19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Dünyayla karışma ‘öteki’yle çarpışma

Buz Sarayı, çevirmenine yani Türkçe’nin en önemli şairlerinden Melih Cevdet Anday’a 1973 TDK Çeviri Ödülü’nü, yazarı Tarjei Vesaas’a ise 1963’te Kuzey’in Nobel Edebiyat Ödülü sayılan İskandinav Edebiyat Ödülü’nü kazandırdı. Kitabın İngiliz yayıncısı Peter Owen onun bugüne kadar yayınladığı en iyi roman olduğunu düşünüyor…

YEKTA KARAL12 Eylül 2019 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Dünyayla karışma ‘öteki’yle çarpışma

“Buz Sarayı’nın dünyanın en ünlü romanı olmaması beni çok şaşırtıyor.” 

Max Porter

Tarjei Vesaas’ın Buz Sarayı adlı romanın uzun süredir baskısı yoktu. Daha önce farklı yayınevlerinden çıkan ve hep aklımın bir köşesinde olan bu değerli eseri, Timaş Yayınları güzel bir kapakla tekrar edebiyat dünyamıza kazandırınca okumaya başladım. Kitabı bitirdiğimde ise tekrar okudum. Tekrar tekrar okumak istiyordum. Her okumanın bana farklı zevkler tattıracağını görüyordum. Buz Sarayı içinde fazla tek bir öğe bulundurmayan, detaylarla dolu, güçlü kurgusuyla modernist bir roman. Yeteri kadar değerini bilmediğimizi fark ettim kitabı okuyunca. 

Buz Sarayı, çevirmenine yani Türkçe’nin en önemli şairlerinden Melih Cevdet Anday’a 1973 TDK Çeviri Ödülü’nü, yazarı Tarjei Vesaas’a ise 1963’te Kuzey’in Nobel Edebiyat Ödülü sayılan İskandinav Edebiyat Ödülü’nü kazandırdı. Bu iki isim kitaba başlamadan okurunu heyecanlandırmaya yetiyor. 

SESSİZ BİR MÜCADELE

Roman, iki küçük kız arasındaki katıksız, ölçüsüz, dürüst, güvenilir ve saf dostluk filizini şiirsel bir üslup ve akan bir kurgu ile sunuyor. Ailesini kaybettikten teyzesinin yanına taşınarak köye ve okula yeni gelen Unn, kendi dünyasında yaşayan, sessiz ve diğer çocuklara pek katılmayan bir çocuk. Siss adındaki diğer kız çocuk ise Unn’ın zıt karakterlisi gibidir.11 yaşındaki Siss herkesle diyalog kurabilen tabiri caizse “sosyal” bir çocuktur. Bu iki çocuğun ilişkisini Yin-Yang felsefesine oturtmak mümkün gibi. Bu iki kız çocuğu zor da olsa yakınlaşmaya başlıyorlar. Siss ve Unn yavaş yavaş birbirlerinin dünyasına dahil olurlar. Bu kurdukları dünyada cesaret ve çekingenlik Norveç fiyortlarının soğuğunda sıcak bir mücadeleye girişiyor: Siss’in cesareti. Unn’ın çekingenliği. Bu mücadele çoğu zaman sessiz geçen bir mücadele, sessizlikle kurulan bir bağlanma. Bu iki çocuğun hikayesini Birhan Keskin şöyle tanımlıyor: “‘Buz Sarayı’nın hikâyesini kısaca özetlemek gerekirse; yeniyetmeliğe henüz adım atmış iki kız çocuğunun birbirleriyle tanışması, birbirlerine kısacık bir an içinde akıp tek olmalarının hikâyesidir. Siss ve Unn’ün bir eşikte, çocukluktan çıkıp ‘dünya’ya karışmanın eşiğinde, ‘öteki’ne çarpma ‘öteki’yle çarpışmasının hikâyesidir.” 

‘YAYINLADIKLARIMIN EN İYİSİ’

İki küçük kız arkadaşın aralarında açığa çıkmayı bekleyen bir sır vardır. Bu sırrın Unn tarafından Siss’e verilmesi “gerekmektedir.” Verilince bütün büyü bozulacaktır ama. Unn ve Siss esrarlı bir gecenin ardından bir daha bir araya gelmezler. Bu sırrın o gece ortaya çıkıp çıkmadığı ise ucu açık ve büyülü bir şekilde bırakılmaktadır. Bu maddi bir ayrılık olsa da birbirlerine söz veriyorlar. Her yerde hayatlarının her anlarında manen birlikte olacaklardır. “Yalnızca seni düşüneceğime söz veriyorum. Senin hakkında bildiğim her şeyi düşüneceğime. Evde, okulda ve okul yolunda seni düşüneceğime. Uyanırsam seni düşüneceğim.” 

Kısacası Melih Cevdet Anday’ın temiz ve şiirsel çevirisiyle Buz Sarayı’nın sonuna gelindiğinde hem yazarı hem çevirisi hem de hikayesiyle temiz, naif ve eşsiz bir kitap olduğuna, iki küçük kızın bile iç dünyasına inildiğinde ne büyük fırtınaların koptuğuna, daha 11 yaşlarında olan kızların cesaret, keder, acı ile yoğrulmuş küçücük kalplerinin dostluk ateşi ile yanıp tutuşmasına ve elbette ki uçsuz bucaksız yalnızlaşmasına şahit olacaksınız. Kitabın İngiliz yayıncısı Peter Owen’ın şu sözü ile yazıyı noktalıyoruz: “Bugüne kadar yayımladığım en iyi roman.”

ÖLÜMÜN İLK UYANIŞI

“Küçük vadilerden geçerek gideceklerdi bugün. Güneş kızgınlaşmış ve fundalıklarla geçen yıldan kalma soluk otları ısıtmıştı. Şimdi içlerinde ağır çakıl taşları gibi sabah, insanın küçüklüğünde bazı güzel sabahlar nasıl kokarsa öyle kokuyordu. Bütün bunları hiçbiri bilmiyordu ama. Bu kokuda o güzel sabahların küçük bir parçası vardı. Ciddi ciddi yürüyorlardı, fakat kavalcıların çıkardığı pes sesler gözlerinin merakla dolduruyordu. Çat! Altlarında patladı ses, ta içerilerde: Bir patlamaya, bir vuruşa ya da her neyse öyle bir şeye benziyordu. Çalmak için birini bekleyen bir çanın üzerine vuran bir çekicin sesine benzetilebilirdi bu. Ama gürültülü bir çatlama idi. İçinde bulunduğu olanaksız dengede buz sarayı bir yerinden parçalanmıştı. Ölümün ilk uyarışı idi bu.”