28 Şubat sürecinde binlerce mağdur insan hikayelerinden birisi olan Mehmet Şükrü Batur’un hayatı bir filme konu olacak kadar trajik olaylarla dolu. Bütün trajik olayların başlangıcı ise 28 Şubat zihniyetinin kendi askerine yaptığı akıl almaz mobbing, işkence ve ordudan atmaya kadar uzanan pervasızlığı.
Çocukluğundan beri asker olmak isteyen ve girdiği sınavı kazanarak Deniz astsubayı olmak üzere eğitim almaya başlayan mağdur asker, “8,5 aylık eğitimin ardından bir sabah içtimasında güvenlik soruşturmasının olumsuz geldiği doğrultusunda bir yazı geldi ve bizi ordudan ayırdılar çıkardılar ihraç ettiler. Bu süreçte gerek ben gerek ailem baya sıkıntı yaşadık. 1987’de giriş yaptım, Mayıs ayının 27-28’inde de beni ayırdılar. Askeri soruşturma, kulis soruşturması olumlu, güvenlik soruşturması olumsuz diyorlar. Bende Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne (AYİM) dilekçe yazdım ve dava açtım. Dilekçenin ardından 3 ay içinde tekrar geri dönmeye hak kazandım; fakat Milli Savunma Bakanlığı buna itiraz etti. AYİM’de itiraz değerlendirildi ve ikinci bir karar verildi. Burada da yine benim haklı olduğum sonucu çıktı ve onaylayıp bana gönderdiler. Tazminat davası açabilirdim; ama ben askerliği sevdiğim için bir an önce geri dönme ihtiyacı duydum. Okul bana ‘Notlarınız tutuyor; ama gemi eğitimi almadığınız için sizi almıyoruz. Sıfırdan tekrar okula başlayacaksınız’ şeklinde tebliğde bulundu ve böylece bir senemi yediler. Yapılan bu haksızlığa rağmen sıfırdan okula başladım. Derslerim çok iyiydi. Sene sonunda okul bitince iki ay kripto kursu veriliyor. Bu kursu başarıyla bitirdikten sonra Ankara Sahil Güvenlik Komutanlığı’na atandım” dedi.
“Okula giriş sınavlarından önce fiziki mülakatlar yapılıyor. Sportif faaliyetleri içeren sınavı geçtikten sonra ikinci bir sözlü mülakat oluyor. Burada dörtlü bir grubun önünde sorular soruluyor. Bana ilk sorulan soru ‘Kur an okudun mu’ oldu. Bana gelen ilk soru bu olunca ‘Demek bunlar çok sıkı tutuyorlar. Ben neden okumadan geldim’ diye bir an hayıflandım. Tabi sonradan anladım ki onu bilinçli olarak soruyorlarmış. Sonra ‘Annen başörtüsü takıyor mu’ dediler. Ben bildim bileli annem başörtüsü takar, bende ‘ Evet takıyor’ deyince bu kez ‘Nasıl bir başörtüsü takıyor’ diye sordular. Beyaz tülbentli başörtüsü takar’ deyince hoşlarına gitti. Hatta daha sonra ‘Sizin Eruh’ta adam mı öldürüyorlar’ dediler. Suçlu olan insanı hiçbir yerde sağ bırakmayacakları, orda da öyle yaparlar diye düşünüyorum; ama kimseyi öldürmezler’ diye cevap verdim.”

“ÖZEL HAREKATI KABUL ETMEDİM DİYE TAYİNİM ÇIKTI”
1989 yılında göreve başlayan; ancak iki üç ay geçtikten sonra hiçbir sebep gösterilmeden yine tayini çıkan mağdur asker bu kez de Amasra Deniz Komutanlığı’na gönderdiğini söyledi. Ankara’ya tayini çıkmadan önce evlendiğini ve tam düzenini kurduğu sırada çıkan bu tayine eşinin hamileliği sebebi ile itiraz ettiğini; ancak kabul edilmediğini ifade ederek, “Burada başımızda kıdemli bir bin başı vardı ve benim sicilimi düşürmek için her yola başvuruyordu. Orada savunma gibi bir şey geldi. İki gün oda hapsi yedim. Ardından Karadeniz Ereğli Bölgesi’ne ikinci sürgün tayinim çıktı. Tayinimin ardından orada gerekli sicillerimi düzelttim. Bu arada bana özel bir mektup geldi. Mektupta sizi özel kuvvetlere istiyoruz yazıyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin özel harekat timleri var. Ben bunu biraz araştırdım ve araştırdıktan sonra istemedim. Kabul etmeyince üçüncü bir tayin oldum” diye anlattı.
