Bu bir takvim değil; bir kıyamdır.
Bu bir tarih değil; bir doğuştur.
Bu bir sayfa çevirme değil; bir defter yakmadır.
Tarihler MÖ 2025'i, MS 0001'i gösterdiğinde, dünya yine dönüyordu, insanlar yine konuşuyor, para yine el değiştiriyordu. Ama ben... Artık aynı yerde değildim.
Yeryüzünde ayaklarım sabit, ama gökyüzünde ruhum başka bir koordinata geçmişti.
Hacca gelirken şehirlerin gürültüsünü, ekranların bağırışını, dosyaların, mesajların, toplantıların gündemlerini geride bırakabildim.
Ancak kalbimin loş köşelerinde pusuda bekleyen bir başka yük daha vardı: Dündemler...
Zihnimin kuytularına sinmiş yorgunluklar, tamamlanmamış hesaplar, kapanmamış defterler, söylenmemiş cümleler, affedilmemiş benlikler...
Bir özürsüzlük koleksiyonu, bir iç hesap dosyası...
Sustuğum, susturulduğum, susturmayı seçtiğim her şeyin biriktiği tortul bir yalnızlık...
Gündemler sustu, evet. Ama dündemler... Arafat'a kadar tırmaladı.
Sükûtu becerebilen kalbim, onlardan kaçamadı. Hiç susmadılar!
Ama Arafat, sadece bir durak değil, bir duruş.
Sadece bir dağ değil, bir davet.
Arafat hem çıkış hem iniş. Hem içe dönüş hem dışa yükseliş.
Arafat, bedenin gölgesini bıraktığı ve ruhun esas hatlarını yeniden çizdiği yer.
Efendimiz (s.a.v.) "Hac Arafat'tır/Vakfedir" buyurduğunda sadece bir fiziksel bekleyişten söz etmiyordu.
O vakfe, insanın durup kendine baktığı, ömrüne dışarıdan baktığı, kalbini ilk defa dışarıdan dinlediği o uğrak nokta.
Esas duruş! Hazır ol!
Ve Allah buyuruyor ki: "Temizlendiğine şüphesi olan için, bu şüphe kıyamete kadar ona günah olarak yeter."
Bu şüpheyle yüzleştim; bu vaade tutundum.
Arafat'ta itiraf ettim; yoruldum.
Eski benliğimden, bulanık geçmişimden, içimdeki eski takvimden...
Yüzleşmediğim duyguların susturulmuş feryatlarından...
Ve dündemlerimle helâlleştim.
Kimini affettim, kiminden özür diledim, kimine hakkımı helal ettim.
Ve sonra... durmaya karar verdim.
Susarak, bakarak, bekleyerek durdum.
Vakfeye durdum.
O an, içimde bir cümle duyuldu, "Sana yeni bir tarih veriyorum!"
Tarih sıfırlandı.
Takvim değişti.
Ama en mühimi: kalbim değişti.
Kalbimde yeni bir takvim açıldı, MS. 0001
Arafat bir milattır.
Ama milat sadece tarih değişimi değil; hakikatle çarpışmadır.
Tevbenin zirvesidir Arafat.
İnsanın, kendini affettirmek için insanlara değil, yalnız Allah'a yöneldiği yüksek düzlüktür.
Milyonlarca kul, aynı anda, aynı duyguyla ellerini kaldırır:
"Ya Rabbi! İşte geldim. Perişanım. İtiraf ediyorum. Sensiz yapamam."
O anda melekler, kalpleri tarar/tartar.
Ve o gün, kim ağladıysa temizlenir; kim sustuysa kalpten bağırmıştır.
İşte bu vedadır asıl milat.
Efendimizin (s.a.v.) Veda Hutbesi minvalinde bir vedadır...
Bütün eski "ben"lere, bütün kırık aynalara, bütün kaçışlara vedadır.
Çünkü bir kulun kendine "Artık aynı ben olmayacağım" dediği an, yeni bir çağ başlamıştır.
Arafat, beyaz örtüler altında siyah geçmişlerin silindiği yerdir.
Bir kefen provasının gölgesinde, bir rahmet yağmurunun altındadır insan.
Orada unvanlar düşer, roller söner, diplomalar, etiketler, kartvizitler birer çöp olur.
Geriye sadece "kul" kalır.
Arafat'tan önce: Kalabalıkta kaybolmuş bir ben...
Arafat'tan sonra: Rabbine kavuşmuş bir ben...
Milat, geçmişi inkâr etmek değil; onun üzerinden yürüyerek yeni bir benliğe doğru kararlılıkla ilerlemektir.
Her Müslümanın hayatında bir Arafat kırılması yaşanmalıdır.
Her kalpte bir vakfe meydanı, her secdede bir milat niyeti olmalıdır.
Bu bir manifestodur!
Ey dündemleriyle yaşlanmış kalp!
Ey eski takviminde oyalanan ruh!
Ey "artık ben buyum" zannıyla içini mühürlemiş insan!
Dön!
Vakfeye dur!
Yeni bir milat başlat!
Çünkü Arafat, sadece hacıların menzili değil, müminlerin yeniden yazdığı iman takvimidir.
Ve bu takvimde yıllar değil, gözyaşları sayfa açar.
Bu takvimde takvim yaprakları değil, tevbe satırları değişir.
Ve bu takvimde tarih, sana yazılır.