17 Mayıs 2025 Cumartesi / 20 Zilkade 1446

Hz. Süleyman ve Belkıs’ın hikayesi

MERYEM AYBİKE SİNAN’IN KALEME ALDIĞI NESİL YAYINLARI’NDAN ÇIKAN MÜHR-Ü SÜLEYMAN, HZ. SÜLEYMAN’IN HAYATINI ROMAN TEKNİĞİYLE BİR KEZ OKURA HATIRLATIYOR.

3 Temmuz 2014 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Hz. Süleyman ve Belkıs’ın hikayesi
“Davud’a biz, Süleyman’ı ihsan ettik. Ne güzel kuldur O! Şüphesiz ki o Allah’a yönelmiş bir kimseydi.” (Sad Suresi, 38:30) EMRAH UFUK ÇITTIR Şüphesiz her şeyin en doğrusunu Allah bilir. Ne kadar da güzel bir söyleşidir Allah ile iletişimde olmak, ellerimizi açıp dua ederek sadece O’na gönlümüzü açmak, isteklerimizi iletmek. Rabbim, kapısından hiçbir zaman boş çevirmez ki biz kullarını... Kapıya gelmek için şükretmek, kapıyı açmak için ise sabretmek gerek. Her şeyin en doğrusunu ve hayırlısını bilen sadece O’dur. Şükretmek ve sabretmek ise bizim anahtarımızdır. Meryem Aybike Sinan’ın kaleme aldığı, Nesil yayınlarından çıkan Mühr-ü Süleyman, Hz. Süleyman ve Belkıs’ın hikâyesini anlatıyor. Davud, Ramazan ayının bir gününde Kudüs tepelerinin birinde inzivaya çekildiği bir vakitte, geceyi ibadet ile geçirmiş, huzurlu bir halet içindeyken etrafı bir anda ışıkla aydınlanmıştı. Şaşırmıştı imsak vaktindeki böyle bir aydınlığa. Nurlu basireti hissetmişti gelen mucizeyi, bu ışığın bu dünyaya ait olmadığını, ötelerden geldiğini. Sık sık rüyasına giren bu hâl şimdi gerçek oluyordu. Çok güzel ve sıcak bir ses, sesleniyordu Davud’a; “Bu bir mübarek kitaptır ki, ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsın diye sana indirdik.” Davud, peygamberliğini bilmişti. Gönlü güzel, kendisi güzel Allah’ın sevgili kuluna Zebur indirilmişti. Davud dosdoğruydu. Allah her şeyi biliyor ve görüyordu. İlk müjdeyi eşlerine verdi: “Benim yüreğimin pareleri bugün imsak vaktinde Yüce Allah’tan kutsal kitabımız Zebur İbranice olarak indi ve İsrailoğullarına peygamberlikle müjdelendim.” Eşleri secdeye kapandılar. Kral Davud, Peygamberdi artık. Şimdi Kenan illerine göklerden nasihat yağmurları yağıyordu. Hz. Davud ve Zebur Allah’ın emirlerini söyler olmuştu. Hz. Davud Allah’ın elçisi, Kenan yurdunun hükümdarıydı artık. Dinî hükümlerde yine Hz. Musa’nın şeriatıyla hüküm vermeye devam edecek, kendisine indirilen Zebur ile de zikir ve öğütler verecekti. Hz. Davud’un kadınına sevgisi onu günden bile kıskanacak kadar aşikardı. Kadını onun yüreğinin hükümdarı, evinin sadakatli bekçisi, çocuklarının mürebbiyesi, hayatının diğer yarımıydı. Toprağın suya muhtaç olduğu kadar muhtaçtı kadınına… SÜLEYMAN CANA CAN KATMAYA GELİYOR Hz. Davud hanımı Mikail’in gebe olduğunu öğrendiğinde içi titredi. Kendisine bildirilen evladının, Süleyman’ın gelişini bekliyordu. Süleyman geliyordu Hz. Davud’a evlat olmaya… Allah’ın buyruğunu cihana yaymaya, Kenan illerine Kral olmaya, adalete baş olmaya geliyordu. Cümle mahlukata hükmedecek hem sultan hem peygamber olacak Süleyman geliyordu. Zaman geçmek bilmiyordu. Kendisine bir