SELANİK Konak Meydanı’ndan Fransız subayı Auguste Sarrou bildiriyor: “Bu tarifsiz bir coşkuydu. Üzerinde Türkçe ‘Yaşasın Anayasa’ ve dört bir köşesinde ‘Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik, Adalet’ yazan kocaman bir kırmızı bayrak etrafında ırklar ve dinler arasında bir uzlaşma sağlanmıştı’. Tarih 1908 ve Fransız askeri Sarrou’nun sözleri, II. Meşrutiyet’in ilanına dair bir istihbarat mektubundan… Bu tip asker ve gezgin mektupları, içerdikleri bilgilerle bugün tarihi ve politik sayısız olayı aydınlatmasının yanı sıra kullanılan pullar ve kartpostallardaki sayısız resim ve fotoğraflarda, Osmanlı kadınlarının yaşamlarına dair inanılmaz bir kaynak. 1908’de Selanik’ten gönderilen bu mektuplar ve kartpostallardaki Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi veya Türk, Yunan, Bulgar, Ermeni, Makedon, Boşnak, Arnavut Osmanlı kadınlarının, dini tercih ve etnik kökenlerine rağmen Türk bayrağı önünde çektirdikleri fotoğraflarla veya kıyafetlerindeki Batı kaynaklı siyasi akımlardan kaynaklanan değişiklikler yakın tarihimizin aynası bir hazine gibi.
Yapı Kredi Yayınları’ndan (YKY) çıkan Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kadınlar/ Bir Kartpostal Koleksiyonu (1880-1930) adlı kitap, Pierre de Gigord’un koleksiyonunda yer alan Osmanlı kadınlarına dair 200 kartpostal ve bu kartpostlarda yer alan farklı etnik kökenden kadınların kıyafetleri üzerinden günlük yaşayışları anlatılıyor. Strasbourg Üniversitesi Çağdaş Sanat Tarihi öğretim üyesi Christine Peltre’in araştırmaları ve yazar Liz Behmoaras’ın sonsözünün yer aldığı kitaptaki yorum ve tasfirler, Osmanlı Devleti'nin etnik zenginliğini de gözler önüne seriyor. Batılı gezgin veya bürokratların Osmanlı topraklarına yaptığı ziyaretler sırasında edindikleri resimlerden oluşan kartpostallar, Tanzimat Dönemi’nden Cumhuriyet’in ilk 10 yılına kadar uzanan dönemdeki hızlı siyasal ve toplumsal dönüşüme ilişkin sayısız bilgi ve görsel kaynak oluşturuyor.
BATILI VEYA DOĞULU KADIN DA AYNI
Osmanlı kadınlarına dair fotoğraflarda, Osmanlı coğrafyasındaki Batı ve Doğulu kadınların birbirinden o kadar uzak olmadığı görülüyor. Peltre bunu şu çarpıcı sözlerle anlatıyor: “Onları yaklaştıran, bir dönemin, geçmişin mirasını muhafaza etme kaygısıdır. Her bir giysi bir tekilliği tanımlasa da belli bir faaliyetin onları ortak bir noktada buluşturduğunu görürüz: Onlar Doğu’dan Batı’ya önce geleneksel sonra da modernleşmiş yönüyle yorulmak bilmeyen kadınlardır. Coğrafyaları ve dönemleri birleştiren o büyülü parmaklar öreke etrafında döner, el işi ya da dokuma tezgahı üzerinde koşturur. Kadınlar her yerde dikiş diker, nakış işler, örgü örer daha sonraları ise Singer makinelerinde pedala basar veya ütü ütüler. Kartpostlarların üzerindeki kadınlar, İmparatorluğun bir ucundan diğerine hep iş başındadır: İplik eğiren Kürt kadınları, örgü ören Makedonyalılar, ipek dokuyan Suriyeliler ile Halep, İzmir, Saraybosna, Makedonya, Uşak, Kula veya Kumkapı’da kolektif çalışan halı dokumacı kadınlar…”
Osmanlı’da kadın hakları 19. yüzyılda başlamıştı. Batı’daki Sanayi Devrimi sonucunda artan teknik ilerlemenin etkisiyle iş görebilen güce yönelik ihtiyacın artması ve bu ihtiyacı karşılamak için kadınların da iş gücünde etkili bir biçimde kullanılmaya başlamasıyla kadının konumuna yönelik anlayış yeni bir boyut kazanma sürecine girmişti.