Tayin edildiği savaş gemisinde kendisinin sakıncalı personel olduğunu öğrenen mağdur asker, “Beni sakıncalı personel olduğum için oradan oraya sürükleyip duruyorlarmış. Bunların amaçlarını bilmiyorum. Bunun ardından ikinci bir savaş gemisine, oradan da İzmir’e tayin edildim. 1997 senesinde ise bu sefer sorgusuz sualsiz, yaş kararı ile bizi görevden ayırdılar. YAŞ kararı yargı yoluna kapalıydı. En son 61/91 sayılı kanun yani hükümetin verdiği 32. geçici karar ile herkese haklarını verelim denildi; fakat bizim haklarımız verilmedi. Hemen hemen herkese hakları verilmesine rağmen ben yaş kararı ile ayrıldığım ve birçok listede bulunduğum halde hakkımı alamadım. Mesela bana atfedilen suç unsuru ile atılanların bulunduğu listede 161 kişilik subay astsubaylar var. Bunların arasında yalnızca ben kabul edilmedim. Bakın ilk grup 97/1 28 Şubat,26 Mayıs 1997’de imzalanıyor. Turan Tayan ve genel kısmında da Başbakan’ın imzası var. Maalesef biz YAŞ kararı ile atıldık. Bu 26 kişilik gruptan bir tek bana geri dönüş vermediler” şeklinde konuştu.
Yaşanan süreçte geri dönemeyenlerin olduğunu da hatırlatan mağdur asker, bunlardan bir kısmının suça alet olan ya da bir takım sıkıntılar yaşayan kişiler olduğunu söyleyerek, “Bir de komutanlık kararı ile ayrılan insanlar var. Onlar kararname mağduru olarak geçiyorlar. Bu kararname mağdurlarını almadılar, onları kabul etmediler; çünkü onların dava açma hakkı vardı. Ama birçok insana YAŞ mı yoksa kararname mağduru mu olduğu bildirilmedi. Bu yüzden herkes 61/91’e müracaat etti” dedi.
Genel Kurmay’dan bilgi edindirme talebi istediğini; ancak kendisi hakkında irtica kapsamında suçlayıcı hiçbir şey bulunamadığına dikkat çeken mağdur asker, “Bu insanlar ideolojik görüş benimsediğimi söylüyorlar; ama ben böyle bir görüş benimsemedim. Hatta mahkemede de bunu dile getirdim. Hakime, ‘Ben bütün ideolojik düşüncelere karşıyım. Bu güne kadar hiçbirinde de rol almadım’ dedim. Benim için ‘Devrim yanlısı İslami örgüt mensubu’ diyorlar. Ben kim olduğumu düşünüyorum. Çevresinde Kürtçülüğü destekleyen biri oldum. Ben Kürdüm ya da Siirt’te doğdum diye devletine milletine başkaldıran biri değilim. Silahlansam dağa çıkarım, bu tür yerlerde ne işim var ki?” dedi.
“MAĞDURİYETİ SİVİL İRADE ORTAYA ÇIKARIR”
28 Şubat mağduru askerlerin davalarının sivil irade tarafından görülmesi gerektiğini, 15 yıldır sivil yerde görev yapan bu kişilerin askerle bir bağlantısı kalmadığının altını çizen mağdur asker, “Hükümetin verdiği karar yanlıştı; çünkü temyiz için direk askeri mahkemeye verdi. Bizi askeriye görevden attı; ama bunu bir sebebe dayandırmadan yaptı. Bizim mağdur olmadığımızın görülmesi için bu konuda sivil iradenin karar vermesi lazım” şeklinde konuştu.
Mahkemede lehine oy kullanan tek kişinin Hakim Başkanı Albay Doktor Celal Işık olduğunu, diğer dört kişinin aleyhine oy kullandığını belirten mağdur asker, hakimin karşı oy yazısındaki ifadelerinin kendisine umut olduğunu anlattı. Karar yazısında, belli bir olaya işaret edilmediği ve belge eklenemediğine dair oy kullanıldığını ve bunu söyleyen kişinin mahkeme başkanı olduğunu vurgulayan mağdur asker, “Hiçbir somut gerekçe yok. Her şey soyut suçlamalara dayanıyor.
