TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu STAR Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu’nu dinledi. 28 Şubat sürecinde Yeni Şafak Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi olanKaraalioğlu’nun sürece ilişkin Komisyon üyelerinin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
EN ŞANSLI DÖNEM Sonuçlarının incelenmesi açısından 28 Şubat dönemi için çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü, bu dönem yaşayanları, ilişkiler ortada, mağdurlar hayatta, aktörler ortada. Bu açıdan soruşturup sonuçlandırılabilecek ideal süreçlerdendir.
MEDYA-DARBE İLİŞKİSİ 28 Şubat sürecinde hemen her gün, medya ile darbe ilişkisinin delilleriyle doludur. Birçok medya kuruluşu bu ilişkiye ev sahipliği yapmıştır. O zaman medya bu kadar çok sesli değildi. Daha çok belirli bir yaklaşımın öne çıktığı anti darbe anti vesayet fikrine sahip yayın kuruluşlarının neredeyse marjinal olarak görüldüğü dönemlerdi. O dönem az sayıda basın kuruluşunun tanıklığı önemli. Biri Kanal 7, biri Yeni Şafak. Mücadeleleri oldu, bedel de ödediler. Yeni Şafak doğrudan hedef alındı.
MEDYA DESTEĞİ OLMASAYDI Eğer medya desteği olmasaydı, 28 Şubat’ın hedefleri, oluşturmak istediği toplum yapısı, siyaset yapısı oluşmazdı. Çok önemli bir rolü ve sorumluluğu vardır medyanın. Bunun önemli bir kısmı toplumda etki yaratan 28 Şubat’ın istediklerinin gerçekleşmesine yardım edenlerin geniş yapılanmasında lokomotif oldu.
İSTEYEREK YAPTILAR Bugün o dönemin aktörlerinin bir kısmı korkuyla, bir kısmı ilişki biçimiyle olmuş olabilir. Ama sonuç almayı sağlayan medya desteği arzulu ve katılımcı bir anlayışla olmuştur. Medya şirketleri orantısız olarak ekonomide büyüdü. Bazılarının korkusu samimi olabilir. Korkanların başına iş geleceğini düşünenlerin kaygısıyla olmadı 28 Şubat. Korkanlar, 1 numaralı aktörler değildi. Kurumların başında olan etkili yerlerinde olan isimler bu sürece inandılar, ortağı destekleyicisi oldular. Askerden daha öfkeli, manşet atanlar, program yapanlar olmuştur. Korkuyla açıklanacak bir süreç değildir. Büyük bir kısmının askerin yapmak istediği şeye inandığını düşünüyorum. Bugün bakıldığında biraz utangaç herkes kendi sorumluluğunu küçültmeyi tercih edebilir ama o günün gazeteleri, bu desteği cesurca ifade ediyor.
ÖZEL BİR DARBEYDİ 28 Şubat’ta toplumun bir kesimi parantez içine alınmıştır. Toplumun başka kesimleri de onların geriletilmesine seyirci kalmıştır. Toplumun bir bölümünün seyirciliğinde, bir bölüme yapılan özel bir darbe olayıdır. Bu süreç tamamlanmayacak olursa darbeyle tamamlanacağı vurgulanmıştır. Buna direnen medya kuruluşlarının ödediği bedel önemlidir.
MUHAFAZAKAR MEDYA BEDEL ÖDEDİ Muhafazakar medya, en az 10 yıl kaybetmiştir o dönemki orantısız baskı nedeniyle. Bugün dava edilemeyecek pek çok olaydan dolayı dava ve takibata tabi tutulmuş büyük tazminat cezalarına mahkum edilmiştir. Bazı arkadaşlarımız yazamaz hale getirilmiştir. Medyanın bir kısmı 28 Şubat’ı meşrulaştırmak için seferber olmuşken, bir iki gazete ve televizyon kanalı mücadele vermekteydi. Bu mücadele hala devam ediyor.
Vali Çakır’dan uyduruk belgeler
“Dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır, sürecin parçasıydı. Sahte belgeye imza atarak Yeni Şafak’ın da aralarında bulunduğu gazeteleri belediyeden para almakla itham etti.”
STAR Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu, muhafazakar medyaya yönelik baskıları anlatırken şu bilgileri verdi:
DELİLİ OLMAYAN İHBAR
Erol Çakır (dönemin İstanbul Valisi) baskınla ilgili sorumluluğu başka isimlerin üstüne atmıştır ama kendisi de bu sürecin başka parçası olmuştur. Yeni Şafak’ın aralarında bulunduğu bazı kuruluşların belediyeden para aldıklarına dair sahte belgeye imza atarak bu gazetelerin ithamla suçlanmasını sağlayarak, bir başka 28 Şubat uygulamasına yataklık etmiştir. Çakır’ın yazdığı, delili olmayan ihbar niteliğinin ötesine geçmeyen, Yeni Şafak, Kanal 7 ve Vakit’i belediyeden para almakla itham eden bir belgeydi. Mesut Yılmaz, sonra Baykal ve Kılıçdaroğlu’nun kullanımına sunulmuştur.