KARA ÇARŞAFLI ERKEK KORKUSU
Kartpostlardaki Osmanlı kadınlarının ağırlıklı olarak bir halı dokuma atölyesi veya bir fabrika tezgahında çalışan işçi kadınlara ait olmasının yanı sıra, fotoğraflarda kadınlara ait ortak başka şeyler de dikkat çekiyor: Kıyafetler ve takılar… 1880’li yıllardan itibaren bir yandan ‘yaşmak’ denilen örtünme şeklinden çarşafa geçiş yaparken diğer taraftan Batılı giyimin etkisiyle şapka ile örtünmeye başlaması, etnik veya dini köken ne olursa olsun değişmeyen takılardan birinin ‘Beşi bir yerde’ kolyeler olduğu görülüyor. 1880’li yıllarda ‘kadın kıyafetine bürünerek saklanan erkeklerin’ oluşturduğu güvenlik zaafını aşmak için çarşafın 1892 yılında yasaklanmak istediğine de dikkat çekiliyor.
İSTANBUL’UN ŞIKLIK MERKEZİ
Kartpostallar ve üzerindeki yazılar, 19 ve 20’inci yüzyıldaki İstanbul’un görünümü ve sosyal hayatına ilişkin de değerli bilgiler içeriyor. Onlardan biri, 1904 de Henri de Regnier’in Tarabya Bahçıvanlık Kuruluşu’na dair şu tanımlaması da sayılabilir: “Avrupa kıyısında üst üste kat kat villalar, aralarında Fransa’nın uzun kırmızı cephesinin de olduğu elçilik binası ve bahçeleri dizilmiştir. Trabya, İstanbul’daki şık hayatın merkezidir. Spor ve öğle yemekleri, bahçe partileri, yaz elbiseleri, güneş şemsiyeleri, İngiliz arabalara, kayıkları... “
***
YAŞMAK VE UD GİTTİ VİYOLONSEL ŞORT GELDİ
Pierre Loti, Valerie de Gasparin, Henri de Regnier gibi gezginlerin notları, Osmanlı İmparatorluğu’nun Arnavutluk’tan İzmir’e, Bosna Hersek’ten Lübnan’a uzanan geniş coğrafyadaki farklı kimlikli kadınların farklı imajlarını sergiliyor. Pierre Loti’nin Supremes visions d’Orient başlıklı kitabında dediği gibi Osmanlı kadını da artık Parisli kadınlar gibi giyinirken viyolonsel çalıyor. Tanzimat’tan Cumhuriyet döneminde yaşmak ve çarşaf gözden kayboluyor ve şortlar ortaya çıkıyor. 1904’te Hengi de Regnier’in İstanbul’dan yazdığı notlarda bu durumu şu şekilde anlatıyor: Kabalalık, insanlar, yoldan geçenler size Doğu izlenimi vermiyor. Eski Türk kıyafeti, şalvar, geniş kollu ceket, kaftan artık giyilmez olmuş… İstanbul Doğu’dan artık sadece hayal gücü ve anılarla canlandırılması gereken harika bir dekor sunuyor”
***
Kartpostalların arkasındaki fotoğrafçılar
Tarihe ışık tutan bu kartpostalların arkasındaki imzalardaysa önce Abdullah Kardeşler yer alıyor. Gezginlerin egzotik arayışlarına yanıt vermek için Osmanlı yaşantısının çeşitli yönlerinin fotoğrafını çekerlerken sokaktaki güzel hanımlara da yer verirler. Stüdyolarını 1899 yılında Sebah ve Joaillier satın alınır ve bu defa peçeli, yaşmaklı Müslüman kadın kartpostalları ortaya çıkar. Ve daha sonra, kartpostal yayıncısı olarak Avusturya-Macirstan İmparatorluğu kökenli Fruchtermann öne çıkar.
***
Batılar gözünde ‘Türk hanımları’
Kartpostalların sahibi Batılı gezgin, bürokrat veya işadamlarının Osmanlı kadınlarına ‘oryantalist’ bakış açısı da dikkat çekiyor. Marcelle Tinayre’nin 1912’de artık bir Yunan kenti olan Selanik’te bir Türk kadını görmesine dair notları da, o bakış açısını yansıtıyor: “Görmedin mi, bunlar Türk hanımları… Türk Hanımları! Avrupalılar, özellikle de Fransızlar, bu iki sözcüğü özlemle karışık bir hayranlıkla telaffuz eder. Musevi ve Yunanlı kadın güzel olabilir ancak hiç biri sadece adı bile saf muhayyilelerde, duvarla çevrili bahçeler, kokulu haremler, sarıklı ve palalı paşalar, dans eden odalıklar ve siyasi harem ağaları gibi olağanüstü hayalleri çağrıştıran bu örtülü, yasak ve uzak varlıklardan dah güzel görünemeyecektir… Türk Hanımları!”