“SAVCI HAKSIZ YERE KANAAT VERİLDİĞİNİ SÖYLÜYOR”
Mahkeme Başkanı’nın çoğunluğun aksine kendisi lehine oy kullandığını; oy çokluğu ile kararın reddedildiğini üzülerek anlatan mağdur asker, “Reddediliyor; çünkü baskı var. Her ne kadar hükümet-asker dengesinden bahsedilse de baskı var. Başbakanımızı bile tazminata mahkum eden bir AYİM’in bizi kabul etmemesinin normal olduğunu düşünüyorum; ama en azından hür bir başkan var. Buna memnun oldum. Askeri idare, milli savunma kararını reddetmiş oldu ve kabul etmedi. Daha düne kadar avukatımla birlikte karar düzeltme metni yazdık. Tekrar bir üst mahkemeye müracaat ediyoruz. Avukatım ‘Aksine bir karar vermezler, aynı kararı verirler; fakat hakkımızı savunalım’ diyor. Karar düzeltme çıktığı anda başvuracağız, tek yerimiz orası. Bu başkanın yazısı her şeyi açıklıyor. Dosyamı tamamen objektif olarak yansıtmış. Karşıt yazısı Anayasa Mahkemesi’ne büyük bir gerekçe olacak. Askeri savcının bana yaptığı savunma çok güzel ve savcı haksız yere kanaat verildiğini söylüyor. Milli Savunma Bakanlığı’nın Başsavcı kararı bu. Haklı olduğum kanaatine varılmış” şeklinde konuştu.
YASA GEÇİCİ PANSUMAN
Hükümetin çıkardığı bu yasanın geçici bir pansuman olduğunu, görevi iade edilen askerlerin onurunun da geri iade edilmesi gerektiğini vurgulayan mağdur asker, “Bu kişiler TSK’daki görevlerine iade edilmeli. Şimdi sen adamı görevinden atmışsın. Sonra ‘Tamam ben hata ettim’ deyip başka bir yere almışsın. Bu tam bir hak iadesi olmuyor” dedi.
1998 seçimlerinde kendisine ‘Siirt Belediye Başkanı yapalım’ diye tebligat geldiğini ve başkan olması içen babasını dahi devreye sokulduğunu anlatan mağdur asker, BDP’ ten gelen bu teklifi inancı gereği kabul etmediğini söyledi. BDP’lilerin o yıl ki seçimlerde istedikleri kişileri başkan olarak seçtirebilecek güçte olduğuna dikkat çeken mağdur asker, “Ben bu teklifi kabul etmedim ama dedikleri gibi, ertesi gün Van’dan Selim Sadak’ı getirdiler ve belediye başkanı yaptılar. Vanlı birisini getirip Siirt’te belediye Başkanı yaptılar. 1998 seçimlerinde istediklerini seçtiriyorlardı. ‘Asker mağdur etmiş biz sahip çıkıyoruz manasını taşısın’ diye ya da ‘Biz bu adamı istediğimiz yere getirdik’, ‘Orduda da bizim düşüncelerimize sahip insanlar var ve biz bu insanlara sahip çıkıyoruz’ görüntüsünü vermek için de beni özellikle istediler” dedi.
“NE TSK, NE PKK BENİ ÖRGÜT ÜYESİ YAPAMADI”
Orduda görev yaptıkları sırada ne PKK’nın ne de silahlı kuvvetlerin kendisini PKK’lı yapamadığını belirten mağdur asker, “Gitmediğime memnunum; ama silahlı kuvvetler o acıyı çektiren bir insanı direk dağa kaldırmasını da biliyor. Gerek parayla, gerek mevki makam yoluyla bunu yaptırıyor. Bu yolla insanları dağa da çıkarabiliyor, silahlı kuvvetler bünyesinde envanterde taşıttırabiliyor. Bunu başkalarına pazarlayabiliyor da. Biz inancımıza, devletimize, milletimize sadık insanlar olduğumuz için bu işleri yapmadık. Ben telsizciydim, kriptoyu en iyi bilen insandım. Bunu çok iyi kullanabilirdim ama yapmadım; çünkü dini vecibelerimiz buna karşı” diye konuştu.
DOSTLARIMA “BU İNSANLA İLİŞKİ KURMA” DEDİLER
28 Şubat sürecinde askeriyeden ayrılan askerler olarak iş bulmakta zorlandıklarını, buldukları zamanda yarı yolda bırakıldıklarını ifade eden mağdur asker, “28 Şubat sürecinde atılan bütün askerlere tebligat gidiyordu. Askeriye tarafından bütün kurumlara, sivil sektörlere her ay ‘Kurumunuzda, 28 Şubat sürecinde asker olup ayrılan biri var mı” şeklinde yazı gönderiliyordu. Bu tebligat doğrultusunda da denetimler yapılıyordu ve kesinlikle işe kabul ettirilmiyorduk. Çalışmak için belediyelere müracaat ettim, bana o belgeyi verdiler ve ‘Askeriyenin tutumundan dolayı sizi alamıyoruz’ dediler. Ben telsiz zabıtlığına da başvurdum orda da karşıma çıktı. Ayrıca telefonlarım 24 saat dinleniyordu ve dostlarıma arkadaşlarıma ‘Bu insanla ilişki kurma’ diye tebligat geliyordu. Geçinmek için kendi başıma hamallığa kadar her işi yaptım, çok şükür kimseye de bağımlı olmadık” diye konuştu.
