'Tarihi dönemlere ayırmak şart mı?'
Ünlü tarihçi Jacques Le Goff'ün bir kitabının başlığıdır bu. 2014 yılında, 90 yaşlarında vefat etmiş ve geride 'tarihin küreselleşmesi' gibi politik yönü de epeyce ağır basan bir kavram üzerinden önemli tartışmalar yapmış, metodolojik çalışmalar bırakmıştır...
Küresel tarih deyince, küresel olan her şey gibi yuvarlaklaşmış, kenar, köşe, çıkıntı, girinti gibi tüm özel anlamlarını yitirmiş, aralıklarını törpülemiş, biraz iç içe geçmiş, çokça unutkanlık ve uyku getiren bir kayganlığa sahip, zamanın zımparaladığı bir yuvarlak, pürüzsüz bir yuvarlak geliyor insanın aklına... Kuşkusuz bu aynı zamanda ideolojik bir şekillenmedir. Yani neyin önemli neyin önemsiz, neyin önde neyin arkada, neyin başta neyin sonda olduğunu belirleyen bir zaman perspektifi kurmak, kısacası zamanı kurgulamak, zamanı yazmak, zamanı belleklere kabul ettirmek ciddi bir resmi politika uygulaması ve okullaşma serüvenidir de ve epey emek ister. Zaman da ister.
Le Goff, karanlık olarak adlandırılan Orta Çağ kavramsallaştırmasına karşı çıkan bir akademisyendi. Onun yerine Rönesansı da içine alan 'uzun Orta Çağ' ifadesini kullanıyordu. Bu haliyle hem Batı'da engizisyon hatıralarıyla kararmış Orta Çağ belleğini bir nebze de olsa değiştirmek, Orta Çağı Rönesansla ele alarak simasını aydınlatmak, ama daha da önemlisi Orta Çağın bitip, Yeni Çağın başlangıcını Fatih Sultan Mehmet Han'ın İstanbul'u fethedişi ile anmaktan kurtarmak ta Le Goff'e göre büyük bir işti...
Tarihi galipler yazar. Peki ya bizler, bizler galiplerin yazdığı tarihi mi okuyoruz?
İbrahim Kalın beyefendiyi Farabi'nin kabri başında hürmetkar ve düşünceli şekilde gösteren fotoğrafa bakınca, bizim medeni hafızamızdaki Farabi'nin yerini düşünmeden edemedim... Farabi'nin hak ettiği ilgiye de bilgiye de heyhat sırt dönmüş haldeyiz. Niçin? Niçin İbrahim Kalın'ın Farabi ziyaretinin ardından 'google'da en çok aranan madde olma bahtına erişmişti Farabi mesela? Biz onu nerede kaybetmiştik?
Bu uzaklık ve meçhullük meselesi sıktı canımı... Tanca'da dünyaca ünlü seyyah İbni Battuta'nın kabrini sormuştum da, kendi ülkesinde garipti koca gezgin, sokak sokak gezdikten sonra, çarnaçar bin bir zorlukla bulabilmiştim. Yeni yeni kültürel gezi programlarıyla tanıştığımız Özbekistan'ın meşhur kentleri, Taşkent, Buhara, Semerkant, Hive'de dolaşırken kendi evimize yaptığımız bir yolculuğu mu yoksa fotoğraf çekme derdindeki bir turisti mi anımsatıyoruz...
Bizim haritalarımız nerede? Hangi şehirler, hangi nehirler, hangi gökler, hangi denizler geçmiş bizim tarihimizden... Veya, soruyu küreselleştirelim; küredeki tarih içinde bizlerden ne kadar bahsediliyor?
Oysa tarih anlatıcılığı aynı zamanda medeniyet anlatıcılığıdır, kültür anlatıcılığıdır.
Kuşkusuz bu tarih yazıcılığı/anlatıcılığı da bütüncül yaklaşımı gerektirir. Sözgelimi, ''Filistin ve sanat tarihi' dendiğinde çağdaş zamanlarda aklımıza ilk gelen isimler; İsmail Raci Faruki ile eşi Lamia Faruki'dir. Onlar birlikte hazırladıkları ''İslam Kültür Atlası' adlı hacimli eserle, İslam kültür ve medeniyetinin büyük birikimini yatay tarihsel bağlamları ve günümüze kadar gelen hasatlarıyla, tüm dünyaya sundular. 1982 yılında şehit edilmezden evvel, Filistin davasını, İslam'ın medeni yüzüyle anlatmayı denediler, sanatla, kültürle, musikiyle, mimariyle, hat sanatıyla, ebruyla, sema dönüşleriyle, İslam'ın Filistin'den de ve aslında dünyadan da dışlanamayacak kovulamayacak bir din olduğunu ortaya koydular... İslam'ın özündeki ''insan'a işaret ettiler.
Dolayısıyla, İbrahim Kalın beyefendinin Farabi'li fotoğrafını bu bağlamda çok önemsiyorum. Her fotoğraf işaret değildir, ama bu fotoğraf aynı zamanda bir işaret! Çünkü bu fotoğraf, bizim kendi medeni değerlerimiz açısından çok önemlidir, tarih birikimimizi ciddiyetle gelecek nesillere aktarabilmek, tarihi, bilince dönüştürebilmek gerekiyor...
Farabi hakkında yazılmış Türkçe biyografilerin ne kadar yetersiz ne kadar meçhullerle dolu olduğu da ayrıca yaralayıcı (İslam Ansiklopedisi dahil) Medinetül Fazıla adlı müthiş eseri yazmış ve İslam felsefesinin başat eseri olarak ortaya koymuş bir büyük düşünürden, bilgeden, alimden, hikmet sahibi bir devden bahsediyoruz Farabi derken... Kitabı Musika'yı yazmış, dini ilimlerden pozitif ilimlere, dil biliminden musikiye kadar çok geniş katmanlı bir alimdir Farabi. Türkistanlıdır.
Niçin galiplerin dikte ettiği ve küresel olduğunu iddia ettikleri tarihten ibaret zannediyoruz insanlık tarihini? Üstad Kısakürek; tarihi belleğinden kopartılmış gençlik için, 'güneşi ceplerinde kaybetmişler de haberleri yok' derdi..