YENİ ŞAFAK SIĞINMA LİMANI OLDU
28 Şubat döneminde çalıştığım gazete 3 kez basılmıştır. İlki 1999 seçimlerinden hemen sonraydı. 56 çalışan 1 hafta süreyle gözaltına alındı. Ankara Temsilcisi olarak ne olup bittiğini anlamak için bağımsız bakanlar vardı. Farklı davranan gazeteciler de oldu. Yeni Şafak bu yüzden zor zamanda konuşmaya imkan tanıma açısından bir sığınma limanıydı. Saygın kalemler gazetelerinden kovulmuşlardı burada yazma imkanı buldular. Kendi gazetelerinde kalıp sürece itiraz eden insanlar da oldu. Baskı altındaydık, çaremiz yoktu açıklaması bizim için kabul edilemez.
KENDİ MENFAATLERİ İÇİN
Bunu kendi menfaatleri için mi yaptılar yoksa irtica tehlikesi için mi sorusunun cevabı çok önemli. Geriye doğru baktığımızda menfaatlerin çok büyük bir faktör olduğu kesin. Eğer medyanın ekonomik ve siyasal çıkarı olmasaydı 28 Şubat’a destek vermezdi. Menfaatlerini askerle iş tutmakta gören bir medya sınıfı oluştu. Bu sınıfın önemli bir kısmı hala iş başında. 28 Şubat’ın yalan haberlerini coşkuyla yapanlar olduğunu kabul etmek lazım. Eğer sürece direnme arzusu olanlar olsaydı dar da olsa bunlara imkanlar vardı. Bu imkanları yaratabilir ya da bedel ödeyebilirlerdi. Sorumluluğu yerine getirmeyip sürüye katılan 28 Şubatla ortaklık yapan çok sayıda meslektaşımız oldu. Gönüllü işbirliği yapan askerin parçası aparatı haline gelen gazeteciler ve gazetelerin 1. derece bu sorumlulukların tarihe geçip kayıt altına alınmasını en azından bir özür ile topluma açıklanmasının gerekli olduğunu düşünüyorum.
MEDYA VESAYET KURUMU GİBİ ÇALIŞTI
Vesayet sisteminin oluşturduğu sadece resmi kurumlar değildi. Medya da vesayet kurumu gibi çalışıyordu. Bu kurumların darbecilerle 28 Şubat ile işbirliği kuralları resmi kurumlar gibi kullanılıyordu. RP’ye açılan kapatma davasının bir ayağı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise diğer ayağı medyaydı. RP’yi kapatma davası bir küçük 28 Şubat örneğidir. Bir korku dönemiydi.
Yeni Şafak baskını sırasında yaşadığı anısını paylaştı
“BASKINLA ilgili bilgi almak, sebebini sormak üzere dönemin bağımsız İçişleri Bakanı’nı (Cahit Bayar) aradım. Siyasi gelenek olarak yakınlığımıza da güvenerek telefon açtım. Telefonlarıma çıkmadı. Soruların bile yanıtlanmadığı bir ortamdı. Bu dramatik örnek, bu süreç insanları nasıl etkiledi o açıdan önemlidir. Bunun üzerine dönemin Adalet Bakanı Selçuk Öztek’i aradım. Hemen telefonlarıma çıktı. Bakanlığa çağırdı. Olayın nedenini, derinliğinin ne olduğunu kimlerin ihbar ettiğini anlattı. Bu süreçlerde dik durmak, hukukun demokrasinin yanında durmak adına bu örneği kaydettim. Ummadığım telefon bana sahip çıktı. Hala minnettarım. Onun da yapacak bir şeyi yoktu elbette. Fakat bu tavrı gösterebilme cesareti o gün önemliydi.”
Erbakan'ın endişesi
“BİR korku dönemiydi. Erbakan’ın başbakanlığının son günlerinde mülakat yaptık. Erbakan’ın darbe ile ilişkisini anlatan anahtar olaylardan biridir. MGK’da, askerlerin tavrını anlamadığını, korkularının yersiz olduğunu anlattıktan sonra “Peki bu görüşleri askere anlattınız mı?” sorusuna, ‘Anlatmadım diyor” ‘Anlatsaydınız ne olurdu’ diye sorunca, “İhtilal olurdu’ diyor. Erbakan’ın 28 Şubat MĞK’sından sonra işi abartıp ihtilale vardıracağına inandığını düşünüyorum. Kan dökülebileceğinden endişe ediyordu. Erbakan’ın direnmemesini değerlendirirken bu bilginin önemli olduğunu düşünüyorum. Erbakan direnirse çok kötü şeyler olacağını medya anlatmaktaydı zaten.”
CADI AVI OLMASIN AMA...
“28 şubat mağdurlarının önemli bir kısmı çok asil davrandı. Bunu bir cadı avına dönüştürmediklerini, bir skor duygusu ile yaklaşmadıklarını gözlemliyoruz. Ama, ne bizlerin, ne de bu konuda görüşülen herhangi birinin onlar adına söz söyleme hakkının, ‘bunu büyütmeyin’ deme hakkı yok. İnsanların yaşadıkları mağduriyetler hala çok taze. Herkesin kendi hukukunu ve adalet duygusunu gerçekleştirmek için bunu takip etme hakkı vardı.”