulamış, masonluğu resmî belgelerle kayıt altına girmiş Hasan Ali Yücel hakkında ballandırılmış bir yazıydı bu. "Halk adamıymış, Mevlevi'ymiş, kültür insanıymış..."
Evet, tam o an söz namluya sürüldü. Ancak tetiğe davranmadan önce bir adım geri attım.
Çünkü mesele Yücel değil yalnızca.
Bir zamanlar dine savaş açmış figürler, "muhafazakâr sosla" halka yeniden sunuluyor.
Dün İslam'a düşman olanlar, bugün Mevlevî (Mevlevilik de İslam değil ama neyse!) hırkasıyla vitrinlerde yer buluyor.
Halkla barışmayan bir mirasın yeniden parlatılması için dindar maskeleri devreye sokuluyor. Kimi zaman bir şiir, kimi zaman bir fotoğraf, kimi zaman bir asılsız rivayet...
Birilerini "halk nezdinde sevilebilir" kılmanın yolu dinî imgelere bulaştırmaktan geçiyor artık. Sakal üstü gülümsemeler, Mevlevî kisveler, Kur'an mealine sponsor olmuş imajlar...
Bu tipoloji, batıcı jakobenliğin birer aparatı, seküler devrimin ideolojik tornasından çıkmış tornavida başıdır.
Ve şimdi, dünyanın her yerinden savaş çanları yükselirken, onlar kendi iç cephelerini sağlamlaştırmaya, dikkatleri başka yöne kaydırmaya çalışıyorlar.
Ama biz buradayız.
Mevziimizi terk etmedik, etmeyeceğiz!
Tarihi cilalayanlara karşı arşivin diliyle konuşacağız.
*
Cumhuriyet'in kurucusu, siyasi deha, Erbakan'ın ifadesiyle, bu millete yaptıkları asla unutulmayacak, ülkemizin ilk lideri Atatürk'e dair de benzer bir sahne yazılıyor. Kur'an meali yaptırdığı, Hacı Bayram Veli'ye saygı duyduğu, manevî tarafı güçlü olduğu...
Halifeliği kaldıran, Şer'iye ve Evkaf Vekâlet'ini lağveden, tekke ve zaviyeleri kapatan, ezanı Türkçeye çeviren Atatürk'ün, 1931'de İzmir'de "Bizi geri bırakan şey din adamlarıdır" dediği kayıtlarda duruyor.
Her kaos fırsatında Atatürk ile Peygamber Efendimizi (s.a.v.) aynı kareye yerleştirme çabası, artık "Kemalizm'i ilahlaştırma düalizmi" sınırına dayandı.
Hasan Âli Yücel, Kur'an ve Siyer derslerini müfredattan çıkaran, camilere "kültür merkezi" tabelası asan bir bakan. Bugün ise "Allah birdir" şiiri üzerinden tasavvuf ehli gibi sunuluyor.
Sanırsınız Yunus Emre'nin torunu!
Tevfik Fikret, "camide değil, meyhanede filozof gerek bize" diyerek imanı aşağılayan bir şairdi.
Abdullah Cevdet, Kur'an'a karşı Hugo'yu öneren, Hristiyan ahlakını tavsiye eden bir müstağripti.
Falih Rıfkı Atay, hac ibadetine "orta çağ kalıntısı" diyen, Mekke'yi küçümseyen, Filistin topraklarını İngilizlere peşkeş çeken bir kalemşordu.
Türkan Saylan, türbanı patolojik bir sapma, inancı ise sistem dışı bir arıza gibi gören; başörtülü kızların alın yazısına ideolojik çentikler atan, modernizmin teftiş heyetinden fırlamış bir zihniyet milisiydi.
Munis Tekinalp (Moiz Kohen), Kemalizm'in kurucusu Türkleşmenin İslam'dan kurtulmak olduğunu savunan bir Siyonist.
Ve İsmet İnönü tarafından Diyanet İşleri Başkanlığı makamına seküler reformları hutbelerde meşrulaştırsın diye oturtulan isimler... Onlar da bu hikâyenin parçası.
Ve şimdi ne yapılıyor?
Bu figürler, "aslında o kadar da dine uzak değildi" diyerek halka yeniden paketleniyor.
"Saylan yardımsever teyzeydi", "Osman Hamdi Bey cami ressamıydı", "Yücel Mevlevi'ymiş" gibi içi boş imajlar pompalanıyor.
Güncel simalar da var elbette; not ediyoruz!
*
Açıkça din dışı politikalara imza atmış, Mason localarıyla bağlantılı, hatta bazıları ateist olan bu isimlerin, nasıl olup da "dinle barışık aydınlar" olarak sunulmaya başlandığı sorusu, ciddi bir tarihsel revizyonizmi işaret eder.
Ve komik olan tarafı ise "dindarlaştırma" gayretinde olanlar, dinden fersah fersah uzaklar! Dinsiz olmak suç değil ki! Bu telaşınız niye!
Sosyolojik nedeni açıktır.
Toplumu, İslam'a savaş açmış ancak "devlet aklı"yla özdeşleşmiş figürlerle barıştırmak.
Bu isimlerin dindar gösterilmesi, sadece tarihî bir rehabilitasyon değil; seküler sistemin meşruiyetini yeniden tahkim etme çabasıdır.
Camilere kilit vuran, Kur'an Kurslarını kapatan, tesettüre hakaret eden bu isimler, şimdi maneviyat meşalesi gibi sunuluyor.
Gerçek şu ki; bu figürleri "dindar" göstermek, tarihi tahrif etmektir.
Oysa bu milletin hafızası taze.
Bugün başörtülü öğrenciler üniversiteye gidebiliyorsa; o zihniyeti yıkanların kararlılığıyladır.
*
Ve evet, bu yazı bir hatırlatmadır.
Tarihi cilalayanlara karşı elimizde arşiv var.
Gören görsün diye yazılmıştır.
Suskun kalanlar, bu yalana ortak olur.
Yeter ki siz susmayın.