23 Haziran 2025 Pazartesi / 27 ZilHicce 1446

Baba filmiyle ilgili ne bilmek istersiniz?

JON LEWİS’İN ALFA YAYINLARI’NDAN ÇIKAN BABA FİLMİ ÜZERİNE KALEME ALDIĞI İNCELEMESİ, SALT BİR FİLM KRİTİĞİ DEĞİL. BİR YANDAN DA YAPIM ÖNCESİ, YAPIM SIRASI VE PAZARLAMA SÜRECİNDE YAŞANANLARI ANLATIYOR

MEHMET HAKAN KEKEÇ16 Ekim 2014 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Baba filmiyle ilgili ne bilmek istersiniz?

İngiliz Edebiyatı profesörü Jon Lewis’in Baba üzerine incelemesi hem Baba’nın nasıl bir film olduğunun hem de nasıl ortaya çıktığının üzerinde duruyor. Bu kadar sevdiğimiz bir filmin arka planı hakkında bilgi sahibi olmak ve hakkında geniş bir kritik okumak kesinlikle filme olan bakış açımızı da değiştirecek. The Godfather / Baba filmini duymamış olan var mıdır? Sanmıyorum. Neredeyse hepimiz en az on kez izledik bu filmi. “Popülerlik” ile “sanatın” bir arada durduğu o ender eserlerden biridir Baba. Mesela, Baba’nın Amerika’da vizyona girdiği dönemde (1972) New Yorker için yazan Pauline Kael film için şöyle demiş: “En iyi popüler filmlerin ticaret ile sanatın kaynaşması olarak nasıl ortaya çıktığına ilişkin bir örnek varsa, bu örnek Baba’dır.” Tekrar tekrar sıkılmadan izlediğimizden dolayı Baba’nın “nasıl bir film” olduğundan şöyle böyle haberdarız. Ama “bu film nasıl ortaya çıktı?” sorusuna cevap verebilecek olanların sayısı üç beş meraklının ötesine geçmez. Bu kadar sevdiğimiz bir filmin arka planı hakkında bilgi sahibi olmak kesinlikle filme olan bakış açımızı da değiştirecektir. İşte, geçen ay Alfa Yayınları’ndan çıkan İngiliz Edebiyatı profesörü Jon Lewis’in Baba üzerine incelemesi –hem Baba’nın nasıl bir film olduğu hem de nasıl ortaya çıktığı üzerinde duruyor. “Amerika’ya İnanıyorum, Hollywood’a İnanıyorum ve Mafyaya İnanıyorum” olmak üzere üç bölümden oluşan kitap; filmi izlerken gözden kaçan ayrıntılar ile “pre prodüksiyon, prodüksiyon ve post prodüksiyon” sürecinde yaşanan çekişmeleri, kavgaları, kırılma anlarını ve ilginç ayrıntıları anlatıyor.

AMERİKA’YA İNANIYORUM

Vito Carleone bir İtalyan... Ne kadar “Amerikalı” olmaya çabalarsa çabalasın en fazla bir “İtalyan Amerikalı” olacaktır ve bunun farkındadır. Filmin açılış sahnesini hatırlarsınız: Kızı için “adalet” arayan Amerigo Bonasera’nın Vito karşısında “Amerika’ya inanıyorum” sözü ile başlayan monoloğu Baba’dan şu karşılığı alır: “Amerika’da cenneti bulmuştun… Benim gibi bir dosta ihtiyaç duymuyordun.” Vito, ne kadar Amerikalı (gibi) görünse de bir İtalyandır ve adalete ancak “eski dünya (İtalya) ile ilişkileri sayesinde” ulaşabileceği kanısındadır. Bonesara’nın ‘adalet’ talebi Baba’ya “dostluğunu sunana kadar” reddedilir. Filmde “Amerika’ya inanan İtalyan” yalnızca Amerigo Bonasera değil; bir diğeri de Vito’nun öz oğlu Michael Carleone’dir (Al Pacino). Film başlangıcındaki düğün sahnesinde üzerinde subay üniformasıyla oturan Michael, gördüklerinden şaşkın olan kız arkadaşına şöyle der: “Bu benim ailem, Kay; ben değilim.” The Godfather, filmin başında işte bu şekilde “ailenin dışında” görünen Michael Carleone’nin Baba olması ile son bulur. Al Pacino’nun her şeyin sonundaki o kendinden emin oturuşunu unutabilen var mı? Kitabın ilk bölümü işte bu süreci kritik ediyor.