“İLTİCA ETTİM, AMA ÜLKEMİ SATMADIM”
Daha sonra 2001 yılında İngiltere’ye gittiğini dile getiren mağdur asker, evinin kirasını ödeyemez duruma geldiği için son çare olarak yurtdışına gittiğini vurguladı. Mağdur asker, “Orada hem mücadeleme devam edeyim hem de bir nasip görürüm düşüncesiyle gittim. Vize alarak gittim; ama 6 aylık vize zarfında orda hemen çalışamıyor ve bir takım işler yapamıyorsunuz. Yapmak için bir takım belgeler sunuyorlar. Ya iltica edeceksin ya da buranın kurallarına göre evlilik yapacaksınız diyorlar ve ya şartnameleri var. O şartnameleri yerine getireceksiniz. Bende iltica yapmak zorunda kaldım; fakat devletimi hiçbir zaman satmadım, hiçbir zamanda satmam. Sadece askeriyeden ayrıldığımı söyledim. Orda üç mahkeme gördüm, üçüncü mahkemede orada oturmaya hak kazandım. 2003 senesinde sonrada çocuklarımı oraya getirme imkanım oldu. Öncesinde oraya yalnız gitmiştim, üç seneye yakın yalnız kaldım; ama oturma izni aldıktan sonra çocuklarımı yanıma aldım” dedi.

“ÇOCUKLARIMA BAŞBAKAN SAYESİNDE KAVUŞTUM”
Çocuklarının yanına gelmesi konusunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da yardımı olduğunu anlatan mağdur asker, çocuklarını yanına almak için vize başvurusu yaptıkları gün HSCB ve İngiliz konsolosluklarına bombalı saldırı olduğunu da anımsatarak, “Bombalama olayları biz çocuklara vize aldığımız gün oldu. Bu yüzden çocukların gelmesi nasip olmadı ve çocuklar Siirt’te okumaya devam etti. Bir gün Başbakanımız okullarına açılışa gidiyor. Açılışa gitmeden bir gün önce ben bu haberi duydum hemen mektup yazdım ve başbakana ulaştırdım. Başbakan, Ulaştırma Bakanı ile direk konsolosluğu arıyor ve hemen çocukların vizesini çıkartılmasını sağlıyor. Vizelerini vermek üzere çoluk çocuk konsolosluktan çağırmışlar ve vizelerini vermişler, böylece direk yanıma gelebildiler. Yoksa başka türlü gelmeleri imkansızdı; çünkü hakikaten çok zor bir zamana denk gelmişlerdi” şeklinde anlattı.
“DARBEYE TEŞEBBÜS EDENLER AFTAN YARARLANDI,
YAŞ MAĞDURLARI YARARLANAMADI”
Türkiye’yi çok sevdiklerini; ancak yapılan haksızlıkların giderilmesini istediklerinin altını çizen mağdur asker, son çıkan yasa ile bin beş yüz kişiye haklarının verildiğini kaydederek, “Sadece iki yüz kişiye hakkı verilmedi. Yaş kararıyla ve diğer türlü ayrılan insanlar var. Askeri öğrenciyken ya da askeri memur olup da inançlarından dolayı atılanların yanı sıra aynı şekilde atılan uzmanlar dahil binlerce kararname mağduru var. Bunların hakkı yenildi ve hakları verilmedi. Bize bir nebze verildi gibi gösterildi; ama sağ gösterip soldan vurdular. Aslında bakın Ergenekon’dan yargılananlar ceza alanlar bile haklarını aldı, emekli oldular. Muzaffer Tekinler emekli oldu. Yüzbaşı iken atılmış bu adamlar, kıdemli albaylıktan emekli oldu. Bu insanlar siyasi suçtan içeri girmiş yani devleti yıkmaktan bahsediyor. Darbeye teşebbüs edenler aftan yararlandı, yaş mağdurları olan bizler yararlanamadık. Yüzbaşı Muzaffer Tekin iki yıldır Ergenekon yüzünden hapiste. Ergenekon’dan hüküm giymiş bu insan aftan yararlandı ve ben yararlanmadım. İlk atılan yaş grubundaki yüz altmış bir kişiden sadece ben kabul edilmedim ve çok enteresan bir olay bu” dedi.