Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay'ın ABD seçim sonuçlarına ilişkin yaptığı açıklamasında; "Biz müteaddid defalar seçimleri kim kazanırsa kazansın diğer ülkelerle olduğu gibi ABD yönetimleriyle de ortak menfaatlerimiz doğrultusunda yakın bir çalışma ilişkisi içinde oluruz. Bu çizgimizde bugün de bir değişiklik yok. Bir başka deyişle, köklü temellere ve karşılıklı çıkarlara dayanan ilişkilerimiz esasen partiler ve siyaset üstü bir nitelik taşımakta olup, Türkiye-ABD işbirliği uzun yıllar boyunca gelişmeye devam etmiştir. Bu ortaklık, dönem dönem iniş çıkışlar göstermekle birlikte, bugün de bölgesel ve küresel güven ve istikrarın güvencelerindendir" şeklinde değerlendirdi.
Batuhan Yaşar’ın Türkiye Gazetesi’nde yer alan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay ile yaptığı röportajın tamamı şöyle:
Cumhurbaşkanımızın zihniyet dönüşümü dediği bir şey var, işte tam da bunu sağlamamız gerekiyor. Deprem riskleri ile ilgi çözülmesi gereken temel sorun olarak karşımıza yapı stoku çıkıyor. Cumhurbaşkanımız açıkladı, Türkiye genelinde 6,7 milyon konutun depreme dayanıklı hale getirilmesi, yani yenilenmesi gerekiyor. Bu büyüklükteki bir dönüşümü devletin sadece TOKİ eliyle yapması beklenemez. Bunu merkezi hükümet, yerel yönetimler ve vatandaşlarımızla elbirliğiyle yapabiliriz. Vatandaşlarımızın kentsel dönüşüme ilişkin yasal altyapıyı kullanmalarını, kira yardımı ve kredi destekleri gibi her türlü teşvikten faydalanmalarını önemsiyoruz.
Sırf muhalefet olsun diye zorla gündemde tutularak algı oluşturulmaya çalışılan bir husus. “99’daki deprem vergileri ne oldu?” Burada bir algı yönetimi var, bazıları polemik oluşturarak gerçekleri örtmeye çalışıyor. Vatandaşımız bunu görüyor, bizim ne yaptığımızı çok iyi biliyor. Söz konusu vergilerin toplamı 2019 yılı itibariyle toplam 66 milyardır. Günümüz rakamlarıyla ise toplamda yaklaşık 147 milyar Marmara Depreminde Bolu, Düzce, Sakarya, Kocaeli, Yalova, Bursa ve İstanbul’da 43 bin 603 kalıcı konut yapıldı. Yine kentsel dönüşüm kapsamında güçlendirilen yapılar, kamu binaları var. Diğer afetler sonrası yapılan harcamalara ilaveten, ulaşımın, okulların, hastanelerin ve diğer kamu binalarının sağlamlaştırılması ve haberleşme sistemlerinin iyileştirilmesine kadar yaptığımız tüm çalışmalar aslında deprem afetinde müdahale, önlem alma ve iyileştirme noktasında çok önemli. Hepsine baktığınızda toplam harcamalar 2019 rakamlarıyla 1,2 trilyonu aşıyor. Üstelik 2020 harcamaları bu rakamlara dahil değil. Netice itibariyle, bir deprem ülkesi olan Türkiye’de, depremler için kat ve kat daha fazlası harcanmıştır.
'MENFAATLERİMİZE BAKARIZ'
Biz müteaddid defalar seçimleri kim kazanırsa kazansın diğer ülkelerle olduğu gibi ABD yönetimleriyle de ortak menfaatlerimiz doğrultusunda, yakın bir çalışma ilişkisi içinde oluruz. Bu çizgimizde bugün de bir değişiklik yok. Bir başka deyişle, köklü temellere ve karşılıklı çıkarlara dayanan ilişkilerimiz esasen partiler ve siyaset üstü bir nitelik taşımakta olup, Türkiye-ABD işbirliği uzun yıllar boyunca gelişmeye devam etmiştir. Bu ortaklık, dönem dönem iniş çıkışlar göstermekle birlikte, bugün de bölgesel ve küresel güven ve istikrarın güvencelerindendir. Kovid salgınının etkisiyle daha da artan belirsizliklere karşı Türkiye-ABD işbirliğinin bölgesel ve küresel önemi daha da artmıştır. Diğer taraftan, ABD ile aramızda bazı konularda görüş ayrılığı bulunduğu da ortadadır. ABD tarafından PKK/YPG’ye verilen açık destek, ABD’nin FETÖ konusunda gerçekleri görmezden gelişi, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta verdiğimiz hakkaniyet mücadelesine karşı takınılan tutum gibi konular ABD’nin bölgede izlediği politikalarda müttefiklik ruhuna uymayan birkaç husus olarak önümüzde duruyor.