evlat daha bağışlayan Rabbine şükretti. Süleyman başkaydı, başının tacı göğsünün sertacı, kalbinin miracıydı. Kenan illeri için bir nur, bir umuttu. Süleyman mülke atanmış bir sultan idi bilene. Hz. Davud ülkesinin insanı için her zaman adalet ve faziletten yanaydı. Halkının, hakkında ne düşünüp konuştuğunu merak eder, sonunda tebdili kıyafet yapar halkın arasına karışırdı. Önüne gelene içten bir selamla yanaşıp ‘Davud’u nasıl bilirsiniz, kendisinden memnun musunuz, adaletine güveniyor musunuz’ diye sorar varsa şikâyetlerini alıp kalbine yazardı ki o şikayetlerin yarası çözüm bulmadıkça kapanmasın, hep kanayıp kendisini rahatsız etsin isterdi. Amacı halkının huzurlu ve mutlu olabilmesi işte o vakit kendi gönlüde huzura erişecekti. Ne güzel bir kral, ne güzel bir peygamberdi Davud. KUDÜS’E VERİLEN BİR DİLEK SÜLEYMAN Hz. Davud Süleyman’ı meclislere alıştırmak, devlet işlerinde yetiştirmek ve sınamak istiyordu. Ona çok güveniyordu. Süleyman’ın adaletli tavrı daha ince ve detaylı bir şekildeydi. Kudüs hissediyor, inanıyor ve güveniyordu Süleyman’a. Kudüs dağlarını mesken tuttu Süleyman. Babasının ölümünden sonra kendisine söz verdi Hz. Davud peygamberin izinden, Musa peygamberin sözünden çıkmayacağına dair. Süleyman tabiatın dilini bilirdi. Rüzgârın fısıltısını, yönünü ve durağını bilirdi. Yıldızları, yedi kat gökleri, gidilemeyecek diyarları, varılamayacak yurtları, aşılamayacak ülkeleri bilirdi. Süleyman mucizeler içinde mucizeleri bilirdi. Kainat defteri öylesine açık okunurdu onun için. Süleyman, günün ve seherin nurlu aydınlığıydı. Süleyman halkının huzuru için ne gerekiyorsa yapıyor, halkını yakından takip ediyordu. Zira hakiki bir adalet için kimseden şikâyet gelmemeli, insanlar gerçek anlamda huzurlu olmalı ki, biz de o huzuru duyup devlet işlerinde muvaffak olabilelim. Devlet halkı için vardır derdi. Kudüs’te bir akşam vaktiydi. Süleyman yüreğinin sesini dinledi ve çok geç olmasına rağmen kadim şehrin dağlarına yürüdü. İçinde ki sesin yönlendirmesiyle yine inzivaya çekildiği mekânına geldi. Mağarasına girdi ve hemen namaza durdu. Başını secdeye koymuştu ki o içini ısıtan, ruhunu hiç ummadığı kadar yoğuran sesle irkildi: “Süleyman!” “Süleyman! Ey Davud’un oğlu, sana babandan verilen krallıktan sonra biz de peygamberlik veriyoruz.” Süleyman secdeye kapandı. İçindeki bütün korku, endişe ve çekinceler yok olmuştu. Rabbi onu korumasına almıştı. Onun yeryüzündeki halifesiydi artık. İlahi dinlerin hepsi için çok önemli bir yere sahip hiç kuşkusuz Hz. Süleyman. Meryem Aybike Sinan’ın kaleme aldığı Nesil Yayınları’ndan çıkan Mühr-ü Süleyman Hz. Davud’un izinden ilahi mesajı insanlığa taşıyan tabiatın ve mahlukatın dilini konuşuyor olmasıyla da bugünün insanına çok başka mesajlar veren Hz. Süleyman’ın hayatını roman tekniğiyle bir kez daha okura hatırlatıyor. MÜHR-Ü SÜLEYMAN MERYEM AYBİKE SİNAN NESİL YAYINLARI

ÖNERİLEN VİDEO

Doğal gaz patlaması saniye saniye görüntülendi

Kapat
Video yükleniyor...