Bebekler, yaşlılar, hastalar, büyümekte olan çocuklar söz konusu olduğunda, insan daha bir hassaslaşıyor. Eskiden süte karışsa karışsa, bir miktar su karıştırılır diye şüphelenirdik en fazla, şimdilerdeyse peynirler, yoğurtlar, zeytinyağları hatta ballar bile meçhul hale geldi. Yani güvenilmezlik söz konusu gıda dendiğinde... Ciddi şüphelerimiz var yediğimiz içtiğimize dair... Hele tarım ürünlerinin ilaçlanarak sofraya geldikleri düşünüldüğünde, belki bin kere yıkasak bile çıkartamayacağımız kimyasal atıklarıyla düşündüğümüzde; ciddi bir toplumsal tehdit altındayız...
Yaz boyunca sıkça işittiğim "pestisit" mesela, korkunç bir soykırım hem tarımsal anlamda hem de varoluşsal anlamda... Sözlüklerde şöyle yazılmış: "Pestisit, tarımda ekinlere ve bitkilere zarar verme potansiyeli bulunan haşereleri, istenmeyen yabani otları, böcekleri yok etmek ve kontrol altında tutmak için kullanılan kimyasal bir maddedir." Çoğu kez tarımsal üretimde verimi artırmak ve zararlıları kontrol altına almak amacıyla kullanılan bu kimyasallar, ne yazık ki insan sağlığı ve çevre üzerinde ciddi etkiler bırakabilir. Hem çevreyi hem de insanları zehirleyen bir madde kısacası. Pestisitler, meyve, sebze, tahıl ve bakliyat gibi birçok temel gıdanın üretiminde sıkça kullanılmakta; pestisitlerin bilinçsiz ve yoğun kullanımı, beslenme zinciri yoluyla vücuda alınarak çeşitli sağlık sorunlarına neden olabilir...
Pazardan aldığımız sebze ve meyveleri sirkeli suya yatırıp temizlemek adeti edindik pandemi ile birlikte, çeşme altında yıkama yeterli gelmiyor artık. Fakat pestisit öyle bir illet ki, sirkeli suda yıkasanız bile gıdanın arınması imkansız çünkü o zehirli kimyasal, ürünün içine nüfuz etmiş durumda, çileğin, böğürtlenin, elmanın, vs...
Geçtiğimiz günlerde gurbetçi bir ailenin Ortaköy'de yedikleri yemeklerden zehirlenmeleri ve ucu aile faciasına kadar uzanan yolda da gıda güvensizliği var mesela. Yediğimiz etlere, pirince, ekmeğe güvenemeyeceksek neye güveneceğiz?
Bu konuda denetimlerin çok hızlı ve yaygın şekilde, yapılması gerekiyor. Denetim mekanizmasının yanı sıra, cezasızlık algısı da çok kötü... Daha yüksek cezalar verilerek, topluma ifşa olunmaları gerekiyor gıda yolsuzluğuna gidenlerin...
Marketlerde, "analiz edilmiş ürünler" bölümü var... Veya "organik ürünler" bölümü... Buralarda da portakal, pırasa, roka, karnabahar, yazın kiraz, erik satılıyor aynı anda diğer normal reyonlarda da portakal, pırasa, roka, karnabahar, yazın kiraz, erik satılıyor ama farklı fiyatlarda... Buna daha evvelki zamanlarda çok takılmazdım, ama çevremdeki bebeklerin sayısı arttıkça ve sağlıklı gıda konusunda bilinçlendikçe, bu farkı; "zehirli reyonlar" ve "zehirsiz reyonlar" olarak anlamaya başladım...
Çok mu abartıyorum?
Yan yana iki karnabahar, biri analiz edilmemiş 70 lira, diğeri analizli 120 lira... Niçin? Analiz edilmişleri, her türlü kontrolden geçmiş gıdaları yemek hepimizin hakkı değil mi? Hele ki küçük çocukların, yaşlıların, hastaların...
Bu benim çok gücüme gidiyor... Organik ürünler yazılı kısımlardan daha pahalı oldukları için alıveriş etmeyen/edemeyenler, inorganik ürün mü alıyorlar/ alıyoruz... Bir kere bu ayırım, daha en baştan feci bir ayırım. Demek ki analiz edilmeden kontrol edilmeden mi satılıyor bize aldığımız ürünler? Ya yumurtalar? Daha uygun damgalı yumurtaya rastlamadım. Bala ve tuza bile sahtecilik karıştıktan sonra neye güveneceğiz biz?
Tarım Bakanlığımızın halkla ilişkilere, halka açık bilgilendirmelere her zamankinden çok önem vermesi gerekiyor. Çünkü bu gıda güvensizliği ve meçhul hasatlar gündeminden faydalanmak ve rant kapmak isteyen pek çok açıkgöz de ortaya çıkacaktır-çıkmıştır muhakkak...
İnsana değer vermek gerekiyor, çünkü devleti ayakta tutacak temel, insandır... "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" demiş büyüklerimiz... İnsanımız sağlıklı olmazsa, ne toplum kalır, ne de düzen.
Dolayısıyla gıda konusundaki bu sisli puslu ortam, bu güvensizlik dönemi, aslında basbayağı milli güvenlik sorunumuzdur....