Türkiye’nin F-35 programından çıkarılma çabaları ve Kongre’de verilen yaptırım önergeleri de 70 yıllık Türkiye-ABD işbirliğine ne yazık ki gölge düşürüyor. Bölgemizde yaşanan çatışmalara karşı izlediğimiz politikalarla Türkiye’yi dışarda bırakarak atılmaya çalışılan adımların, yazılan senaryoların hayata geçmesinin mümkün olmadığını tüm dünya görmektedir. İki ülke arasında ekonomik ve bölgesel sorunların çözümüne yönelik birlikte hareket edilebilecek çok ciddi fırsatlar mevcuttur.
Hem fırsatların değerlendirilmesi hem de sorunların çözülmesine ilişkin yeni dönemde de birlikte çalışılacaktır.
Son dönemde, İslam ve yabancı karşıtı söylemleri benimseyen Avrupalı siyasetçilerin arttığı inkâr edilemez bir gerçektir. Özellikle Macron’un söylemleriyle; İslam karşıtlığı ve nefret söyleminin artık en üst seviyelerde ifade edilmeye başlandığını endişeyle müşahede ediyoruz. Avrupa değerlerini sözde sahiplenen Macron, Avrupa toplumu ve demokrasisi için bir utanç kaynağıdır. İslam’a karşı kullandığı ifadelerle haddini aşan Macron’un toplumsal vicdandaki yeri de çok ciddi yara almıştır. Avrupa’nın diğer ülkelerinde de Müslümanlara karşı ayrımcılık vakaları artış göstermiş, Avrupalı Müslümanlar için toplumsal hayat neredeyse yaşanılamaz bir hal almıştır. Radikalleşme ve terör dünyanın her köşesinde toplumları tehdit eden insanlığın ortak derdi; kanayan yarasıdır. Nasıl ki terör eylemini gerçekleştiren kişi Hristiyan olduğunda Hristiyan terörü denmiyorsa, Müslüman olduğunda da İslami terör olarak adlandırılamaz. Terör terördür; terörist teröristtir.
Epeyce bir yorum yapmış yapmışlar Türkiye, evet, bölgesel bir güçtür, ancak-mesela Ermenistan’ın tam aksine- yayılmacı değil, barışçıldır. Kafkaslarda kendine bir nüfuz sahası oluşturmak gibi de bir haslet içinde değildir. Tek bir hasleti vardır, o da “İki devlet, tek millet” olduğu, kardeşten öte bellediği Azerbaycan’ın iyiliği, toprak bütünlüğü, işgalden arındırılması, meşru hakları ve alî menfaatleridir. Söz konusu Azerbaycan ile Türkiye olunca, ben, sen yoktur, biz vardır. Sevinci sevincimiz, hüznü hüznümüz, kazanımları manevi anlamda kazanımlarımızdır. Yine de altını çizmek isterim, Türkiye bölgesel bir güçtür; kendi bölgesinde, sahada, masada, söz söyleme, sözünü dinletme gücü vardır.
Libya’nın egemenliğinin, toprak bütünlüğünün korunması ve ulusal birliğinin sağlanması temel önceliğimizdir. En başından beri Libya’da askeri bir çözümün mümkün olmadığını savunduk. Askeri çözümde ısrar edenler karşısında da meşru Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni destekleyerek uluslararası meşruiyetin yanında yer aldık. Hafter’in saldırılarına karşı meşru hükümete verdiğimiz destek sayesinde de, çok şükür, sahada denge sağlandı. Türkiye’nin gayretleriyle son 4 aydır sahada yaşanan sükunet ise Libyalıların birbirleriyle konuşmasına imkan verdi. Birleşmiş Milletler’in himayesinde Libyalılar arasında Cenevre’de gerçekleştirilen 5+5 Ortak Askeri Komisyon görüşmeleri sonucunda 23 Ekim’de Libyalı taraflar arasında ateşkes mutabakatı imzalanmış olması önemli bir gelişmedir. Ancak esas olan Cenevre’deki bu mutabakatın kalıcı ve sürdürülebilir bir ateşkese evrilebilmesidir. Zira, geçmiş dönemde benzer ateşkeslerin Hafter ve destekçileri tarafından nasıl akamete uğratıldığını biliyoruz.
