Bir önceki yazımda "manevi mafyaları" yazacağımı söylemiştim. Yazdım da. Ama yiğitler ordusu Hamas ile organize terör çetesi İsrail arasında ilan edilen ateşkes sabaha karşı ruhumu başka bir çalkantıya sürükledi.
Gazze sokaklarında ışıklarını yakıp tellal gibi bağıran gençlerin sevinci, çocukların sabaha umutla uyanışı, kadınların yüzündeki ferahlığı gözlemledim. Sevindim, duygulandım.
Sonra içimden bir çığlık koptu! O sevince ortak olamamanın utancı. Biz ekran başında seyirciyiz, kendi gölgemizle kavga ediyoruz. Bu bir utanç olmalı değil mi?
Ama bir utanç daha var ki bu sevinci paramparça eden gerçeğin içimizden çıkması! Organize terör çetesinin kılıfını giymiş Eray'ın Filistinli kardeşlerimize ve yiğitlerimize maskeyle kurşun sıkması!
Ben Gurion'un masasında çizdiği haritalar sadece sınırları değil, bir milletin yok ediliş planını da içeriyordu. Hangi köylerin boşaltılacağı, hangi tarlaların işgalcilerle doldurulacağı, hangi su kaynaklarının gasp edileceği tek tek yazılıydı.
Bu plan Filistin'de toprakla, Türkiye'de zihinle uygulandı. Bizde adı bazen "modernleşme", bazen "laiklik", bazen de "batı ile entegrasyon" oldu.
Eray işte bu bağlamın bir yansımasıdır.
Çifte vatandaşlık raporları yıllar önce, bu topraklarda doğan, bu dilde büyüyen ama emirlerini başka başkentlerden alan insanların varlığını açığa çıkarmıştı. Bu mesele yalnızca pasaportla açıklanacak bir durum olamaz, egemenliğin içten çalındığının belgesidir.
Garaudy bu düzenin maskesini yırtmıştı. Siyonizm'in dini bir heyecan değil, emperyalizmin paganist kılığı olduğunu söylediğinde üzerine çullandılar. Kitaplarını yasakladılar, adını unutturmak istediler. Çünkü Garaudy, "Siyonizm Tanrı'ya karşı kurulmuş bir dindir" diyordu.
Aynı mabedin içinde Atatürkçü putçulukla şeyh istismarının aynı tezgâhtan çıktığını görmeyenler, bugün Eray'ın kurşununu da anlayamaz.
Modern Lat, Menat, Uzza putları farklı adlarla hâlâ ayakta!
Kaç gazeteci namluya kalemini sürüp "Kemalist putçulukla şeyhlik istismarı aynı mutfakta pişiyor" dedi?
Kaç akademisyen "Siyonizm yalnızca İsrail'in dış politikası değil, bu topraklarda işleyen bir damardır" diye anlattı?
Kaç siyasetçi cesaret edip "Çifte pasaportla gezen, ama ruhunu tek merkeze bağlayanların ihaneti sürüyor" cümlesini kurdu?
Darbelerin ipini kim çektiyse, sehpaların gölgesini kim hazırladıysa, Eray'ın dönüşünü de onlar örgütleyecek emin olun.
1960'ta idam sehpaları hangi başkentte alkışlandı, 1971'de hangi diplomat generallere telkin verdi, 1980'de hangi masada planlar yapıldı, 28 Şubat'ta hangi büyükelçilerin sofrasından talimatlar dağıtıldı...?
Bugün "Eray da dönecek mi?" sorusu bu zincirin halkasıdır.
Biz bu ihaneti Çanakkale'de Katır Bölüğü'nün sıktığı kurşunlarda gördük. Tanzimat paşalarının kalemlerinden damlayan mürekkepte gördük. Moiz Kohen'in Tekinalp maskesiyle bu topraklara ektiği zehirli doktrinde gördük. Mossad'ın İstanbul'un orta yerinde kurduğu casus ağlarında gördük.
Gazze'de çocukların cesetleri enkazdan çıkarılırken, tetiğe basan eller arasında bizim kimliğimiz, bizim pasaportumuz dolaşıyor. Tankın ve tüfeğin işlediği suça, çifte vatandaşlığın ihaneti ekleniyor.
Organize terör çetesinde görev alanlar iki kimlikli değil, tek kimlikli hainlerdir.
Herzl'in ideolojisi, Weizmann'ın diplomasisi, Jabotinsky'nin eğitimi, Moiz Kohen'in doktrini, Ben Gurion'un pratiği... Hepsi aynı zincir, aynı mekanizma.
Bu ihanetin kökü Selaniklilerin kongrelerinde, Frankistlerin çifte yüzlülüğünde, Osmanlı'daki dönmelerin sinsiliğinde gizlidir.
Peki,
Eray bu ülkeye dönecek mi?
Dönerse havaalanında "hoş geldin" mi diyeceğiz?
Mecliste "vatandaşımız" mı diyeceğiz?
Pasaportunu gösterirken "ben Türküm mü" diyecek?
Hayır! Eray dönemez.
Dönerse dönmüş olmaz.
Dönerse pasaportu kefenimiz olur.
Eray dönse de dönmez!
Biz susarsak ihanetin diğer yüzü oluruz.
Susarsak Eray dönmez, biz dönmeyiz.