17 Temmuz 2025 Perşembe / 22 Muharrem 1447

Bakmayı değil, izlemeyi seven yazar

HASAN ALİ TOPTAŞ’IN BÜTÜN ESERLERİ EVEREST YAYINLARI TARAFINDAN YAYIMLANIYOR. BİR DE SÜRPRİZ VAR. KAPAK FOTOĞRAFLARI NURİ BİLGE CEYLAN’A AİT.

YUSUF KAYGILI13 Mayıs 2016 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Bakmayı değil, izlemeyi seven yazar

Hasan Ali Toptaş, uzun bir zamandır okurun ilgisini fazlasıyla çeken bir yazar. Takip edilebildiği kadarıyla, yabancı okurun da ilgisini çekmeyi başardı ve öyle gözüküyor ki bu ilgi katlanarak devam edecek. Kendisi rahatsız olduğunu ifade etse de Kafka ile eşleştirilmesi öyle kolay kolay sonlanacağa benzemiyor. Üstelik bunu diyenler, Kafka’yı kendi dilinden okuyan Almanlar. Toptaş, Denizli’nin Çal ilçesinde dünyaya geliyor ve aslında o gelişi pek unutmamayı tercih ediyor. Sonrasında büyük şehirlerden birinde, başkent Ankara’da yaşasa dahi, merkez yerine çevrede yaşamayı seçiyor. Bunun ürettiği edebiyatla ilişkisi çok sık sorgulanmış, hatta Mesut Varlık tarafından derlenen ve İletişim Yayınları tarafından yayımlanan Edebiyatın Taşradan Manifestosu isimli kitapta, aslında bu çeperde olma halini, biraz da edebiyatın kendisiyle eş tutuyor. Okumak ve üretmek Toptaş için sanata dair düşünceleri, gövdenin temsil ettiği eğilimlerden çok, alışılmadık olana talip olmaktan geliyor Toptaş’ta.

KAPAK FOTOĞRAFI CEYLAN’DAN

Hasan Ali Toptaş’ın sondan bir önceki romanı Uykuların Doğusu 2005 yılında, son romanı Heba ise 2013 yılında yayımlandı. Bugünlerde yeni kitabını okumak isteyen sıkı okurları mevcut ama aslında tekrar konuşmamıza vesile olan şey başka: Toptaş’ın bütün eserleri (bu yazı yazılırken dört eseri) Everest Yayınları tarafından yayımlanıyor. Bir de sürpriz var. Kapak fotoğrafları Nuri Bilge Ceylan’a ait. Güzel bir denkleşme olduğunu tespit etmek güç değil; Altyazı dergisinin Şubat 2015 tarihli sayısında “Elma attım yuvarlandı” başlıklı bir yazı var. Yazı, Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da isimli filmine dair kısacık bir değini. İmza, Hasan Ali Toptaş’ın. Bu kısacık yazıda bile, okuyanlar bir akrabalık, bir üretim ilişkisi sezmişti. Bu sezgi, böylece doğrulandı diyebiliriz. Hasan Ali Toptaş’ın edebiyatının başat kelimelerinden biri olan “sezgi”, bir tür okur kehaneti yahut istenci ile kafa kafaya vermiş oldu.Toptaş’ın iki öykü kitabı olduğu ve bu iki kitabı kendi imkânlarıyla bastırdığı, onu takip eden okuyucusu tarafından biliniyordu. Öyle ki sahaflarda arandığı vakit, kimileri tarafından astronomik meblağlar karşılığında satılığa çıkarıldığı gibi söylentiler de vardı. Ondan da öte, Toptaş’ın edebiyata (tam bir türe ait hissetmediği için şiirsel metin dediği) Yalnızlıklar isimli kitabıyla beraber düşünürsek, hikâye ile giriş yaptığını okuyucusu takip edebiliyordu. Ve Bir Gülüşün Kimliği ile Yoklar Fısıltısı isimli iki hikâye kitabını okumak istiyorduk biz Hasan Ali Toptaş okuyucuları olarak. Nihayet, yeni yayınevinden, yeni kapaklarla beraber çıkan ilk dört kitabın içinde Geçmiş Şimdi Gelecek başlığıyla bu iki kitap ulaşılabilir hale geldi. Toptaş, Harfler ve Notalar’da, “Bir Kitap Ne Başlar Ne Biter” başlıklı metinde şunları söylüyor: “Okuduğum onca hikâyeye rağmen, benim hikâyelerim de yirmi yıldan bu yana hiç değişmedi.

