"Tuhaf zamanlarda yaşayasın!" Çin bedduası olduğu düşünülen bu söz, olumsuz manada büyük değişimlerin olduğu dönemleri işaret ediyor. Eskinin hala hüküm sürmeye çalıştığı, yeninin ise önüne gelen her şeyi akıntısıyla silip süpürdüğü zamanlar.
Nereden baktığınıza bağlı olarak her dönemi tuhaf olarak addedebiliriz.
Değişimin esas haline geldiği bir çağdayız, sadece debisi artıyor ya da azalıyor. Hatta galiba artık hiç azalmıyor! Hiçbir şey, anlamaya, analiz yapmaya imkan verecek kadar bile tedavülde kalmıyor. Ahvalimiz budur.
Bununla bile bir şekilde baş edebiliriz. İletişimden sağlığa, tarımdan uzay teknolojilerine maddi hayatın değişimi, 100 yıl önce yaşayan insanların, bugüne misafir olsalar yarına çıkamayacakları yeni dünya yarattı.
Ancak değişimde asıl korkutucu olan değer referanslarının değişmesi.
Tıpkı imitasyon denilen sahte malların alıcılarının, bir piyasasının olması gibi maruf, makbul ve makul olan tutum ve davranışlar da madeni değeri düşürülmüş akçelerle yer değiştirdi.
Hiçbir şey yok ki muhafazasında tutulsun, orta malı yapılmasın.
Bu konuları dert etmek bile hayattan emekliye ayrılmış olmaya dalalet sayılabilir.
***Mesela utanma duygusu... Sanırsın göçtü gitti hayatımızdan. Kimse utanmıyor, kimse mahcup olmuyor, mahcubiyet eziklik addediliyor. Utanmayınca rezil de olunmuyor. Dolayısıyla toplumsal ceza müesseseleri hepten kalktı. Kimse kimseyi ayıplamıyor, kimse kimseye nasihat veremiyor. Bir konuda hasbelkader birini uyarmaya kalkın bu, kişisel alanı ihlal sayılabiliyor.
Topluca işine düşülen bu kuralsızlık, değer referanslarının kaybı ve utanmazlık hali o kadar kanıksandı ki kimseler bunu bir anomali olarak da görmüyor.
Yeni normal bu deniliyor.
Post-truth diyenler de var.
Bir durumu kavramsallaştırdığınızda artık onu verili bir durum olarak ele alıyorsunuz demektir. O şey, her ne ise, yeni bir referansa dönüşmüş oluyor. Onunla ilgili artık iyi kötü, doğru yanlış, güzel çirkin gibi normatif ifadeler kullanmak anlamsızlaşıyor.
Post modernizm; büyük doğruların, büyük doğrular barındıran ideolojilerin, dinlerin, üst kimliklerin sonu olarak formüle edilmişti. Tüm farklılıklar; vardılar ve kendi doğrularıyla değerliydiler.
Bunun peşi sıra gelen şey ise, büyük harfli doğruların artık kendini vazetme hakkının olmadığıydı.
Post-modernizm, bir tarafta dini anlatılara alan açarken diğer tarafta dinin kendini hakikat olarak vazetmesini yadsıyordu. İslam'ın yükselişi dediğimiz sürecin İslam'ın terörle birlikte anılmaya başlamasıyla paralellik arz etmesi de boşuna değildi.
***"Hakikat sonrası" olarak çevrilen post-truth ise değer referanslarının ve 'normal'in tümden kaybı esasen. Farklı kimliklere tanınan antropolojik değerin bile bu yeni kavramsallaştırma içinde yeri ve anlamı yok. Çünkü piyasayı belirleyen şey değer değil, gerçek değil, doğru değil, hakikat hiç değil. Yani artık yalancının mumu yatsıya kadar değil hep yanabilir. Çünkü bir şeyin yalan olması ve bunun anlaşılması, durumu değiştirmeyebiliyor.
Bazı insanlar gerçek diplomalarına denklik alabilmek için senelerce kağıt kürek işleriyle uğraşırken kimi insanlar sahte diplomalarına denklik alıp bir de bunun savunusu için on binlerce kişiyi peşlerinden sürükleyebiliyor.
Çocukları LGS'ye giren aileler, çok fazla tam soru yapan çıktı diye sınav sorularının belli kişilere verildiği iddiası üzerinden ortalığı ayağa kaldırabiliyor, sahte olduğu anlaşılan bir diploma ile "imkansızı başaran" bir belediye başkanının sahtecilik yapmasıyla, hakka girmesiyle, hileli yollara başvurmuş olmasıyla hiç ilgilenmiyor.
Kendi çocuğunun kılına zarar gelse dünyayı yıkacak insanlar Gazze'de on binlerce çocuğun aç ve susuz bırakılmasına başını çevirebiliyor.
Tuhaf zamanlarda yaşıyoruz, vesselam.