Öte yandan, siyasi çözüm amacıyla, BM öncülüğünde Libyalılar arasında 9 Kasım’da Tunus’ta başlayan Libyalılararası Siyasi Diyalog Forumu şayet şeffaf yönetilebilirse önemli bir fırsat sunabilir. Siyasi Diyalog Forumu’ndan tüm Libya halkının ortak refah ve esenliğini önceliklendiren, Libya’nın istikrarını ve barışını hedefleyen sonuçların çıkması temennimizdir. 18 aylık geçici ortak bir yönetim yapısının belirlenmesi ve sonrasında kalıcı bir devlet - hükümet yapısına geçiş sağlayan bu forumun çalışmaları şeffaf ve tarafsız bir şekilde yürütüleceği esastır. Süreci yakından takip ediyoruz.
Ülkemiz, geçtiğimiz yıl Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması ile Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtıralarını Libya’da Birleşmiş Milletler tarafından tanınan meşru Hükümetle ikili düzeyde imzalamıştır.
Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası çerçevesinde Libya’da düzenli ordu ve güvenlik teşkilatı tesisi çabalarına danışmanlık ve eğitim boyutunda katkıda bulunmayı sürdürüyoruz. Kaldı ki, Türkiye’nin bu katkıları BM Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararları ile Berlin Konferansı sonuçlarıyla da uyumludur.
Cumhurbaşkanı, Suriye Irak sınırında yeni bir terör devleti kurma çabalarından bahsetti.. Bir operasyon olabileceğini vurguladı... Siz bu konuda neler söylersiniz?
Suriye’de PKK/YPG ve diğer terör örgütlerinin yuvalanması ve ülkemize tehdit teşkil etmesine asla müsaade etmeyiz. Bu çerçevede kararlılığımızı yansıtmaya devam ediyoruz. DEAŞ ve PKK terörizmine karşı 3 harekat düzenledik. Bundan sonra da aynı kararlılığı sürdüreceğimizden şüphe duyulmamalıdır. Sınırlarımızda bir terör koridoru oluşmasına göz yummayacağımıza yönelik mesajları ilgili tüm taraflara her düzeyde ve her vesileyle aktarmaya devam ediyoruz. Bu mesajların zamanında ve doğru algılanması önemlidir. Aksi takdirde kendi göbeğimizi kendimiz kesmeye devam edeceğiz. Terör saldırılarına nerede olursa olsun hak ettiği karşılığı vermeyi sürdüreceğiz.
'DİPLOMASİ KONUŞULMALI'
Biz Ege’de de Doğu Akdeniz’de de gerginliğe sebep olacak durumlar yaşanmasın, anlaşmazlıklar diplomatik yollarla hakkaniyetli bir şekilde çözülsün istiyoruz. Dışişleri Bakanımız ve Yunan mevkidaşı hem istikşafi görüşmeler, hem de Güven Artırıcı Önlemler toplantılarının tarihlerinin belirlenmesi konusunda geçtiğimiz ay bir uzlaşıya varmışlardı. Ancak Yunanistan daha sonra görüşmelere hazır olmadığını açıkladı! Henüz netleşmiş bir tarih yok. Biz bu görüşmelere her zaman hazırız; masadan da, sahadan da kaçmayız. Türkiye’nin bu olumlu tavrı karşısında ise Yunanistan kışkırtıcı adımlarına ve üçüncü tarafları aleyhimizde konumlandırma çabalarına devam ediyor. Biz gerginlik istemiyoruz; Ege’de ve Doğu Akdeniz’de kalıcı bir huzurun ancak işbirliği yoluyla sağlanabileceğine inanıyoruz. Türkiye olarak her türlü inisiyatifi almaya da hazırız. Sahadaki varlığımız, uluslararası hukuk çerçevesinde ülkemizin ve Kıbrıs Türkleri’nin meşru haklarını koruyacağımızın bir teminatıdır."