Bu konuda bana bir soru sorulduğunda ya da cesaret edip eş dost meclisinde konuşmaya başladığımda hep aynı hikâyelerin adını saydım: Gabriel Garcia Marquez’den, ‘Boğularak Ölenlerin En Yakışıklısı’; Borges’ten ‘Yolları Çatallanan Bahçe’; Carlos Fuentes’ten ‘Aura’; Kafka’dan ‘Kanun Önünde’, ‘İmparatorun Haberi’, ‘Ceza Sömürgesi’, ‘Kovalı Süvari’, ‘Çiftlik Kapısına Vuruş’ ve ille de ‘Avcı Gracchus’...” Burada sayılan yazarların, Toptaş’ın sevdiği yazarlar olduğunu yine başka denemelerinden, söyleşilerinden biliyoruz. Dikkat çeken nokta, elbette birden fazla hikâye saydığı Kafka detayı. Kafka’nın mesleği ile Toptaş’ın artık emekli olduğu mesleği arasında da ilişki kuranlar az değil. Hukuk öğrenimi gören Franz Kafka, İtalyan sigorta şirketinde çalışmış, bürokrasinin sıkıcılığına dair tarihe geçen metinler yazmıştı. Bunların içinde en şöhretli olanı, Türkçede de çokça okunan kitabı Dava’dır elbette. Toptaş da, kendi internet sitesindeki özgeçmişinden öğrenebileceğimiz üzere, maliyede veznedarlık ve icra memurluğu yapmıştır. Yazarlara çoğu zaman onların sıkıcı bulduğu listeleme soruları sorulur. Hasan Ali Toptaş da ne okuduğu, ne dinlediği, nelerden etkilendiği merak edilen bir yazar oldu daima. 10 kitap sorusuna o da maruz kaldığından, yanıtını okumamız mümkün. Orada da Kafka’yı ve listenin adında hikâye geçen tek kitabını görürüz: “1- Don Kişot-Cervantes; 2- Yakalanan Zaman Kayıp Zamanın İzinde- Marcel Proust; 3- Tehlikeli Oyunlar- Oğuz Atay; 4- Saatleri Ayarlama Enstitüsü- Ahmet Hamdi Tanpınar; 5-Minima Moralia- Theodor W. Adorno; 6- Tristram Shandy Beyendi’nin Hayatı- Laurence Sterne; 7- Hikâyeler- Franz Kafka; 8- Beyaz Kale- Orhan Pamuk; 9-Göçmüş Kediler Bahçesi- Bilge Karasu; 10- Çürümenin Kitabı- Emil Michel Cioran”. Bir denemede “halaoğlu” olarak adlandırdığı ve çokça okuduğunu işaret ettiği Kafka ile Toptaş arasında benzerlik kurmak kaygısından çok, hikâyeciliği ile Kafka’nın hikâyeleri arasında bir ilişki olduğuna delil teşkil eden kimi ayrıntıları görmeye çalışıyoruz.

‘BİLMİYORUM’LA BAŞLAYAN SORU

Ankara’da, merkezde olmayan hayatının içinde arkadaşlık ettiğini bildiğimiz yazar Ethem Baran’ın, Toptaş’ın söyleşilerinin toplandığı Başlarken Yalnızsın, Bitirdiğinde Daha da Yalnız kitabına dair yazdığı yazıda söyledikleri de, Toptaş’ın dünyaya bakışı ile yazarlıkla kurduğu bağı açıklar nitelikte: “Toptaş’ta bazı soruların cevabı ‘bilmiyorum’la başlar veya biter. Üstelik bilmemenin hoşuna gittiğini sezinleriz satır aralarında. Bilmemek hoşuna gider, çünkü roman, yazarının ona söyletmek istediklerinin dışında başka şeyler söyleyerek yazarını da şaşırtır, hatta şaşırtmalıdır. Sonuçta o kısımlar okurun yazacağı yerlerdir.” Toptaş’ın yıllar sonra apaçık gün yüzüne çıktığı öyküleri için de söylenebilecek belki en tutarlı şey, yazarlığının ilk günden bugüne kat etiği yolculuğun bir sezgi yolculuğu olduğudur. Biliyorum demekten bile isteye uzak duran, kimi zaman bir kelimenin peşinden koşup nefessiz kaldığını ima eden metinler yazmayı görev sayan, cümlenin hakkını en başından beri vermeye çalışan bir anlatıcıdır Hasan Ali Toptaş’ın anlatıcısı. Röportajlarda söylediği gibi, “çocukluğunun elinden tutma”yı da asla ihmal etmeyen bir anlatıcıdır bu. Şimdi, uzun yıllar sonra Hasan Ali Toptaş’ın hikâyeleri, geçmişten şimdiye gelen ve artık geleceğe de kalan hikâyeler olarak, okuyucusu tarafından izlenmeyi bekliyor. Toptaş, bakmayı değil, izlemeyi daha çok sevendir çünkü.