26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Bu öykülerde görünen Doğu-Batı gerilimi içindeki İran'dır

Hasan Mir Âbîdîni’nin 80 yıllık bir dönemi kapsayan seçkisinden neşet eden İran Öyküleri, ülkenin son yüzyılında bir gezinti gibi.

ABDULLAH KOÇ12 Kasım 2018 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Bu öykülerde görünen Doğu-Batı gerilimi içindeki İran'dır
Erdem Yayınları bir İran öyküleri seçkisi yayınladı. Seçkinin kaynağı Hasan Mîr Âbîdîni’nin İran’ın 80 yıllık Kısa Öykücülüğü kitabı. Zeynep Özel tarafından çevrilen öykülerden bazıları daha evvel bazı dergilerde yayınlanmış. Bazılarını ise ilk kez bugün Tür okurunun beğenisine sunuluyor. Çevirmen Özel, modern dönem İran öyküleri ile alakalı sorularımızı yanıtladı. 
 
l Kitaba geçmeden önce genel olarak İran öyküleri ve yazarlarını nasıl buluyorsunuz?
 
İran öykülerini seviyorum.  İran’da da bizdeki gibi geleneksel hikâye anlatıcılığı var; Kelile ve Dimne, Gülistan, Cevâmi’ul Hikâyât’a ve özellikle Hafız’ın şiirlerine aşinalar. Hasan Mir Âbîdîni bir edebiyat tarihçisi ve eleştirmeni, karşılaştırmalı edebiyat alanında kıymetli çalışmaları var. Hazırladığı  İran’ın 80 yıllık Öyküsü’nden Türk okuyucusunun seveceğini düşündüğüm öykülerden bir seçki yaptım. 
 
Kitaptaki öykülere gelince meselâ Mahmûd İtimâdzâde’nin “Mohre-i Mar” hikâyesi çok efsanevi,  İran’ın mistik yapısını yansıtması adına önemli bir metin. Celâl Âl-i Ahmed “Kutlu Tören” hikâyesinde mizahi bir üslûpla anlatmasa İran’da bir dönem baş örtmenin sokakta bile yasak olduğunu, 1930-40’lı yıllarda uygulanan vekeşf-i hicâb denilen bir dönem yaşadıklarını muhtemelen hiç duyamayacaktım. İnkılabın ardından o dönemler unutturulmaya çalışılmış olacak ki, keşf-i hicâb hakkında İranlı arkadaşlarım değil de anneleri kısmen bir şeyler biliyordu. Hasılı her öykü bir dönemi aydınlatıyor. Öykü severler için, biraz politik bazen ezoterik öykülerle dokusu, tadı farklı farklı bir seçki hazırlamak istedim.
 
l Hikâyelerin çoğu –ana karakter kadın olmasa da- kadınlar ve kadın sorunlarıyla ilgili. Bilinçli olarak mı seçtiniz?
 
İran’dayken duyduğum bir söz var “Suudi Arabistan’da erkek, Hindistan’da inek, İran’da kadın olmak lâzım.” hakikaten aslında İran’da kadına çok kıymet veriliyor. Sigâ dedikleri muta nikâhının yaygınlığı vb. sorunlarına rağmen İranlı kadınlar bize yansıtılanın aksine çok güçlü. Dominant, yeri geldiğinde feminen, örtülü ama dışa dönük, toplumsal ilişkilerinde rahat bir kadın. Kendi gözlemlerim ve çevremden gördüğüm kadarıyla Türk kadını daha nahif. Seçkiyi hazırlayan Hasan MîrAbidînî bu tarz hikâyeler de seçmiş. Aşkın, acının, neşenin, sevginin olduğu her yerde kadın da var. 
 
l Batılı modern öykücüleri düşündüğünüzde İran öyküleri ve öykücüleri arasında belirgin bir fark ya da benzerlik var mı? 
 
