16 Nisan 2024 Salı / 8 Sevval 1445

İdlib krizi nasıl çözülür? ''Rusya, güven ve itibarını imha ediyor''

Rusya Astana barış sürecini, Suriye politikasında elde ettiği en önemli diplomatik başarılarından biri olarak görüyordu. Fakat Ocak 2020'den itibaren Şam rejimi güçlerinin İran'a bağlı milislerle beraber İdlib'e yönelik başlattığı operasyonlarla bu değişti. Rusya, İran ve rejim güçlerinden oluşan “Şam Cephesinin” hava ve karadan gerçekleştirdikleri müdahaleler neticesinde, Soçi mutabakatıyla Türkiye'nin kontrolüne bırakılan ve Halep-Şam ve Halep-Lazkiye M4 ve M5 kara yollarının da dahil olduğu İdlib kırsalının önemli bir bölümünü kontrol altına aldı.İdlib krizi yeni bir mutabakat sağlanana kadar devam edeceğe benziyor.

26 Şubat 2020 Çarşamba 12:52 - Güncelleme:
İdlib krizi nasıl çözülür? ''Rusya, güven ve itibarını imha ediyor''

Türkiye Rusya’yı muhatap alarak, İdlib’e yönelik saldırıların Soçi mutabakatının ihlâli olduğunu bildirdi. Rusya ise Soçi mutabakatının asıl Türkiye tarafından ihlâl edildiğini dile getirerek, İdlib’deki “terör unsurlarına” yönelik operasyonlarda Şam rejimine destek vermeye devam edeceğini açıkladı. Atılan adımların bir “savaş” niteliği taşıdığını dile getiren Türkiye ise Soçi ve Astana görüşme ve mutabakatlarıyla kendisine bırakılan İdlib’deki pozisyonunu savunmak ve Şam Cephesinin ilerlemesini durdurmak için bölgeye asker ve askeri araç sevkiyatını artırdı. Türkiye’nin bu stratejisi İdlib’e yönelik ilerlemeyi durdurdu. Fakat bu süreç aynı zamanda Türkiye ile Rusya arasında doğrudan karşı karşıya gelme riskini de artırdı. Savaş ihtimalini ortadan kaldırmak ve yaşanan sorunu diplomatik yöntemlerle çözmek adına Türk ve Rus yetkililer Moskova ve Ankara’da bir araya geldi. Görüşmelerden bir netice alınamayınca iki devletin liderleri devreye girdi; Erdoğan ile Putin arasında yapılan uzun telefon görüşmesinden de bir netice alınamadı.

- ENERJİ POLİTİKALARI

Rusya resmî olarak İdlib’e yönelik operasyonlarını “terörizmle mücadele” şeklinde tanımlasa da 2020 yılının başında iki önemli jeopolitik gelişme yaşandı. Bunlardan biri Rusya ile Ukrayna arasında imzalanan doğalgaz anlaşmasıydı. Rusya’nın istemediği halde Ukrayna’yla imzalamak zorunda kaldığı doğalgaz anlaşması, aynı zamanda Rusya’nın Avrupa’ya yönelik enerji politikasının da başarısızlığıydı. Ocak 2020’ye kadar Türk Akımı Ukrayna güzergahına karşı Rusya için bir alternatif olduğu gibi, Ukrayna’yla pazarlığında da bir silah niteliğindeydi; dolayısıyla Rusya için çok kıymetli bir projeydi. Fakat ABD’nin Avrupa enerji pazarına yönelik politikası, Rusya’nın Ukrayna politikasına karşı aldığı pozisyon, Kuzey Akım 2 projesine uygulanan yaptırımlar ve Avrupa’nın Rus doğalgazına olan bağımlılığını azaltmaya gitmesi, Ocak 2020’de Rusya’yı Ukrayna ile doğalgaz anlaşması imzalamaya zorladı. Bu durum Türk Akımı’na yönelik ihtiyacı azaltarak değerini de düşürmüş oldu. Rusya’nın Türk Akımı üzerinden Türkiye’yle yürüttüğü işbirliğine olan ihtiyacın da azalmasına yol açtı.

- LİBYA FAKTÖRÜ

Rusya’nın İdlib’e operasyon yapmaya karar vermesine neden olan bir diğer stratejik gelişme Türkiye’nin Libya politikası oldu. Türkiye Birleşmiş Milletler nezdinde meşru Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Başkanı Fayiz es-Serrac’ı desteklerken Rusya, meşru olmamakla birlikte, kontrolünde önemli sayıda silahlı milis bulunduran Halife Hafter’i destekliyor.

Türkiye 2016 yılında Suriye’de Rusya ile başlatılan işbirliği modelini Libya’da da uygulamak istedi. Ankara’nın bu önerisinin Türkiye ile Rusya’nın karşı karşıya gelmesinin önüne geçmesi, Libya’da krizi çözerek istikrarı sağlaması amaçlanmıştı. 12 Ocak günü Türkiye ve Rusya’nın girişimiyle Libya’da silahların susmasını sağlayan ateşkes anlaşması önerisinde bulunuldu. Türkiye ile Rusya ateşkesin garantörleri olacaklardı.

