8 Aralık devrimiyle birlikte Suriye'de ortaya çıkan yeni siyasi konfigürasyon, Washington-Şam hattında konuşulan "normalleşme" gündemiyle daha da hız kazanmıştır. ABD'nin Suriye'ye yönelik "Caesar Act" yaptırımlarının kaldırılmasını ve Suriye'ye yatırımların yeniden başlamasını müzakere etmesi, bankacılık sisteminin yeniden aktive edilmesi gibi formüllerle birlikte gündeme gelmiştir.
Bu yeni adreslemede, aynı zamanda Suriye Demokratik Güçleri (SDG) gibi bölgesel yapıların sisteme entegrasyonu, terör olgusunun temizlenmesi, bütüncül bir Suriye yaklaşımı ve ulus kimliğini inşa etme gayreti gibi tartışmalar da yer almaktadır.
Bu noktada Türkiye açısından üç başlık hâlinde önem arz eden gelişmeler yaşanmaktadır:
Birincisi tarihsel meşruiyet ve devlet bütünlüğü bağlamı,
İkincisi rejim sonrası bölgede güç aktarımı riski,
Üçüncü olarak ise Türkiye-Suriye sınırında güvenlik ve göç meselesi.
1. SURİYE'NİN TARİHSEL DEVLET GELENEĞİ VE BÜTÜNLÜĞÜ
Suriye, Osmanlı sonrasında Fransız manda sistemi üzerinden bağımsızlığına kavuşmuş; 1943'te ABD tarafından bağımsız Suriye devleti olarak tanınmıştır. Bu süreçte Suriye-ABD ilişkileri mesafeli şekilde ilerlerken, Soğuk Savaş'tan sonra da ideolojik ve stratejik eksende şekillenmiştir.
Suriye'de "devlet" kurumu, etnik ve bölgesel farklılıkların ötesinde, ulus-devlet çatısı altında yapılandırılmıştır. Bu bağlamda, şayet yeni süreçte "federatif ya da bölgesel özerkliklerle" şekillenecek bir anayasal düzen dayatması ile karşılaşılırsa, bu durum Suriye'nin tarihsel devlet geleneğiyle çelişme potansiyeline sahiptir ve devlet bütünlüğü üzerinde ciddi sorgulamalar doğurabilir.
2. SDG'NİN ENTEGRASYONU VE DOĞAL KAYNAKLARIN PAYLAŞIMI
Washington-Şam hattında gündeme gelen önemli hususlardan biri, SDG'nin kendi askeri yapısıyla sisteme "doğrudan bir bütün olarak" entegrasyon talep etmesi ve doğal kaynakların merkezi yönetimle paylaşılmaması konusudur. Bu tür bir düzenleme, Batı kampı nezdinde ilk bakışta "yerelleşme" ve "katılımcı demokrasi" olarak yorumlansa da; uzun vadede, merkezi devletin kaynak kontrolü dışına çıkması, bölgede "yarı özerk" yapılara yol açabilir. Bu ise Suriye içinde parçalanma riski doğurur.
Kaynakların yönetimi ve gelir paylaşımı, devletin temel egemenlik alanlarından biridir. Bu konuda, yaptırımların kaldırılması ve yatırımların yeniden başlaması teklifleri, ekonomik aktörlerin bölgesel güç merkezlerine dönüşmesine imkan verebilir. Türkiye açısından bu durumun, Suriye'nin kuzeyinde ve sınır hattında "kontrol dışı alan" oluşumu, göç baskısı ve güvenlik sorunları açısından risk barındırdığını belirtmek gerekmektedir.
3. TÜRKİYE'NİN GÜVENLİĞİ, GÖÇ VE İSTİKRAR BAĞLAMI
Türkiye, Suriye ile 914 km'lik uzun bir sınıra sahiptir ve bu coğrafyada derin güvenlik, kimlik ve göç etkileşimleri yaşamaktadır. Eğer Suriye'de yeni bir anayasal düzen "bölgesel özerklik" ve "askeri entegrasyon" çerçevesinde şekillenir ve buna SDG'nin silahlı yapısı doğrudan dahil edilirse, Türkiye'nin sınır hattında meşruiyeti net olmayan silahlı yapıların varlığı kalıcı bir sorun doğuracaktır. Ayrıca doğal kaynakların paylaşılmaması koşulu, bölgede ekonomik boşluk yaratabilir ve bu boşluk, radikal gruplar ya da yerel otorite boşlukları şeklinde doldurulabilir. Bu durumda Türkiye hem sınır güvenliği hem de göç ve istikrar açısından daha kırılgan bir konuma doğru evrilme riskiyle karşı karşıya kalacaktır.
NORMALLEŞMEYE DAİR BEKLENTİLERİMİZ
Suriye'deki bu normalleşme çabası, tarihsel olarak devlet bütünlüğünü gözetmeyen bir dönüşümün altyapısını taşırsa, Türkiye için riskli bir oyun alanına sebebiyet verecektir. Bu bağlamda, Türkiye'nin üç düzeyde politika izlemesi fayda sağlayacaktır:
1- Suriye'de egemenlik esaslı devlet yapısının korunmasına yönelik diplomatik pozisyonunu uluslararası alanda kuvvetlendirmek.
2- Suriye'nin üniter yapı mekanizmalarıyla şekillenecek yeni anayasal düzenine dair hukuki ve siyasi zeminde kuvvetli argümanlar üretmek.
3- Sınır hattında oluşabilecek güvenlik ve göç risklerini azaltacak bölgesel işbirliklerine hazırlanmak.
Aksi takdirde, ekonomik normalleşme ve yaptırımların kalkması, kontrolsüz güç devri ve bölgesel istikrarsızlıkla birlikte Türkiye'nin Suriye'ye dair stratejik konumunu yeniden şekillendirebilir. Suriye-ABD ilişkilerinde görece "yumuşama" yaşanıyor olabilir; ancak bu sürecin Türkiye açısından dengelenmiş şekilde ilerletilmesi temel önceliğimiz olarak değerlendirilmelidir.