‘Mİllİ Görüşten Muhafazakar Demokrasiye’ adlı son kitabıyla İslamcılık ve muhafazakarlık tartışımasına yeni bir boyut kazandıran AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Nureddin Nebati, Milli Görüş liderilğindeki İslamcıların aslında Türkiye’nin köklü sorunlarına tabu yıkarak çözümler önerdiğine vurgu yaptı. Nebati şunları söyledi: ‘Milli Görüş İslamcı bir hareket, AK Parti ise muhafazakar demokrat olarak tanımlıyor kendisini. Muhafazakarlık literatürde çoğu zaman İslamcılıkla aynı anlamda kullanılsa da farklı teori ve pratikleri olan iki ayrı itiraz türdür. Türkiye’de muhafazakarlığı İslamcılıkla eşitleyen algının nedeni Türkiye İslamcılarının tepeden inmeci modernliğe dair eleştirilerini muhafazakâr bir dille sunmasıdır. Ayrıca iki akım da dini ötekileştiren siyaset diline karşıdır. Muhafazakarlık Toplumu devrimci projelerin yarattığı savrulmadan korumayı amaçlar. Muhafazakar düşünceye göre gelenek, din, kültür ve tarih toplumu oluşturan harcın temelleridir. Milli Görüş, Batı taklidi yerine çok daha köklü ve zengin olan geçmiş ve geleneğe yaslanarak alternatif bir modernlik kurma peşinde.
-Milli, Milliyetçilik Değil
Milli Görüş hareketi içinde geçen millilik sıfatına rağmen milliyetçi değildir, oradaki millilikten kasıt İslam milletidir, yani daha ziyade ümmetçi bir yaklaşım olarak düşünmek gerekir. Milliyetçiler’in Osmanlı okuması daha çok Türklük üzerindendir. Milli Görüş Osmanlıcılığı daha çok onun dini niteliği ile ilgilidir. Şöyle bir atmosfer de mevcuttur: 1991 yılında İstanbul İl Başkanı olan R. Tayyip Erdoğan’ın teşkilat bünyesinde oluşturduğu İslamcı aydınlardan oluşan İstişare Kurulu bir Kürt Raporu hazırlatmıştır. Devletçi seçkinlerin geleneksel yok sayan, baskıcı politikası eleştirilmiştir bu raporda. Kürt kimliğinin kabul edilmesi, dilinin öğretilmesinin önündeki engellerin kaldırılması, Kürtçe Radyo-Tv açılması, olağanüstü halin kaldırılması gibi dönemine göre son derece cesur önerilere de olanak sağlayan bir atmosfer vardı.
Özellikle Refah Partisi deneyimi Türkiye siyasal parti geleneği açısından bir milattır. Sistemin hareket üzerindeki baskısı o kadar yoğundur ki doğal olarak parti seçmeniyle yüz yüze iletişim modeline ağırlık vermiştir, çünkü medya üzerinden çok yanlı bir imaj çizilmektedir. Baskı atmosferinin yarattığı bir sonuç da, davaya inananların daha kenetlenmiş bir biçimde hareket etmesidir.
-AK Parti Merkez Partisi
Milli Nizam Partisi Milli Görüş hareketinin ilk partisiydi. AK Parti ise İslamcı siyasal bir partiden kopan kadroların kurduğu muhafazakar demokrat bir partidir. Yani hem AK Parti hem Milli Nizam, koptukları oluşumlardan farklı bir kimlik modeli üretmişler ve farklı toplumsal gruplara yönelmişlerdir. En büyük fark Adalet Partisi İslamcı bir parti değildi bir kere, çizgisini daha ziyade merkez sağ olarak tarif etmek gerekir. Milli Nizam Partisi oradan koparak İslamcı bir parti kurdu. Adalet Partisi ise yine muhafazakar bir söylemle büyük sanayicilere yaslanmıştır. AK Parti’nin bu iki oluşumdan en büyük farkı Adalet Partisi’nden Milli Nizam Partisi’nin kurulmasına giden süreçte etkili olan Müslüman taşrayı da temsil etmekle birlikte Türkiye partisi olmasıdır. Geldiği yer itibariyle çevredir, çevrenin değerleriyle hemhal olmuştur ancak farklı yaşam biçimlerine de eşit mesafededir.
-Erbakan Büyük Lider
Erbakan hoca dışlanmış kesimlerin kendilerine benzer buldukları, özdeşim kurdukları bir liderdi. Siyasette elitizmin kırılmasında Hoca’nın büyük payı vardır. Sayın cumhurbaşkanı (Erdoğan) da aynı gelenekten gelmiştir, milletiyle sıcak bir ilişki kurmuş ve özdeşim duygusu yaratmış bir liderdir. Müslüman ve muhafazakar kimliği onun da uzunca bir dönem sakıncalı bir çizgi içinde değerlendirilmesine sebep olmuştur. Toplumun ötekileştirilenleri kendini onunla bütünleştirmiştir. Özel bir iletişim yeteneği var gerçekten.
Milli Görüş İslamcı bir harekettir ve merkezine İslami kural ve değerleri yerleştirmiştir. İslamcılık hareketinin tarihine ilk çıkış dinamiğine baktığımızda aslında onun bir kurtuluş ideolojisi olduğunu söylemek mümkün. Kurtuluşun reçetesi olarak da kaynaklara dönüş vasıtasıyla İslami temelde geniş bir ıslahat fikri savunulur. Türkiye’de özelikle 1950’lerden itibaren İslamcılık, modern dünyaya özgü çelişkilerinin dillendirildiği bir alan, göç, varoşlar, sistemin ötekileştirdiği yığınların sesi haline geliyor bir hareket niteliği kazanıyor. İslamcılığın aktivistleşmesi 1960’dan sonra mümkün olabilmiştir.