İran öykülerinin genel havasının Batı Edebiyatına eklemlenebilecek nitelikte olduğunu söyleyebiliriz. İran efsanelerinin ve masallarının etkisindeki eserlere rağmen, bu öykülerde görünen -İslam Devrimi sonrasındaki muhafazakâr toplumdan ziyade- Doğu-Batı gerilimi içinde yaşayan İran’dır. Doğu’nun Kafka’sı olarak bilinen Sadık Hidayet’in Kör Baykuş romanında, Poe’nun gotik edebiyatının etkilerini görmek mümkün. Şehrnûş Pârsîpûr ile Woolf arasında da feminizm teması ve bilinç akışı tekniğini kullanmaları sebebiyle bir benzerlikten söz edebiliriz mesela.
 
l Seçkide en beğendiğiniz, etkilendiğiniz ve zorlandığınız hikâye hangisi?
 
Sâdık Hidâyet’in gerçek bir hikâyeden esinlenerek yazdığı “Dâş Âkil” isimli öyküsü. Aslında bu öyküyü üniversite yıllarımızda da okumuştuk; hikâyeyi de, sonunu da biliyordum ama çevirirken yine çok etkilendim.  Son sahnenin vuruculuğu, bir kabadayının nahifliği... İnkılap sonrası yazıları sebebiyle yasaklı yazarlar listesindeki Gâzâle-i Alizâde’nin“Salonlar” hikâyesi de derin.Hidâyet’in de Gâzâle’nin de ortak tarafı mistik arayışları; Sâdık Hidâyet’in arayışı daha çok Budizm ile bağlantılı tabii. Mevlana’dan da etkilenmiş. Her iki yazarın da intihar etmesi bana çok dokundu.  Onlara böylesi hikâyeler yazdıran da hayat karşısındaki hassasiyetleri idi belki.Tüm öyküler ayrı ayrı çok kıymetli.
 
Bir de Celâl Al-i Ahmed’in ‘Kutlu Tören’ hikâyesinde Marvarî topu geçer: başlarda ne olduğunu bir türlü anlayamadım. İnternet ve İranlı arkadaş çevresinde de bir şey bulamadım, neden sonra ansiklopedi maddesi gibi ta ne zaman yazılmış bir metinden anladım ki, 1950’lerde İranlılar, rahatsızlanan bebeklerini iyileşmesi ümidiyle –Portekizlilerle savaş zamanından kalan, uğurlu olduğunu düşündükleri ve sonradan- Tahran Erek meydanında sergilenen bir savaş topunun altından geçiriyor. Nevruzdan önce “Çarşamba Surî” denen yılın son çarşambasında evlenememiş kızlar gene bu topu ziyaret edip kısmetlerinin açılmasını bekliyor. Şimdilerde kalmamış demek ki hiçbir yerde rastlamadım. 
 
l Kültürler arasında görmezden gelemediğimiz rekabetin dile yansıması nasıl peki?
 
Biz Farsça’yı rakip bir dil gibi görmemişiz, sevmişiz. Klasik edebiyatımızda da Sâ’dî’nin, Hâfız’ın, Mevlana’nın, Attar’ın, Nizâmî’nin, Firdevsî’nin yani Farsça’nın etkisi tartışılmaz. Ama günümüz edebiyatında durum daha farklı. İran’da Türk olduğunuzu öğrenince ilk cümle “Mevlânâ İranlı, Türk değil.” olur genelde ama Mevlânâ deyince akıllarına gelen ilk çalışma da, bizde çok tartışılmasına rağmen, İran’da 65 baskı yapan Elif Şafak’ın Aşk kitabıdır. İsim koyma konusunda ise sanki bizden daha milliyetçiler. İranlı bir arkadaşım Türkiye’de evlendi. Bebek bekliyor ve “Öyle bir isim koyacağım ki okula gittiği zaman herkes kızımın İranlı olduğunu anlayacak”diyor hep. Ama İran’da ne kadar Türk adı vardır, Bizde Behram var da onlar da kaç Alper vardır mesela?