15 Aralık 2024 Pazar / 14 CemaziyelAhir 1446

Bir başkaldırı romanı: Kırmalı Etekler

SEVİNÇ ÇOKUM’UN SON ROMANININ KAHRAMANI ÇİSE; HEM YAZARLIĞINI HEM DE KADIN OLARAK VARLIĞINI KABUL ETTİRME MÜCADELESİ VERİYOR.

DUYGU AKSOY15 Ocak 2015 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Bir başkaldırı romanı: Kırmalı Etekler

Türk edebiyatının güçlü kalemi Sevinç Çokum’la her kesimden kadının yaşadığı zorlukları, incelikli ve cesur bir dille anlatmayı başardığı son romanı “Kırmalı Etekler” üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Son Romanınız Kırmalı Etekler adını taşıyor ve kapakta güzel bir kadın fotoğrafı var. Bu durum bir ironiyi mi haber veriyor?

Aslında  ben isim söz konusu olunca epeyce zorlanırım; kitabın içeriğiyle uyuşması gerektiğini düşünürüm. Tabii okuyucunun ilgisini çekme özelliğine de sahip bulunmalı. Umberto Eco'nun kitabına Gülün Adı demesinin bir yığın gerekçesi vardır. Ben, aklıma gelenleri roman boyunca bile deftere kaydederim. Bazen ilk başta beğendiğim isimden, sonraları vazgeçerim. Bu da öyle zor bir geçitten geçti. Roman daha çok kadın kahramanları öne çıkarıyor. Etek kavramı kadınları çağrıştırır. Ayrıca özgürlüğün sembolü olarak görüyorum kırmalı etekleri…

Çise, kadın yazar olmanın zorluklarını çokça yaşamış, etrafındakiler tarafından kabullenilmemiş, bildik kadın rollerinin dışına çıktıkça örselenmiş bir karakter. Otobiyografik bir yanı var mı Kırmalı Etekler’in?

Sürekli kendini aşağılasa da güçlü bir kadın, evet. Fakat otobiyografik bir roman sayılmaz. Çünkü romanda iki yolda yürüyor Çise; hem yazarlığını hem de kadın olarak varlığını kabul ettirme mücadelesi var. Bir de yaşadığı dönemlerden tanıdığı kadınları tablolaştırma çabası görülüyor. Dışlanması ve ezilmesi dolayısıyla o kadınlarla bir yerde kesişiyor yolları. 

Çise, “o’cu, bu’cu” olmaktan, insanlar tarafından yaftalanmaktan çokça rahatsız. Sizce insan bir yere ait olmadan nasıl yaşar?

İnsanların ve toplumun, bir takım köşe taşlarının, yazar Çise'yi eserlerinin nitelikleriyle kabul etmesi gerekir. "Ya budur, ya şudur!" değerlendirmesi yanlıştır. Ben insanları tek renk olarak kabul etmiyorum; karakterleri, zihniyetleri, geldikleri yerler, yaşantıları farklılıklar gösterir. Fakat bizim toplumumuzda müthiş bir ayrışma var.80’lerden önce, hatta 60’lardan itibaren yaşandı bu ayrışma; sağcı-solcu dediler, bir nefret söylemi yarattılar, her iki taraf için de. Maalesef her egemen sınıf, diğerini yok ediyor; sonra diğeri güçleniyor, öbürünü yok ediyor. İşte buna karşıyım. 

Çise için yazma, bir başkaldırı aracı. Kitapta Milan Kundera ve Ernest Hemingway’e çokça göndermeler var. Bu iki yazarı seçmenizin özel bir sebebi olmalı? Yine başkaldırı mı?

Milan Kundera’ya önem veririm ben. Kalemini özgürlük için kullanmış olması önemlidir benim için. Kundera’nın üzerinde durduğu “Kitsch” kavramı dikkat çekicidir: Gerçekleri güzel kavramlarla örtüp sunmak anlamına gelir. Hemingway’in hayatı da ilginçtir; savaşta cepheleri izleyen, gazeteci özelliğine de sahip bir romancı. Avcıdır yerine göre, aynı zamanda bohem hayatı ve heyecanı seven bir karakter. Onun insanın trajedisini yakından görme aşkı romancılığını besleyen kaynaktır.

