15 Aralık 2024 Pazar / 14 CemaziyelAhir 1446

Antakya'daki Alaca Dünya'm

“Gerçek hayat ile gerçeküstü bir hayatın zaman zaman kesiştiği, içinde yaşanılan dünya ile öte dünyalara özlemin ortaya çıkardığı bir roman Alaca Dünya Ve Yalnızlığım....

15 Ekim 2012 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Antakya'daki Alaca Dünya'm
MERVE KOÇAK KURT


“İşte, yazının gücü olmalı bu: Bir yazar, okuruna bir yazısıyla bir dünya bağışlayabilirmiş. Onun, kaybettiği ya da kaybettiğini sandığı birçok çocukluk imgesini anı(m)sayıvermesini sağlayabilirmiş. Saçlarına turunç kokulu bir rüzgâr üfleyip içine bir ‘Asi’ nehri doldurabilirmiş. Bir yazı çok şeymiş!”
Antakya’ya dair bir yazı okumuştum ve bu notları düşmüştüm vaktin birinde. Tam da o ‘eski’yi düşünürken çıkageldi Alaca Dünya ve Yalnızlığım... Çiçeği burnunda bir yayınevinin (Potkal Kitap) ilk kitabı olarak basılmıştı. Yazarı: Ali Ünal, 1975 Antakya doğumlu... Gelen onca kitap arasından elimi ona atışım ve açar açmaz içindeki ‘Antakya’yı görüşüm boşuna değilmiş demek. ‘Çağırmışım’ belli ki.
Şu sıralar gündeme bir savaştan kaçan ‘mülteci’ hayatlarla geliyor güneydeki hayal şehrim. Ama zihnimdeki s/imgesi bambaşkadır benim: Bazen Habib-i Neccar Cami bazen St. Pierre Kilisesi bazen de Uzun Çarşı... Affan Kahve’sindeki haytalıyı es geçmeden, Katolik Kilisesi’nde çınlayan çanı unutmadan ve o Rahibe Manastırı’ndan bozma ortaokulu anımsayarak...

BİR ŞEHRİN ‘ALACA’ RÜYASI

“Alaca” kelimesi anlamıyla kendine bağlar bizi: “Birkaç rengin karışımından oluşan renk, ala” demektir ilkin, sonra “İki veya daha çok renkli”, sonra da “Birkaç renkli iplikten yapılmış dokuma”. Bir şehri çağrıştırabileceği akla gelir miydi hiç? Antakya’yı... “Bazen tek bir kelimeyi söylemek için de yazılır öykü.” demişti bir yazar/eleştirmen büyüğüm. Kılık değiştirilip şöyle söylenebilir belki o söz: “Bazen bir şehri duyumsamak için de okunur kitaplar!” Bir insanın o ‘ilk kitap’ heyecanına ortak olmak için yazıyorum ben de bu yazıyı: “Dizden kontrolsüz bacağım” diyen yazarın ‘engel’lerini kelimelerle aştığına ve düş gücünü bir kitaba dönüştürdüğüne şahitlik etmek için. Antakya’daki Alaca Dünyam’ın öyküsünü anlatmak için yazıyorum. (Başka hiç kimse yazmasa bile!)
‘Her eser otobiyografik unsurlar içerir.’ yargısını pekiştiren bir kitap elimize aldığımız. Amatör bir ruhla, içten ve dahi perdesiz bir ayna tutuyor bize yazar. Zaten kitabın kapak yazısında bile bu birincil bakış açısını görmek mümkün: “Zor geçen ama hiç yaşayamadığım çocukluğum, bir gün kapısını çaldı yalnızlığımın. Uzun soluklu bir hezeyan fotoğrafı gibi asılı kaldı kalbimdeki koca duvarda. Bu duvarda Antakya’da yaşayan bir avuç insanın, Alaca Dünya ile kurduğu iletişimin en can alıcı anları da resmedildi. Her fırça darbesi, bu resmin karakterlerini ortaya koyuyor.”
Yaşadıklarından sonra duyuları açılan, düşsel bir dünyaya adımını atan, gece rüyasında uçmaya başlayan ve ney üfleyen bir kahraman Ali! Rüyasındaki gibi, ‘İşte stadyum, Atatürk Caddesi, köprü, tersine akan Asi, müze, Kurtuluş Caddesi, derken köhnemiş bir binanın altı’...
“Gerçek hayat ile gerçek üstü bir hayatın zaman zaman kesiştiği, içinde yaşanılan dünya ile öte dünyalara özlemin ortaya çıkardığı bir roman Alaca Dünya ve Yalnızlığım... Tüm romanlar gibi hayal, tüm hayaller gibi gerçek... Antakya’nın tam ortasında geçen bir fantastik kurgu.” Altı bölümden oluşuyor bu ‘fantastik kurgu’. 1. Bölüm’ün girişinde: “Bazen gülerek, bazen ağlayarak... Minik tebessümler, çocuk gözyaşları... Derin bir yalnızlık, muzip bir bakış, ilginç boşboğazlık örnekleri ve ‘Saf Mustafa’...”. Engelli bir çocuğun kendini -aslında iç huzursuzluğunu- en iyi ifade ettiği kelimesiymiş “Sıkıldım”. Bunu öğreniyoruz öncelikle. Babasının, o çocuğun iki bacağına hami olduğunu da. “Her sabah iki bacağıma da titanyum alaşımlı yürüme cihazını takmak da ruhuma, bedenimden gelen gerçeklik tokadıydı sanki.” cümlesiyse ne çok tanıdık.
2. Bölüm’de “Ameliyatlar, umutlar, anahtar, Arsuz, Tarsus ve Ruhi Amca’nın ailesi, Mahiyar...” anlatılıyor. Daha bir dolu yaşanmışlık... “Neticesi ne olursa olsun o narkoz kokulu odaya girmek istemiyordum. Bacaklarım gelecekte harita gibi olacaktı, bu aşikârdı. Onca dikiş izi, birer savaş hatırası gibi kalacaktı bacaklarımda, acısı yüreğimde.”
3. Bölüm’de, “Ali amcam, Ursula yenge, Hristo ve Abbas, Uzunçarşı... Ve birbirine teğet geçen bir dolu yaşam!” var. Hristo ve Abbas’ın dostluklarını gülümseyerek okuyoruz. 4. Bölüm’ün kahramanları: “Jeanne, Şayeste Hanım ve Rıfat Bey, Sevgi Ağacı...”. Alaca Dünya’nın çocukları... Güzellik ve iyilik içinde; aynı dili konuşan ve ‘farklılıklarının farkında’ olan çocuklar. Onların dilinden dökülüyor bu gizem.

