Edebiyat hakkında düşünmenin en güzel tarafını işin dönüp dolaşıp insan ruhuna dayanışına şahitlik etmek oluşturuyor. Aslında edebiyat hakkında düşünmenin akıntıya karşı kürek çekmekten farkı da yok. Sonunda bu uğraştan geriye kalanlar, kalıcı romanların, hikayelerin ve onların yazarlarının ikinci yansımasından ibaret. O da ilk güçlü vefasızlık seliyle süpürülüyor. Edebiyat hakkındaki düşüncelerden geriye hatıralar dahi kalmıyor. Oysa ki insan dediğin iki türlüdür: Biri an’ı yaşamak için her şeyi yapar. Öteki anıda yaşar. An için yaşayan bugünün dünyasında değeri zevkle ölçülen an’ı yaşamak için kendinden başkasını düşünmez. Amacına varmak için her şeyi Makyevel’i mezarında ters döndürecek bir bencillikle mubah görür. Bu çöpten heykele şekillendiren son hamleyi de ona uyarıda bulunanlara seslerini kesmelerini söyleyerek yapar. Sonra da kırdığı kalplerin üzerine basarken çıkarttığı zevkten ağlayarak varacağı yere varır. Kalıcı olmadığından da an bitince yenilerini arar. Anı için yaşayan ise, iyi anılar biriktirmenin hayat ile lades tutuşmaya benzediğini anladığı anda bırakır. Yaşam onun sırtını yere getire getire, anı denilenin kaynar suyu içerek haşlanmaya dair bir deneyim olduğunu öğretir. Öyle ya, kim memnun olmuş ki yaşadıklarından?
İster an için yaşa ister anı, yolun edebiyatla kesişiyorsa ince ruhlu olmaya dair bir çabaya çoktan girişmişsin demektir. Ve yollar da burada çatallanır. Edebiyat okuru, hayatı yaşayarak değil de kitaplardan öğrenmeye ilişkin zorlu bir sürecin peşine takılır. Yaşayacağının da hayal kırıklığı olduğunu anladığında ise, geri dönmek için epey ileride bulur kendini. O vakit önünde iki seçenek belirir. Ya bugüne değin okuduklarıyla avunacak ya da yolun sonunu görmek için devam edecek. Edebiyat okuru bilir ki, okumak demek yaşamak için her gün bir doz alması gereken ilaç gibidir. Yahut fırdönen bir kütüğün üzerinde denge kurmaya benzer. Durduğun an düşersin. Okumaya ilişkin bir durağanlık ancak ‘İyi metinler bulamıyorum’ bahanesine sarılırsa okuru depresyon denizinde su üzerinde tutar. Öteki türlü gerekçesiz bir okurluktan vazgeçme hali mümkün olmaz. Bıraktım diyenin gözü daima kitaplığındadır. Hatta benim gibi iki yılı aşkın bir süre tutulduğu hastalıktan ötürü vücudunda depremler olan bir okur, kitaplığına bakarak ama okumayarak dipsiz bir kuyuya düşme hissi duyar. Bazen rüyada karşılaşılan bu hali anımsayan bilir. Her an çarpmayı beklemenin baskısı, düşme anına dair travma teorilerinden baskındır. Ne de olsa içimizdeki aydınlığı karartabilecek tek gücün adı korku. Böyle olunca da, yüreğini aydınlatacak gerekçeler bulamadığın vakit söz gelimi ışığını yolunu kaybetmişe emanet edip de, kendisi aydınlığa çıktığında senin mumuna üflenmişse, en karışık labirent okumak istediğin kitap oluverir. Kimsenin hikayesinin bir de yazılı senedini satın alarak anıların arasına koymak istemezsin. Fakat yılların okurluğu sende ince bir ruh yarattığından ötürü ki, bu fikri de uzun süre canlı tutamazsın...