Eserlerini mümkün olduğunca politikadan uzak kalarak yazmaya çalışan yazarlardan bahsetmişsiniz romanda. Aydınlarda görülen bu tavrı soğukkanlı bakış olarak değil de bir kaçış olarak mı algılıyorsunuz?

Tabii ki bir kaçış; çıkarları doğrultusunda, kendilerini bazı güçlerin yanında yer almak mecburiyetinde hissettikleri için olabilir. Birtakım imkânlarını kaybetmek noktasına gelince kendilerine sansür uyguluyorlar. Yaşantılarımızın içersindeki gerçekliklere arkamızı dönemeyiz. Eğer dönüyorsak, “hayallerle yazıyoruz” diyorsak, o zaman insanları oyalıyor, onlara  oyalayıcı, tatlı masallar sunuyoruz demektir.

Peki ya Gröfrey? Nereden geldiği, ne amaçla Çise’nin peşini bırakmadığı belirsiz ve bir o kadar da merak uyandıran kahramanı romanın. “Siz dert seversiniz, biz unutmaya çalışırız” diyen Gröfrey, gerçekte kimdir?

Zihinsel bir kurtçuk olarak geçiyor romanda. Kırmalı Etekler'i, toplumsal yanı kadar psişik  yanı da bütünler, diyebilirim. İnsanın alt beni söz konusudur burada. Yani keşfedilmesi zor o karanlık kuyu, bilinçaltı. Gröfrey yazdırıcı bir unsur Çise için. Belleğindeki ilham kaynağı, zaman zaman somutlaşarak karşısına çıkıyor ve ayrı bir karakter halini alarak bunalımlardan çıkarıyor onu.

Kitabın en ilginç ve metaforik bölümleri Nuh Tufanı’nın anlatıldığı bölümler. Tufan’ın bugüne izdüşümlerini görüyoruz sık sık. Günümüzün tufanları nasıl gerçekleşiyor peki?

Bazen umut veriyor gibi görünmeme rağmen dünyanın kötüye gittiğini düşünenlerdenim. İnsanın hayatında irili ufaklı tufanların bulunduğu fikrini de açık tutuyorum romanda. Tufan’ın sebeplerini düşünüyorum. Kutsal kitapların o bölümlerinde insanların yoldan çıktıkları ve Nuh’un uyarılarına aldırış etmedikleri söylenir. Tek Tanrılı kutsal kitaplardan çok önce Sümer tabletlerinde de Tufan hadisesine rastlanır. Burada da insanların yeryüzüne sahip çıkamayışları yüzünden tanrılar tarafından cezalandırılmaları söz konusudur.   İnsanlar tanrıların dedikleri yolda yürümemiş hatta tohumların bile isimlerini cisimlerini yeryüzünden silmişlerdir. Bugün insanlığın yaptığı şey de bu değil mi? Tohumların genleriyle oynanıyor, verimsizliğe doğru gidiyoruz: o tabletlerde haber verilen kötülüklerin hepsi gerçekleşiyor, ağaçlar katlediliyor, sular kirletiliyor, nükleer zararlar cabası… Kafa kesmeler, hayvanlara yapılan işkenceler, olmaması gereken şeyler bunlar. Nuh Tufanı, yeryüzünün kötüye gidişi dolayısıyla, yeni bir son yaşanabilir düşüncelerine sevk etti beni. Bu nedenle ara ara o felaketi hatırlatmaya çalıştım romanda.

Peki, Karaağaç ve Edirne’nin romandaki yeri nedir?

Tufan’ı hatırlatması için seçildi bu motif. Biliyorsunuz Karaağaç, bir takım su baskınlarına, taşkınlara uğrayan bir yer. Çise’nin de böyle bir sel sonucu beynindeki kurtçukla beraber sulara garkolması, edebiyat açısından dışlanmış bir insanı, suların kabul etmesi şeklinde düşünülebilir. 

Kırmalı Etekler

Sevinç Çokum

Kapı Yayınları