ANTAKYA YANGIN YERİ

5. Bölüm’ün başlığı ümidini içinde taşıyor: “Jeanne, Alaca Dünya’ya ilk adım, sağlıklı bacaklarım”. Adeta bir iyilik meleğidir kahramanı: “Mahiyar yine kendisinden bekleneni yapmış, herkesi aynı rüyaya uyandırmıştı ya da ben yıllar süren bir rüyadaydım... Hâlâ uyanamamış olan bendim belki de. Vazgeçtim. Sorgulamadan sıyırdım nutkumu. Akmasını izlemeye koyuldum zamanın.” 6. Bölüm’ün başlığı da hayli ilgi çekici: “Nihat Dede, Mualla Nine, Menekşe ve Komutan nim, Antakya yangın yeri”.

SON SÖZ

Onu okuyan içinde başka ne bulur bilemem ama ben çok şey buldum. Çocukluğumun geçtiği yerler tek tek gözümün önüne geldi. Turunç kokulu, akşamsefalı, kumru sesli güzel günlerdi. (Sahiden öyleydi ama...) Kâh Affan sokaklarına daldım okurken kitabı kâh eski vakıf evlerinin avlularına. Kâh Kantara Camii’nden okunan ezan seslerini duydum kâh rahibe manastırından bozma -bir mekân olan- ortaokuluma gittim. “Sen de Gitme Tiriyandafilis” diyen Ayla Kutlu’nun sesini işittim kitabı okurken. ‘Biraz Antakya biraz Asi biraz Aşk’ bulmak için kalbin tam ortasında, kitabı -’Alaca Dünya ve Yalnızlığım’ı- görmeli. Çoğalmak için kelimelerimizle... “Yalnızız!” diyenleri de anarak... Oku(n)malı.
Sarı zarftan çıkan o nottaki gibi ‘yazı’nın sonuna geldik. Bir sözüm var yazarın diliyle: “Gözünden bak yüreğinin. Sevgi, her şeyi çözer.” Onun gördüğü ‘rüya’ mıydı bilmiyorum ama gördüğüm, öğrendiğim, bildiğim şu ki: Ben zaten rüyanın için(d)e doğmuşum! Ve o rüyayı ömür boyu özleyeceğim. Yazarın ‘Alaca Dünyam ve Yalnızlığım’ında dediği gibi, “Sır yüreğinizde kalsın. Sevgi de.”