MODERN MAFYAYA GEÇİŞ

Film en etkileyici an’larından biri –şüphesiz- Michael Carleone’nin bir restoranda uyuşturucu kaçakçısı Sollozzo ile polis McCluskey’i öldürdüğü sahnedir. Meyva alırken vurulan Vito’nun intikamı alınmıştır. Böylelikle, Michael, dev bir adım ile daha “eski dünyaya” yaklaşır. İtalyan asıllı Amerikalı genç subay artık “mafya üyesi acımasız bir İtalyan Amerikalı” adayıdır. Yine kitabın ilk bölümünden şunu öğreniyoruz: Vito Carleone, oğlu Michael’ın yaşadığı/yaşayacağı dönüşümü aslında –bir biçimde- sezinliyordu (Vito Carleone’nin en belirgin özelliklerinden biri de gelişmiş sezgisidir). Filmin açılış sahnesinde bir yandan bahçede düğün sürerken ve bir yandan Baba karanlık odasında dostluklarını sunmak için gelen misafirlerini ağırlarken; bir gözü hep pencerede oğlu Michael’ı bekliyordu. O’na özel bir ilgisi vardı. Vito’nun hastanede, yatağında –nöbetçilerin gönderilme sebebini anlayan ve çırpınan- oğlu Michael’a attığı tebessümü anımsayın, “ilgi”nin sebebi daha net anlaşılacaktır. İşte size bir sır: “restoran sahnesi, gerçek bir mafya saldırısının; 1931’de Coney Island’daki bir restoranda Giusseppe Masseria’nın öldürülmesinin bir çeşitlemesi niteliğini taşır. Bu saldırı, eski mafyadan daha modern bir mafyaya geçişin ilk adımını oluşturuyordu.” Vito Carleone –korkulmayan ama çok saygı duyulan, “Biz katil değiliz, uyuşturucu kaçakçısı değiliz” diyen- eski mafya. Michael Carleone ise –korkulan, soğukkanlı, gerektiğinde kardeşini de öldüren, uyuşturucu da kaçıran- modern mafya. Genç yönetmen Coppola bu sahneyi ‘gerçek’ lerden esinlenerek yazmış. Bir sır daha: Coppola, bir sahne için Robert Towne adlı bir senaryo doktorundan yardım almış. Sahne şu: Vito ile Michael’ın bahçedeki uzun sayılabilecek konuşmaları. “(Coppola) Vito’dan çok Michael üzerinde yoğunlaşmıştı. Bu değişiklik (Film Mario Puzo’nun aynı adlı romanından uyarlama) Carleone aile bahçesinde geçmesi öngörülen babalığın el değiştirmesi sahnesi için kalan zamanı hayli daraltmıştır” İşte bu noktada devreye doktor Robert Towne girmiş ve Vito ile Michael’ın aynı karede göründüğü bir an’da Vito’nun birden kareden çıkması ile “babalığın el değiştirdiği” ilan etmiş. Pratik, dâhice… Başta da belirttiğim gibi, kitap salt bir film kritiği değil. Bir yandan da yapım öncesi, yapım sırası ve pazarlama sürecinde yaşananları anlatıyor. “Mario Puzo’nun romanını kim keşfetti, haklarını neden ve nasıl satın aldı, Coppola’yı yönetmen olarak kim belirledi, Coppola ve yapımcılar arasında ne gibi çelişkiler ve tartışmalar yaşandı, pazarlama sürecinde nasıl bir yolda karar kılındı…” gibi eğlendiren arka plan bilgileri yer alıyor. İşte size reddemeyeceğiniz bir teklif: Baba nasıl Baba oldu, öğrenmek istemez misiniz? The Godfather Jon Lewis Alfa Yayınları