Suriye'deki Baas rejimi Arap Baharı adı verilen diktatörlere karşı başlayan devrim ile düşmek üzereyken Rusya ve İran desteğiyle direndi.
Rejim bir milyon civarında Suriyelinin canına kıydıktan ve nüfusun yarısını yerinden ettikten sonra arkasında harabeye dönmüş bir ülke bırakarak yıkılıp gitti.
Diktaya karşı direnen muhalefetin en büyük destekçisi Türkiye oldu.
4 milyon Suriyeliyi Türkiye'de misafir ederek 6 milyona yakını Suriye'nin kuzeyinde korumaya alarak nüfusun neredeyse yarısına kol kanat gerdi.
Ayrıca uluslararası platformlarda Suriye muhalefetinin garantör devleti oldu.
İdlib'e toplanan muhaliflere yine ağabeylik ederek korudu kolladı ve orada onlara adeta devlet yönetme stajı verdi.
Katil rejim yıkılınca da İdlib'de stajını tamamlayan Ahmet Şara ve kadrosu Suriye yönetimini devraldı.
Katil rejime kol kanat geren Rusya ve İran da Suriye'den çekildi.
Alt yapısı işlemeyen başkente bile günde birkaç saat ancak enerji verebilen Suriye'ye tüm imkanlarıyla destek veren tek ülke de Türkiye oldu.
Ancak halkın desteğini almış güçlü bir Suriye'den rahatsız olan İsrail, bütün askeri tesisleri bombalayarak kullanacak etkin silah bırakmadı!
Şara ve ekibi örgüt liderliğinden devlet adamlığına geçişte başarılı bir imtihan verdi.
Başta Arap ülkeleri olmak üzere dünya yeni yönetimi tanıma ve ilişki kurma yarışına girdi.
Başına ödül konmuş terör liderliğinden devlet başkanlığına geçen ve kırmızı halılarda karşılanan Şara ve ekibi gerçek dostları ile zoraki dostluklar arasında denge gözeteyim derken zaman kaybına ve bölgenin baş düşmanı İsrail'in saldırılarına maruz kaldı.
Yeni Suriye her türlü saldırılara açık olduğu için yapması gereken ilk işi imkânı ve gücü olan bir devlet ile savunma işbirliği anlaşması yaparak kendisini güvene almasıydı.
İsrail'e karşı Suriye'nin havasını ve sahilini Türkiye'den başka bölgede koruyacak bir ülkenin olmadığını da hemen söyleyelim.
Türkiye de talep gelirse hazır olduğunu duyurdu.
O yüzden biz de yazdık söyledik, Suriye'nin âkil insanları da hem yazdılar hem söylediler bir an önce Türkiye ile savuma işbirliği anlaşması yap diye.
Öyle anlaşılıyor ki Şara ve ekibi kimi yönetimleri küstürmemek ve denge gözetmek için bu adımı atmakta gecikti!
Güçlü Suriye istemeyen İsrail sonunda Süveyda'da Dürzileri harekete geçirince müdahil olmak isteyen Şam yönetimine hava saldırısıyla cevap verdi.
Genelkurmay binasını ve Cumhurbaşkanlığı sarayını vurdu!
Şara yönetimi geciktiğini o zaman anlamış olmalı ki hemen Türkiye'den terörle mücadelede ve savunmada resmen askeri işbirliği talebinde bulundu.
Bu talep savunma işbirliğini içermese de Türkiye'nin Suriye savunmasına resmen katkıda bulunması demektir. Bunun anlamı Suriye'nin İsrail saldırılarına karşı koyacak imkanlara kavuşması demektir.
Tabii bu diğer taraftan İsrail'in Türkiye ile karşı karşıya gelmesi demek.
Ancak zaten İsrail dolaylı olarak Türkiye ile mücadele hamleleri yapıp duruyor.
İsrail'in Süveyda'yı kışkırtması PYD'ye destek vermesi Suriye'nin toprak bütünlüğünü savunan Türkiye'ye karşı atılmış adımlardır.
İsrail'in tüm bölgeyi tehdit eden politikalarının Türkiye'yi de tehdit ettiği bilinen bir gerçek.
İsrail, PYD'yi tahrik ederek Türkiye'nin kırmızı çizgisini aşmaya çalışıyor.
Eninde sonunda bir Türkiye İsrail karşılaşması yaşanacağı anlaşılıyor.
İsrail'in desteklediği SDG/PYD Türkiye için bir askeri harekâta bakar. Tıpkı Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı, Barış Pınarı'nda olduğu gibi terör örgütünü silip süpürür.
Ancak Türkiye meselenin suhuletle halledilmesini tercih ediyor.
Şam yönetiminin SDG ile 10 Mart'ta yaptığı anlaşma, entegrasyon için yıl sonuna kadar mühlet içeriyor. Türkiye tabiatıyla yıl sonunu beklemeyi tercih ediyor!
Fakat aradan geçen 5 ay içinde SDG'nin anlaşmayı uygulamak istemediğini gösteren gelişmeler yaşandı.
Önce bir konferans toplayarak özerk yönetim talebinde bulundu. Sonra açıkça federal sistem isteyerek ve silahlı kanadının Suriye ordusu içinde bağımsız birlikler olarak kalmasını talep ederek anlaşmayı resmen rafa kaldırdı.
Daha ileri gittiler, 'İdlib'den bir cemaat yönetimi devraldı, Suriye'yi temsil etmiyorlar, biz Kürtler, Dürziler ve Aleviler birlikte demokratik Suriye'yi kurmak durumundayız.' şeklinde açıklamalar yaptılar.
Tabi bütün bunlar İsrail'in telkinleriyle yaşanan gelişmelerdi.
Süveyda olaylarından sonda ABD'nin Suriye temsilcisi Tom Barrack'ın da katıldığı Şam yönetimiyle yapılan toplantı da SDG, Barrack'ı bile çileden çıkaracak tavırlar sergiledi.
Her neyse Şam yönetimi bu hususta Türkiye ile paralel düşündüğü için sorun yok gibi görünüyor.
Ancak Şam yönetiminin bu konuları görüşürken Türkiye'yi yanına almaması düşündürücüdür.
Suriye Dışişleri Bakanı Es'ad Hasan Şeybani, Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot ve ABD'nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Thom Barrack, Paris'te Suriye için bir toplantı yaptılar.
25 Temmuz'da yayınlanan ortak bildiride, 'Suriye Hükümeti ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında 10 Mart Anlaşması'nın eksiksiz uygulanmasına yönelik bir sonraki istişare turunun en kısa sürede Paris'te gerçekleştirilmesi' de karara bağlanmış!
Tamam ABD'yi anladık SDG'nin babası da, Fransa ne alaka?
Türkiye'yi doğrudan ilgilendiren bir konuda Türkiye'nin temsil edilmemesi düşündürücü değil mi?
Şam yönetimi Suriye'nin gerçek dostunun Başkan Erdoğan yönetimindeki Türkiye olduğunu unutmaması lazım!
Denge gözetme politikası izlerken bölgeyi riske atma potansiyeli bulunan adımlara dikkat etmesi lazım!
Henüz Şam'dan resmi bir açıklama gelmedi ama dün ABD, Suriyeli yetkililerle İsraillileri Paris'te bir araya getirdiği haberleri düştü medyaya.
Medyaya yansıdığı kadarıyla Suriye heyetinin görüşlerinin Türkiye'nin politikalarına paralel çizgide olduğunu görmek de sevindirici.
Evet Suriye'nin gerçek dostu Türkiye'dir!