Uzunca süredir yeni gelen yıl eskisini aratıyor. 2025'in sonundayız ve temenniler iyi olsa da 2026'ya dair analizler hiç de pozitif değil. Cari çatışma alanlarının sona ereceğini söyleyenlerin sayısı, yenileri eklenecek diyenlerden daha az.
Bu çatışmaların göbeğinde, Türkiye olarak biz belli ki bölgesel istikrar için 2026'da da çabalamaya devam edeceğiz.
Biri kapanmadan diğeri açılan çoklu sorun alanları var. Filistin/Gazze birinci sırada. Bölgesel istikrarın ilk şartı, İsrail'in sınırlandırılması ve Doğu Kudüs'ün Filistin'in başkenti olduğu iki devletli bir çözüme razı edilmesi. İsrail'e karşı büyük bir tepki oluşmuş olsa da mevcut güç ilişkileri dolayısıyla bu hedefe çok uzağız.
2025'in son günlerinde yaşanan hadiseler, yapılan uluslararası görüşmeler, 2026'ya taşan konu ve sorun başlıklarının da özeti mahiyetinde.
Türkiye'de gerçekleştirdikleri görüşmelerin ardından Libya Genelkurmayı ve ordu kademesindeki önemli isimlerin bulunduğu uçağın, havalandıktan kısa süre sonra düşmesi şimdilik kaza olasılığının ağır bastığı şeklinde yorumlansa da Doğu Akdeniz jeopolitiğinin hassasiyeti çerçevesinde oldukça dikkat çekti. Son zamanlarda önemli insanları taşıyan hava araçlarının bu sıklıkta düşmesi talihsiz kazalar olarak görülebilir. İran Cumhurbaşkanı Reisi'nin helikopterinin kaza sonucu düştüğüne inanıyorsak, Libya Genelkurmayı'nı taşıyan uçağın da düştüğüne inanabiliriz.
Soykırımcı Netanyahu'nun Yunanistan Başbakanı Miçotakis ve Kıbrıs Rum Yönetimi Başbakanı'nı yanına alıp Türkiye'ye mesaj vermesi de 2026'nın sakin geçmeyeceğinin göstergelerinden biri.
Türkiye'ye karşı kim bilenmişse onun terkisine atlamaya meraklı Yunanistan ve Rum kesimi yönetimiyle birlikte Türkiye'yi çevreleyerek Doğu Akdeniz'de alternatif enerji ve ticaret rotaları oluşturmaya çalışıyorlar.
İsrail, Türkiye'yi İran'dan sonra kendisi için ikinci tehdit olarak görüyor. İran'a karşı ABD ve Batı blokunun dışlayıcı tutumunun Türkiye için de mümkün olacağı beklentisiyle hareket ediyor. İran'a sataştığı gibi Türkiye'ye de rahatça sataşabilmeyi ve bunun kendisine bir maliyet üretmemesini istiyor. Gazze konusunda üzerindeki baskıyı azaltmak için hedef büyütüyor, Suriye'yi kendisi için bir güvenlik açığı olarak sunmaya çalışarak ABD'ye mütemadiyen Türkiye'yi şikâyet ediyor.
Bugün gerçekleşecek Trump–Netanyahu görüşmesinde başlıklardan birinin de bu olacağını tahmin etmek zor değil.
ABD–İsrail ilişkileri stratejik ve teo-politik bağlarla birbirine bağlı olsa da Trump'ın Netanyahu'dan pek hazzetmediği açık. Netanyahu, Trump'ın gözünde her şeyi kendine isteyen, arsız ve şımarık bir figür. Onun yüzünden Orta Doğu'daki paralı monarklara istediği her şeyi yaptıramıyor. Tabii bir de Epstein meselesi var...
Trump ve Netanyahu'nun 29 Aralık görüşmesinde Gazze'deki ateşkesin ikinci aşamaya geçişi için gerekli koşulları konuşacağı tahmin ediliyor. Özellikle Uluslararası İstikrar Gücü'nün hukuki meşruiyeti, asker gönderecek ülkelere güvence verilmesi ve bu ülkelerin hangileri olacağı meselesi masada.
ABD, Türkiye ve Katar'ın bu süreçte yer almasını istiyor; İsrail ise buna karşı çıkıyor.
Netanyahu'nun Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi ile yaptığı toplantının ardından, "tarihte bizi işgal eden güçler yeniden bölgede hâkimiyet kurmak istiyor" şeklinde tercüme edilebilecek söylemlerinin doğrudan bu konuyla bağlantılı olduğu muhakkak. İsrail, şu anda İran'dan çok Türkiye'yi kendi yayılmacı politikaları açısından tehdit olarak görüyor ve sınırlandırmak istiyor. Bunun için de Dürziler ve SDG'yi destekleyerek parçalanmış Suriye planı üzerinde çalışıyor. Trump'ı da bu plana ikna etmeye uğraşıyor.
Ancak şu ana kadarki veriler, ABD'nin zayıf bir Suriye'den ziyade tek parça ve güçlü bir Suriye istediğini gösteriyor. Uzun bir aradan sonra ABD (Trump) ile Türkiye'nin aynı fikirde olduğu bölgesel bir zemin oluştu. Bunun bir imkâna dönüşüp dönüşemeyeceğinden henüz emin olmamakla birlikte, elimizde ABD'ye rağmen, hatta Rusya'ya rağmen, 14 yıldır sürdürebildiğimiz bir mücadele var.
Bugün dünden daha kötü durumda değiliz. Bilakis, çok daha iyi bir noktadayız. Ancak bu durum, 2026'nın sorunların çözüme kavuştuğu sakin bir yıl olacağı anlamına gelmiyor.