GOOGLE’A SOR
Okumaya ilişkin insan doğasındaki en büyük değişikliğin ince ruhlu olmaya dair bir dönüşümden geçtiğini öne sürmek, evrim teorisini ret ya da kabul etmekten de güç. Çünkü okuyanların ruhlarında insani duyarlılığın sinir uçlarının dokunmasa da hissedebilecek denli geliştiğini savunmak, her zaman taktirle karşılanmaz. Öyle ya bugün bin sayfalık Anna Karenina ile Karamazov Kardeşler’i ya da Büyücü romanını okumadan da pekala onlar hakkında bilgi sahibi olmak mümkün. Hatta bu bilgi size sosyal ortamlarda meşrebinize göre arkadaş da kazandırabilir.
QUASİMODO’YU DÜŞÜN
Zamanın saliselere bölündüğü, her teknolojik aletin insanın işini kolaylaştırırken akrep ile yelkovanı insan onlara yetişemesin diye kovaladığı günlerde, kimsenin kimseyi anlamaya vakti yok. Ve bu zamansızlıkta kimsenin oturup binlerce sayfalık metinleri anlamak için okumaya da vakti yok. Belki de böyle olduğu için Google ile Yandex arama motorlarının en çok tıklanan ifadeleri arasında klasik romanların özetleri var. Bak gördün mü teknolojinin kötü yanlarından yakınmaya ilişkin bir çaba da şahitlik için yine teknolojiye ihtiyaç duyuyor. Öyledir. Ne kadar ki insan insanın kurdu ise insan insanın zehrini alır aslında. İyi dinleyicilerin dertli insanlara karşı tüm gönlünü ve zihnini açtığı eyleme ilişkin Anadolu›da söylenmiş bu sözü kitaplara yormak da pekala mümkün. Bence iyi bir roman da insanın zehrini alır. Üstelik o roman en karanlık ruhlu katilin hikayesini kan gibi yapışkan, deşilmiş bir ciğer gibi bulaşık anlatsa bile böyledir. Bir edebi metni okumak, başkasının hikayesine ilişkin kendine ait zamandan vermek demektir. Bugünün insanının en erdemsiz yanı karşısındakini dinliyormuş gibi yaparak, onla bir yola çıktıktan sonra aslında onu dinlemediğini göstermesi, haykırması ve yüzüne vurması olmalı. Yoksa bir insanın ötekini bir silahla vurması eylemin şiddet yönü bir yana, öteki davranışın yanında bazı vakitler daha adil kalıyor. Böyle olduğundan ki, bugünün insanının bir romana vakit ayırması, bir hikayeyi irdelemesi pekala onun kibirden yoğrulmuş ve kendi çıkarlarına ayarlanmış ruhunu başkalarının hayatına samimiyetle bakabilmesi açısından inceltir. İnsanı insan yapan özelliklerin tozunu alır edebiyat okumak. Sana ne türlü hatalar yaparsa yapsın kimseye gerçekten kızmamayı öğretir. Düşünsene bir kez, Notre Dame’nin Kamburu’nu büyük bir iştahla ve bir yerini atlamadan okumuş kişi Quasimodo’nun Esmeralda ile hikayesinden etkilenmez mi? Edebiyatın bu kutsal kitabından başlamak belki de seni aradığın o büyük maceranın yoluna çıkartır. Böylesi romantik bir sonucu olmasa dahi seni insanlara o kadar katı bakmamaya davet eder. Sen bakma benim yakındığıma. Tesadüflere sığmayacak denli uzun bir konuşma gerektirdiği için bana yapılanı affettiğimi söyleyememenin sıkıntısını vücudumdaki depremlerle yaşadım. En sonunda yine bir tesadüfle yolum eski dostla kesişti de, yanlış anlaşılmaları beraber törpüledik. Görüp de konuşmamanın acısını yok ettik. Ama yine de vücudum bana ihanet etti. Ruhsal sarsıntılar vücudu kolay rahat bırakmıyormuş. Peki ya sen ince ruhlu olmak istemez misin? Dilediğin kadar an’ı yaşamanın peşinde ol. Hayat seni bir gün bir yerinden yakalayıp, binlercesi yazılmış bu romanlardan birine fırlatacak ve “Anla” diyecek. Bacaklarının seni kaçıracak kadar hızlı olduğunu düşünüyorsan, bir de kaderin ne denli inatçı olduğunu düşün. Ya da düşünme. Yaşa gitsin.