British Science Fiction, A.C.Clark, Hugo, Locus Science Fiction ve Prometheus ödüllerinin sahibi Neal Stephenson’un ismini daha çok bilimkurgu tiryakisi dostlarımın tavsiyeleriyle duymuştum. Cengiz Han’ın oğulları ve Avrupa’nın istilası konulu çok yazarlı Mongoliad isimli romandan söz edebilirim mesela. Büyük ölçüde yazılma biçimi olarak ilgimi çeken bu kitapta üzerinde durulması gereken nokta ise asıl mesleği mühendislik, bilgisayar yazılımı ve programcılığı olan cevval bir adamın geçmiş ve gelecek boyutlarında oldukça kullanılışlı bir biçimde tarihle kurmuş olduğu ilişkiydi. Yazmak gibi bir yeteneği de olan bir teknik adamın, yazdığı şeyin edebi başarısından çok tarihle kurmuş olduğu bu çok boyutlu ve spekülatif ilişki Amerikan bilimkurgu yazınındaki dal budak salmış yayılma arayışının da önemli bir örneği niteliğindeydi çünkü. Bundan da öte Altıkırkbeş Yayınları arasında çıkan ve nanoteknolojinin hegemonyasındaki bir geleceğin konu edinildiği Elmas Çağı adlı romanı da aynı biçimde hem Stephanson kurgusunun hem de bilim kurgu eksenindeki Amerikan yazınının nereye varacağını göstermesi bakımından hayli önem taşıyor. Uzak gelecekte tasarlanmış bir dünyadaki toplumsal çekişmelerle birlikte hem bir etnisiteye hem de yaşamsal farklara dayanarak ayrışan sınıflar arasındaki gerilimin ve yapay zekanın ulaşabileceği boyutların bir genç kadının gözünden resmedildiği bu roman ise eleştirmenlerce Cyberpunk bir yana Post –CyberPunk anlatıların başlatıcılarından sayılıyor.
Stephanson’un hemen hemen bütün kitaplarında oldukça geniş bir düzlem üzerinde aslında çok katmanlı denilebilecek bir yapı kurduğunu söylemek mümkün ama bir biçimde de bu çoklu katmanları unutturacak iki temel izleğin altını çizdiğini de eklemek gerekiyor; dünya ve insanlık tarihi başlangıcından beri kaçınılmaz bir değişim düzeneği üzerinde ilerliyor ve bu değişim de daha çok bilimsel bir biçimde ortaya çıkarak kendi eleştirisini de kendi içinde büyütüyor.
BİLİMKURGU DEMEK HAKSIZLIK
Stephanson’un anlatıları başta Amerika olmak üzere bütün dünyada salt bilimkurgu anlatılardan sayılsa da onu daha çok bir spekülatif kurgu yazarı olmak görmek gerekiyor. Zira bilimkurgu anlatılarda genelde bir arka plan olarak geçen pek çok bilim onun anlatılarında sözgelimi matematik, biyoloji, fizik, kimya, teknolojik ilerleme, özellikle felsefe tarihi ve felsefi düşüncenin geleceği ile genel düşünce tarihi bütünüyle kurguya yerleşen belki birer tip ya da karakter denilebilecek kadar önemli bir yer tutuyor.
Sonuç olarak da, kimi yerde hazmedilmesi güç bir aritmetiğin ağırlığıyla gözlerimize ve kafamıza yüklenirken kimi yerde de felsefe ve düşünceyle daha başka bir formda cilalayarak yumuşatabildiği bir yazıya ulaşarak okuru emek isteyen bir okuma serüvenine çağırıyor, Stephanson.
Mongoliad hariç Stephanson’un bütün romanlarında kaçınılmaz biçimde orada olmak ya da olmamak arasında kararı okurun kendisine bırakan, yıllar boyu süregelen bir eğitim sonucunda öğrenilebilecek formüllerle, ezberlerle dolu, kubbelerinden kadim zincirler sarkan, devasa çarkların dönenip durduğu, irili ufaklı saatlerle işleyen, kimi dar kimi geniş odalarda nefeslenen ama bir o kadar da görülesi bir işçiliği gizleyen bir dünyanın tasarımı dikkat çekiyor.
İşte Stephanson’un bizi götürdüğü bu dünyaların belki de en ustaca tasarlanmış bir büyük versiyonunu görüyoruz Anathem’de. Buna şaşırmamak gerekiyor, çünkü Anathem bu büyük tasarlanmışlığıyla içinde taşıdığı dünyanın en büyük şarkısının hatta marşının ismi olması ile de Stephanson’un başyapıtı olmayı hakediyor.
SEVİNÇ DUASI MI LANETLENMİŞ DÜNYA MARŞI MI?
Ayrıntı Yayınları’ndan bir Orhan Yılmaz çevirisi olarak da dikkati çeken Anathem bir kelime olarak Latince Anthem ve Yunanca Anathema sözcüklerinin üzerinde oynayarak elde etmiş. Özetle bir kelime oyunu bu. Stephanson’un ele aldığı ilk kelime Anthem; Latince de teolojik bir içerikle Şükran ya da Sevinç Duası anlamına geliyor. Kelimenin ilahi ve hatta marş gibi anlamları da var. Sözgelimi; National Anthem / Milli Marş, European Union Anthem / Avrupa Birliği Marşı… gibi özellikle Dünya ya da Avrupa çapında bir birlik vurgusu yapıyor olması hasebiyle de bu birlik ve gelecek tamlamasının akılda tutularak okunması gereken bir kitap. Öte yandan Anathem’in türetildiği ikinci kelime olan Anathema ise Yunanca kökenli ve Hıristiyan teolojisinde lanetlenmiş, aforoz edilmiş, Tanrı’nın ya da kilisenin lanetine uğramış gibi bir başka anlam taşıyor. Bu haliyle de Anathem’i okurken ‘Lanetlenmiş bir Dünyanın Marşını…’ bir ölçüde de bir şükran ya da sevinç duasını dinlemiş gibi oluyoruz. Anathem böylesine farklı uçlarda gezinen içeriğiyle de hiç de gizlenmemiş bir poetik duruşun ipuçlarını sunuyor okura.
Böylesine birikmiş bir düşünce toplamı, her dönem eklene aktarıla değişerek gelişmiş felsefi birikim, onca bilimsel ilerleme ve hızla dönüşen teknolojiden sonra dünya insana ne verecek, nasıl bir dünya olacak, milyonlarca yıl boyunca kesin bir yetke haline ge/tiri/len bilim öğrenilirken ve uygulanırken ortaya çıkacak olan şey ne olacak, gibi bir çok soruyu da akla getiriyor bu uzun soluklu kurgu. Stephanson’un ortaya koymuş olduğu kuantum mekaniği bilgisi, biçimcilikten yola çıkan ve giderek çoğul biçimlere ulaşan çözümlemeler, oldukça şiirsel bir biçimde metne yerleştirilmiş felsefi tartışmalar ve sürekli biçimde toplumsal ve bilimsel değişimlerin izleğinde verilen tarih çözümlemeleri ise Anathem’i bir düşünce birikiminin romanı haline getiriyor.
Kitabı okuyan felsefeci okurlar ne kadar katılırlar bilmiyorum; ama Stephanson’un neredeyse kitabın başından sonuna kadar Platonist gerçeklik ilkesini işleyerek kurgulamış olduğu Anathem’ i felsefi boyutta epeyce speküle edilmiş bir idealar dünyasının anlatısı olarak da okumak mümkün diye düşünüyorum.
Anathem
Neal Stephenson
Ayrıntı Yayınları