Bu önerisiyle Türkiye, Libya’da Rusya’ya önemli bir uluslararası rol vermek istemişti. Rusya sadece Hafter’le değil, Serrac hükümetiyle de yakın ilişki kurarak Libya’nın genelinde diplomatik etkinliğini ve saygınlığını artıracaktı. Hafter’in öncelikli olarak Suudi Arabistan, Mısır ve BAE’nin kontrolü altında olan bir aktör olduğunu, Rusya’nın ise ikincil veya üçüncül bir konumda olduğunu da göz önünde bulundurduğumuzda, Türkiye’nin önerisi Rusya’nın çıkarlarına uygundu. Türkiye’yle bir işbirliği durumunda, Libya’da eli daha da güçlenecekti.

Türkiye’nin teklifi Rusya’nın çıkarına olduğu için görüşmelerde ev sahipliğini üstlendi. Türkiye ile Rusya’nın ateşkes öneri metni Serrac tarafından imzalandı. Hafter ise buna yanaşmadığı gibi, toplantı bitmeden Moskova’yı terk etti. Hafter’in bu çıkışı Rusya’nın prestijini zedelediği gibi, onun Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’ın politikalarına uygun davrandığını da göstermiş oldu.

Moskova’yı terk ederek Trablus’a yönelik yeni bir saldırı planı hazırlayan Hafter’i önlemek için Türkiye’nin UMH ile imzaladığı askeri-teknik anlaşma çerçevesinde Serrac’ın yanında yer alması, Hafter’in Trablus’u ele geçirme çabasını durdurabildi. Diğer bir deyişle, Türkiye’nin Libya politikası, Hafter’in arkasındaki Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’ın politikalarını başarısız kıldı. Türkiye’ye karşı başarısız olan aktörler, Hafter için sadece silah sağlayan bir aktör konumundaki Rusya’nın devreye girmesini istediler. Libya’da Türkiye’nin tek taraflı hareket etmesinden ve bu politikasında da başarılı olmasından rahatsız olan Rusya, İdlib üzerinden Türkiye’yle mücadele başlattı.

Rusya İdlib operasyonu üzerinden bazı çıkarlar elde etmeye çalışıyor. Birincisi Mısır, Suudi Arabistan ve BAE’nin yapamadıklarını yaparak ve bu ülkelerin çıkarları doğrultusunda hareket ederek Kuzey Afrika’da söz konusu ülkelerle stratejik ortak olmaya çalışıyor. İkincisi, Hafter’in kontrolündeki bölgelerde bulunan petrol kaynaklarından Wagner Grubu şirketi üzerinden ekonomik çıkar elde etmeyi amaçlıyor. Üçüncüsü, İdlib operasyonunun ortaya çıkaracağı mülteci krizi üzerinden Türkiye ve Avrupa’yla yeni bir pazarlık ortamı meydana getirmeye meydana getirmeye çalışıyor. Hâlâ önemli bir aktör olduğunu, Suriye ve Libya konularının yeniden ele alınması gerektiğini göstermek istiyor.

Fakat diğer taraftan, Rusya’nın İdlib operasyonu üzerinden attığı adımlar çıkar kaybına da yol açmakta. Öncelikle bu adımlar, Türkiye’yle askeri olarak karşı karşıya gelme riskini artırmakta. İdlib cephesinde ortaya çıkacak bir savaşta, Suriye’de güç kapasitesi, stratejik konum, kaynak sağlama durumu, lojistik hatların kontrolü ve ittifak ilişkilerini göz önünde bulundurduğumuzda, Rusya’nın kazanması düşük bir ihtimal. Rusya’nın savaşı kaybetmesi de iki büyük sorunu ortaya çıkaracaktır: Birincisi Rusya’nın prestij kaybı, ikincisi ise ortaya çıkacak uluslararası güvenlik riskidir.

Astana ve Soçi süreçleri üzerinden uluslararası krizlerin çözümünde önemli adımlar atan ve bu bağlamda büyük prestij kazanan Rusya, İdlib operasyonlarıyla bunu kaybetti. Uluslararası toplumdan dışlanmış ve zayıf halka işlevini gören İran’ı göz önünde bulundurduğumuzda ise Türkiyesiz gerçekleşecek Astana görüşmeleri anlamını yitirecektir.

Rusya bu politikalarıyla Türkiye’nin gözünde güvenilmez bir ortak durumuna gelmiştir. Uzun vadede Rusya’nın bu durum, enerji ve Suriye’nin kalkınması gibi konularla ilgili Batı ve Orta Doğu politikalarını olumsuz etkileyecek. Ayrıca Rusya’nın Mısır, Suudi Arabistan ve BAE gibi otoriter iktidarların çıkarları doğrultusunda hareket etmesi, Rusya’nın uluslararası saygınlığını da azaltacaktır.

Sonuç olarak, İdlib operasyonlarıyla Rusya, uluslararası güvenlik sorunlarının çözümünde yapıcı politikalar izleyen bir aktörden ziyade, güvenlik krizleri çıkararak dış politika hedeflerine ulaşmaya çalışan bir aktör gibi davranmaya başladı. Kremlin’in bu kararları uzun vadede Rusya’nın çıkarlarını olumsuz yönde etkileyecek.

İdlib krizi yeni bir mutabakat sağlanana kadar devam edeceğe benziyor. “Şam Cephesinin” ilerleyişini durdurmanın yolu, bölgede güç üstünlüğünü sağlamak ve karşı tarafı caydırmak için taktik yöntemler uygulamaktır.

[Avrasya, Orta Asya, Ortadoğu, Rus dış politikası ve güvenlik politikaları alanında çalışan Sabir Askeroğlu İran Araştırmaları Merkezi’nde (İRAM) kıdemli uzmandır]