Jeffrey Sachs, sistemin içinden konuşuyor. Ne radikal ne muhalif. Uluslararası finans mimarisinin bizzat kurucu kadrosunda yer aldı. IMF reçeteleriyle ülkeleri yapılandırdı, krizleri yönetti, şok terapilerle ekonomileri dönüştürdü. Alev Alatlı'nın "düzenin öz uzman aydını" dediği tipin canlı örneğidir: Yetkin, etkili ama sistemi sorgulamayan; verili düzenin içinden düşünen bir figür.
Sachs şimdilerde, o sistemin içinden çok sert cümleler kuruyor. Ama bu bir kopuş değil, bir çatlama. Bir iç gerilim. Sachs, sistemi terk etmiyor ama onun gidişatına itiraz ediyor. Tehdidi dışarıda değil, içeride görüyor. Ve bu yüzden söyledikleri dikkatle okunmalı.
Geçen gün önüme düşen bir haberin izini sürerek, NATO üzerine kendisiyle yapılan bir röportaja ulaştım. Röportajda, NATO'nun genişleme politikası, Ukrayna savaşının perde arkası, Venezuela'ya yönelik politikalar, ABD içindeki iktidar ilişkileri ve söylem manipülasyonu gibi bir çok alanda soruları cevaplamış Sachs.
Ukrayna konusunda ne diyor bakın...
"Bu savaş defalarca bitirilebilirdi, hatta hiç başlamayabilirdi."
Zelensky savaşın başında tarafsızlık sinyali vermişti. Müzakereler başlamıştı. Ama ABD ve İngiltere devreye girdi:
"Hayır, savaş devam edecek."
NATO'nun, Rusya'yı kuşatma stratejisi işliyordu.
Sachs, Ukrayna'nın tarafsız kalmasının yalnızca onu değil, Avrupa'yı ve Rusya'yı da koruyacağını söylüyor. Ama bu ihtimal bilinçli biçimde bertaraf edildi.
Bu sürece dair önemli bir ayrıntıyı da ekliyor:
"Ben bu hikâyeyi ayrıntılarıyla biliyorum çünkü müzakerecilerle ve Türk arabulucularla uzun uzun konuştum."
Bu ifade, yalnızca Sachs'ın bilgi kaynağını değil, Türkiye'nin Ukrayna krizindeki diplomatik etkinliğini de ortaya koyuyor.
Ancak tüm bu çabaya rağmen, savaş barışa değil, yayılmaya, silahlanmaya ve NATO'nun daha da genişlemesine evrildi. Çünkü mesele sadece barış iradesi değil, yapısal olarak barışı reddeden bir güvenlik mimarisiydi.
NATO sadece güvenlik üretmez; tehdit de üretir.
NATO, varlığını sürdürmek için sürekli dış düşmanlara ve çatışmalara ihtiyaç duyar.
NATO, varlığının yarattığı sorunları çözmek için var.
Bu nedenle Ukrayna'nın tarafsızlığı bir çözüm değil, tehdit olarak görüldü. Zira sistemin refleksi değişmemiştir:
"Rusları dışarıda, Amerikalıları içeride, Almanları aşağıda tutmak."
Sachs, Venezuela hakkında da diplomasi dilini değil, doğrudanlığı tercih ediyor:
"Venezuela'nın petrolünü çalmaya çalışıyoruz, düpedüz."
Obama ve Trump'ın yaptırımları "uyuşturucu" bahanesiyle sunduğunu söylüyor, ardından esas niyeti açık ediyor:
"Bu sadece o günün bahanesiydi."
Bu noktada Kongre üyesi Lindsey Graham'ın sözünü aktarıyor:
"Ukrayna'da savaşmalıyız çünkü 10 trilyon dolarlık maden var."
Ve sonra şu teşhisi koyuyor:
"Bu adam basit bir gangster. Çalıştığı yapı da ABD hükümeti adlı organize suç örgütü."
Bunlar bir aktivistin değil, sistemin kalbinde görev yapmış bir uzmanın sözleri.
Ama asıl mesele bu değil.
Asıl mesele emperyalizmin merkezinde sistem kendi içinden bu kadar net biçimde teşhir edilirken, biz burada hâlâ o sistemin 90'lardaki tezlerini tekrar eden bir kesimle yaşıyoruz. Egemenliğin, ifade otonomisinin arttığı bir ortamda bile bu tekrarın sürmesi, sadece fikrî tembellikle açıklanamaz. Bu, düşünsel bir bağımlılıktır. Türkiye'de hâlâ aynı çeviri kavramları, aynı jeopolitik ezberleri tekrar eden çevrelerin varlığı, bizi hâlâ hakikate değil, merkeze yakın durmaya yönelten bir alışkanlık içinde tuttuğunu gösteriyor.