19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Balzac toplumun, Dickens ailenin, Dostoyevski bireyin yazarı

Stefan Zweig 19. yüzyılın en büyük romancıları dediği Balzac, Dickens ve Dostoyevski’yi bir ruhbilimci titizliğiyle ele alıyor. Zweig’e göre bu üç usta zıtlıklarıyla birbirini tamamlıyor.

YASİN YILMAZ8 Ağustos 2019 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Balzac toplumun, Dickens ailenin, Dostoyevski bireyin yazarı

Stefan Zweig’ın on yıllık bir zaman diliminde ortaya çıktığını belirttiği çalışması Üç Usta-Balzac, Dickens, Shakespeare Alfa Yayınları tarafından Cemre Aytaç çevirisiyle yayımlandı. Bu üç önemli edebiyatçı üzerine yazdığı denemelerin bir kitapta toplanmasının tesadüf olmadığını söyleyen Zweig, bu denemelerin amacının, 19. yüzyılın, kişiliklerindeki zıtlıklarla birbirini tamamlayan bu üç büyük ustayı -onun kanaatine göre en iyi roman yazarları- epik dünya biçimlendiricisi, yani romancı kavramını belirgin bir biçim seviyesine yükselten kişilikler olarak göstermek olduğunu belirtiyor. Bu iç isim için ‘en büyük’ derken, Goethe, Gottfried Keller, Stendhal, Flaubert, Tolstoy, Victor Hugo ve pek çok yazarı görmezden gelmediğinin bilinmesini isteyen Zweig, bu yazarların bazı metinlerinin, özellikle Balzac ve Dickens eserlerinden daha başarılı olduğunu; bu yüzden de roman yazarı ile romancı arasında gördüğü içsel ve sarsılmaz farkı belirgenleştirmesi gerektiğini vurguluyor. Romancı Zweig’a göre ansiklopedik dehadır; evrensel bir sanatçı olarak -eserin içeriği ve karakterlerin derinliği söz konusu olduğunda- kendi yerçekimi yasasını, yeryüzünün yanına kendine ait bir gökyüzü ve bir evren oluşturur. Bu dehanın her karakteri ve kurguladığı her olay, romancının kendisiyle öylesine özdeşleşmiştir ki karakterler yalnızca yazar için özgün değildir. Biz okurlar da olayları ve kişileri yazarın adıyla anmaya başlarız: Balzac figürü, Dickens tipi, Dostoyevski doğası... Kitabına konu ettiği bu büyük yazarların her birinin birer yaşam algısı oluşturarak yeni bir dünya biçimi oluşturduğunu söyleyen Zweig, kitabının temel amacının karakterlerin oluşmasındaki etkili bu yasayı açıklamak olduğunu; bu nedenle de çalışmasının yazılmamış alt başlığının “Romancıların Ruhbilimi” de olabileceğini bizlere aktarıyor. 

ADELET TERAZİSİ

Bu üç yazarın her birinin kendine has bir alanı olduğunu belirten Zweig; Balzac’ın toplumun, Dickens’ın ailenin, Dostoyevski’nin ise bireyin dünyasını anlattığını söylüyor. Bu alanların karşılaştırılmasının onların farkını gösterse de amacının kesinlikle bunlara değer biçmek ya da sanatçıların milli unsurlara eğilimini veya reddini vurgulamak olmadığını belirtiyor. Dickens, Balzac ve Dostoyevski’nin her birinin kendi sınırları ve ve ağırlıkları içinde bir bütün olduğunu yazan Zweig; bir eserde yalnızca özgül ağırlıktan söz edilebileceğini ve adalet terazisindeki mutlak ağrılıktan söz edilemeyeceğini de ekliyor. 

Buradaki üç denemede de yazarların eserlerinin bilindiğini varsayan Zweig, bu denemeleri birer giriş metni niteliğinde kurgulamayıp yüceltme, yoğunlaşma ve özünü verme amacını gütmüş. Kısa ve öz olmaları sebebiyle denemelerde yalnızca kendisinin kişisel olarak etkileyici bulduğu noktaları öne çıkaran yazar, derinliğinin Goethe kadar fazla olduğunu ve ne kadar anlatılsa da yetersiz kalacağını söylediği Dostoyevski üzerine olan denemenin kısa tutulmasından da doğan rahatsızlığını bizlerle paylaşıyor. Bu isimlerin arasına, epik bir dünya biçimlendiricisi, romancı diye söz edebileceği, Alman yazınını temsil eden birini de eklemeyi çok istediğini söyleyen Zweig, ne geçmişte ne de yaşadığı zamanda böyle bir isme rastlayabildiğini; bu kitabının anlamının belki de böyle bir yazarı teşvik etmek ve onu şimdiden çok uzaklardan selamlamak olduğunu dile getiriyor.

Dahi kimdir? 

Zweig: “Balzac bir defasında şöyle demiştir: “Dâhi düşüncelerini eyleme dökebilen kişidir. Ama gerçekten büyük bir dahi bu eylemi aralıksız sürdürmez aksi halde Tanrı’ya çok fazla benzerdi.” Ölümünden sonra ardında yarım bırakılmış kırk roman bulundu. Eğer bu kitapları bitirme imkanı olsaydı, tutkuların ve olayların çemberini sonuna kadar tamamlayabilseydi, eserleri anlaşılmaz bir hal alırdı. Ardından gelenleri ulaşılamazlığıyla korkutan bir canavara dönüşürdü; oysa böyle -eşi görülmemiş bir gövde-ulaşılamayana karşı duyulan her istenç için muhteşem bir örnek, muazzam bir gayret oluşturur.”