Mustafa Çevik ilk romanı Hükümdar’da Oğuz Kağan’ı anlatmıştı. Sayfa 6 Yayınları tarafından yayınlanan Hoca Ahmet Yesevî'nin Yolculuğu / Zamanın Oğlu büyük mütefekkir ve mutasavvıfın Orta Asya’da başlayıp ebediyete uzanan manevi yolculuğunu konu ediniyor.
Batı Türkistan'da doğan ve 63 yaşında, “Peygamberimizin görmediği ışığı ben de göremem” deyip toprak altına giren, Anadolu tasavvufunun kurucusu, Yunus Emre'nin ve Taptuk Emre'nin ilham kaynağı Hoca Ahmet Yesevî, Türkistan'ın Yessi kentinde başladığı, 'ilahi ışığı arama' yolculuğu, Mustafa Çevik’in ustalıklı kaleminde büyük bir anlatıya dönüşmüş. Anadolu Müslümanlığı üzerine derin bilgiye sahip olan Çevik, ikinci romanı için Star’ın sorularını cevaplandırdı.
Ahmed Yesevi, gibi devasa bir şahsiyeti bir romanda anlatma fikri nasıl oluştu?
Geçen yıl Hükümdar isimli bir romanım yayımlanmıştı. Oğuz Kağan'ı yazarken Hoca Ahmet Yesevi de eş zamanlı olarak aklıma düştü. Çünkü o, Orta Asya Türklüğünü olduğu kadar günümüz Türklerini de etkileyen manevi bir hükümdardır. İkisinin de üstlendiği misyon birleştirici ve bütünleştirici olmasıdır. Türkler İslamiyet’e geçerek tevhid inancıyla birlik ve bütünlük oluşturdu. Günümüze kadar ulaştı. Ancak günümüzde yaşadığımız kopuklukları da görünce bir öze dönüş, yüzümüzü köklerimize bakma gerekliliği kendiliğinden ortaya çıkıyor. Bu bakış, yeni bir bakış açısına sahip olabilirse, geçmişin mirasını daha sağlıklı taşıyabiliriz. Bu gayretin ilk adresi de Hoca Ahmet Yesevi'dir. Çünkü Türkleri İslamiyet’le şiir yoluyla tanıştıran kişidir Hoca Ahmet Yesevi'dir. Bugün Anadolu’da yaşayan insanların İslamiyet’i algılayış ve yaşayış biçiminin mimarıdır.
Kendisi bu tebliğ için neden şiir yolunu tercih etmiş?
Bir sosyolog gözüyle Türk toplumunu analiz ediyor. Türkler ozanları ve kahramanlıkları dinlemeye alışkınlar. Bilgeliğe çok önem veriyorlar bilge insanlara saygı duyuyorlar. Bu insanlar özgürlüklerine çok düşkünler onları kazanabilme yolunun şiir olduğunu tespit ediyor. Hikmet adıyla bir tarz oluşturuyor. Edebiyata kazandırdığı bir şiir tarzıdır. Anlattığı şeyler ahlaki, dini ayetler, peygamber sevgisi ve ilahi aşk tabii ki.
O zaman bize biraz kitabınızdan söz edin…
Aslında bu roman bir hayatı değil ilahi bir yolculuğu anlatıyor. Ahmet Yesevi’nin altmış üç yaşında yer altına girişini tasavvufta ilahi yolculuğun merhalelerini anlatıyor bu kitap. Allah’a varmak için ne yapmalı? Ne demek ilahi aşk? Nasıl ulaşılır? Vahdeti vücut olan bir sufinin olağanüstü duyguları nelerdir? Bunları tabii Hoca Ahmet Yesevi'nin ifadelerinden anlatıyoruz. İlahi aşkın yolculuğa halktan hakka yürüyüşü sonrasında da ‘hak’tan ‘halk’a dönüşü anlatıyor. O ilahi yolculuğunda da Hoca Ahmet Yesevi'nin kendi hikmetlerinde söylediği mısralar yoluyla onlardan hareketle anlatmaya çalıştım. Ben şöyle diyorum, Türkçe’yi toplumsal bir bilinçle kullanan bizim tarihi kültürel değerlerimizden bir tanesi Hoca Ahmet Yesevi. Elbette Kaşgarlı Mahmut'tan sonra. Bu yönüyle çok önemli. Ancak az biliniyor. O ilahi sevgi Yunus Emre, Mevlana ve onlardan çok önce bu toplumu aynı sevgiyle aynı aşkla gönülleri tutuşturan atamız Hoca Ahmet Yesevi. Bu yüzden onu bilmek zorundayız diye düşünüyorum. İnsanların gönlüne hitap eden, insanların kendi içine bakmasını sağlayacak bir kitap. Lirik yönünü okuyucular çok sevecek inanıyorum. Sembolik bir kitap alegorik bir anlatım.
