2025'in "Aile Yılı" ilan edilmesiyle devlet kurumları bir irade ortaya koydu. İletişim Başkanlığı, MEB, Diyanet, Aile ve Kültür Bakanlığı... Bir yıl boyunca yürütülen çalışmalar, ihmal edilmiş bir alana topyekûn yönelme çabası açısından kıymetliydi.
Ancak, devlet önderimizin "nüfus" meselesine dair yaptığı ikazlar, bunca çabaya rağmen hâlâ bir gedik varsa mesele daha derinde aranmalıdır dedirtiyor.
Naçizane fikirlerim teveccüh görmüş olmalı ki "Aile Yılı" hitama ererken Aile Vakfı tarafından düzenlenen "Aile Çalıştayına" üçüncü kez davet edildim. İfa edilen konuşmalar, yapılan araştırmalar içimi burktu.
Ve müşahede ettim ki bir yıllık bir "Aile Yılı" çalışması, bu koca toplumun yüzyıllık gerilimini yalnızca yoklayabilmiş.
Çalıştay sonrasında Vakıf yöneticileri bendenizden bir raporlama çalışması talep etti. Raporu hazırlama sorumluluğu ve süreci bir gerçekle yüzleştirdi. Aile meselesini uzun süredir yanlış yerden tartışıyor, görünen sorunlara yoğunlaşıyor ama bu sorunların arkasındaki esas nedenleri konuşmuyormuşuz!
Dijitalleşme, algoritmaların baskısı, müstehcenlik, toplumsal cinsiyet ideolojisi... Bunların her biri sonuç. Kökü ise medeniyetin sinir uçlarında.
Biz ise, bir mürai tecessüsüyle Cem Yılmaz tasvirindeki cancanlı kımıl kımıl ambalajın cazibesine kapılmış vaziyetteyiz.
Oysa ailenin karşı karşıya olduğu şey parlak bir vitrin değil, derin bir yaranın sızısı.
Ve o yara, dışarıdan dayatılan yeni insan modelinin tam merkezine nişan aldığı bir ontolojik hedef! Yani, kökü kim tutarsa, zihni o yönlendirir.
Bugün çocuklarımız dopamin ekonomisinin müşterisi, algoritmaların deneği hâline geldiyse bu bir hafıza kazasının sonucudur.
Anne baba evdedir ama çocuğa eşlik eden ses algoritmadır.
Eşlik yoksa erişim tehlikeye dönüşür, müstehcenlik duvarlardan sızar. Evin otağı kaybolunca mahremiyet kendine tutunacak bir yer bulamaz.
Müstehcenlik sadece çıplaklık değil, sınır tanımaz, edep taşımayan bir hayat biçimidir.
Kültürel çözülme aileyi dört ayrı noktadan kırdı.
Kültürel bellek kaybı, dinî duyarlılığın ideolojik kavgalara sıkışması, zenginleşirken zihnen yoksullaşma ve ebeveynliğin bir ruha değil, bir role dönüşmesi.
Mesela, gündüz kuşağı programları toplumun karanlık vitrini değil, bir nevi yüzeysel röntgenidir. Orada ekran mağdurları yerine, kökü kesilmiş, geleneği kopmuş, mahremiyeti unutmuş ailelerin hikâyesi vardır.
Toplumsal cinsiyet ideolojisinin bu kadar fütursuzca yayılması da tesadüf değildir. Aileyi çözmek için tasarlanmış küresel mühendisliğin bir aparatıdır.
Biz müfredatlara "aile" yazarak aileyi koruyamayız. Burada mesuliyet, izan devreye girer, basiret sınanır.
Vakfa vereceğim rapor çalışmasının sonunda çözüm kendiliğinden ortaya çıktı. "Anne!"
Türkiye'nin aile politikası ancak anneyi yeniden inşa ederek güçlenir.
Zira aileyi ekonomik sıkıntıyla değil, kültürel çözülmeyle kaybediyoruz.
Toplumu ahlâksızlıkla değil, hafızasızlıkla kaybediyoruz.
Bu yüzden yeni bir teklif şarttır.
2026 "Anne Yılı" ilan edilsin.
Anne aileyi doğuran zemindir. Ailenin hafızasıdır. Merhametin kaynağıdır. Kültürün ilk öğretmenidir. Millet olmanın ilk eşiğidir.
Bu ülkenin fay hattı hâlâ anne omuzundadır. O omzu güçlendirmeden hiçbir aile politikası tam anlamıyla karşılık bulamaz.
Anne Yılı, nüfus krizini konuşmanın en insani yolu olur.
Anne Yılı, aileyi ayağa kaldırmanın en gerçekçi formülü olur.
Anne Yılı, toplumun ahlaki, kültürel ve psikolojik direncini yeniden kurmanın da mihveri olur.
Bu tartışmayı büyütmek, yeni bir zihinsel eşiğin kapısını aralamak olur.
Böyle bir teklif devlet aklına en yakın koordinatta durur. Toplumsal yaraya da en uygun ikbal kapısı açılır.
Bu nedenle bu köşede yılbaşına dek, "Anne Yılı"'na dair hazırladığım 70 başlığı mezkûr kurumlarımızın ve kamuoyunun dikkatine sunmaya gayret edeceğim.