Onun mücadelesinin bir karakteristiği var mı?
Ömrünü kötülüklerle mücadeleye adamış birinin içe dönük bir kişilik değil topluma yönelik biri olması doğal. Zaten bunu da bilinçli yapıyor. İnsanlara sevgi ve hoşgörüyle yaklaşıyor. En büyük mücadelesi taş kalpli insanlar. Cahillikten nefret ediyor. Bilgisizliği yenmek gerektiğini söylerken sürekli tekrar ettiği şey “Yetimlerin gariplerin kalbini kırmayın” oluyor.
Siz onu öğrendikçe nasıl etkilendiniz?
Ben edebiyat öğretmeniyim. Zaten biliyor seviyordum hikmetlerini. Çok önceleri okumuştum. İçine girince her günüm her anım O’nun içinde geçti. Abartılı olacak ama Hoca Ahmet Yesevi’nin bir müridi olarak sayıyorum artık kendimi. O benim pirim benim gönlümü çok etkiledi. İnsanlara fikirsel olarak özüne dönmelisin dediğimde ben de fark ettim ki özümden çok uzağım. Kendi içimize bakabilmek önemli. Bizi haktan ve hakikatten ayrı koyan içimizdeki kötülüklerden nefsimizin abartılı isteklerimizden ayrılabilme isteği en azından doğdu bende.
Böyle kitaplar tarih kantarında da tartılır. Tarihçilerin tepkisi nasıl oldu?
Şu ana kadar olumlu tepkiler aldım. Çünkü biyografik bir anlamda ama bire bir hayat hikâyesi de değil. Onun o manevi dünyasının yolculuğunu anlatıyorum.
Uzun yıllardır aynı adreste senaristsiniz…
Evet, uzun yıllardır beraberiz Pana Film ile. Otuz yıldır dostuz kardeşiz. Dostlarım edebiyatçı olduğum için kalemimi biliyorlardı. Senaryo yazmaya başladım. ‘Kurtlar Vadisi’nin senaristliğini üstlendim ama bu yıl ara verdim. Yeni bir proje için ayrıldı. Yine tarihi bir çalışma olacak hazırlığı içerisindeyiz.
Senarist olarak TV ve sinemayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu rahatsız etmeye başladı çok adaptasyon yapılmaya başlandı. Özgün yok tasarım yok. Tembellikten işin kolayına kaçmaktan mı bilemiyorum. Daha bize ait hikayelerin anlatılmasından yanayım.
Peki edebiyat?
Türk sanatı şiirdir. Roman bize Tanzimat ile girdi. İyi romancılarımız var sayılı olsa da. Bir öğretmen olarak ayrıca yüksek lisansımda da roman üzerine yapmış biri olarak bugünkü romanlar çok kıt bir Türkçe’yle yazılıyor. Edebiyat iyi yönde değil hatta edebiyat ölüyor diyebilirim.
Bundan sonra sizden ne okuyacağız?
Tarihi bir projem var. Selçuklu dönemi Alaaddin Keykubat dönemi ve sonrasındaki Selçuklu’nun yıkılış sürecini Moğol istilası anlatacağım bir roman hazırlığı içerisindeyim. Günümüzle çok alakalı olduğunu düşünüyorum.