12 Mayıs 2025 Pazartesi / 15 Zilkade 1446

İyi bir şiir boşa gitmez

Genç kuşağın önemli şairlerinden Cevdet Karal uzun bir aradan sonra üçüncü şiir kitabı Cesedi Nereye Gömelim ile çıkageldi. Eser, klasik anlamda bir şiir kitabı olmak yerine, her insanın kendi kendine sorabileceği sorular, pişmanlıklarla dolu bir öykü-şiir çerçevesinde ilerliyor.

BEDİR ACAR17 Haziran 2015 Çarşamba 07:00 - Güncelleme:
İyi bir şiir boşa gitmez

NE KADAR YIKICI OLURSAN OL AŞK DAİMA FİLİZ VERECEK

Cesedi Nereye Gömelim, geçtiğimiz yıllarda dergilerde parça parça yayımlanıyor, kitap olarak çıkışı da merakla bekleniyordu. Genç kuşağın önde gelen şairlerinden Cevdet Karal’la, ilginç özellikler gösteren bu yeni kitabı üzerine konuştuk.

Yeni kitabın adından başlayarak bir soru üzerine kurulu: Cesedi Nereye Gömelim. Düğme iliklerinden portakal buğularına, pek çok yanıt çıkıyor karşımıza. Mezar Kazıcılar başlıklı bir şiirle de karşılaşıyoruz. Bu sözü edilen, yer bulunamayan ceset sanki içimizde. Bu şiire, konuya nasıl ulaştın? Neyi kurcalıyorsun ve neden kurcalama ihtiyacı hissettin?

Teşekkür ederim. Şiiri yazmaya başladığımda, ceset sözcüğüyle işaret edilenin, bilincimde net olmasa da bir karşılığı vardı. Şiiri ani bir tazyikle, önlenemez bir enerjiyleyazmaya başlamıştım. O halinde yapı, baştan sona bir diyalog üzerine kuruluydu. Andığımız dize de orada diyalogu başlatan dizeydi. Aradan uzun bir zaman geçip şiiri tekrar ele aldığımda, elimizdeki kitaba doğru ilerlediğimde akış değişti. Fakat son tahlilde şiirin benim için karşı konulmaz özü, beni yöneten şey bu sorudaydı. Ona yüklediğim yoğun anlamları şiir dışı bir dille ifade edebilmem pek mümkün değil. Doğrusu bunu uzun süre tecrübe de ettim.

 

Konuyu niçin kurcalama ihtiyacı duydum? Başta tümüyle kişisel bir meseleydi. Üzerinde düşündükçe, şiir boyunca gelişen öyküde meselenin hepimizi ilgilendiren boyutunu kavradım. Bunu şöyle özetleyebilirim: Kendimizle ilişkimizde en yatıştırıcı, hatta yapıcı, iyilikçi yalan bile benliğimize ilişkin en küçük hakikat parçacığının yerini tutamaz. Varlığımıza yerini bulmuşluk duygusu veren odur.

 

Şiirde, kendimi kayıp ve saklı kalmış taraflarımla anlama ve her neyle karşılaşırsam onu deşme isteğim başat motivasyondu. İçimizde sayısını bilemeyeceğimiz kadar ölü ya da yarı canlı taşıyoruz. Belki de başka bir yerde ya da fiili yaşamda olmaları gerektiğinden bize azap veriyorlar. Çok şey söyleyebilirim ama yine de hiçbiri bana soruyu apaçık cevapladığım hissini vermeyecek.

 

Kitaptaki Siyah Valiz, Mustafa adlı şiirler cesedin neye karşılık geldiğine açıklık getiriyor diyebilir miyiz? Siyah Valiz’de, bize yaşamakta olduğunu söyleyen, ceset kelimesine itiraz eden biri var. Şöyle diyor: “O soruda yaşıyorum ben / Sorulduğunda gelinlikler gibi yere değer / Tozlu perdelerle tüller”. Kitabın son şiiri olan Mustafa ise şöyle bitiyor: “İnsan yaşardı aslında / Bir şey onu çok önceden öldürmemiş olsa.”

 

Mustafa şiiri öyküyü bir yere bağlıyor. Kitaptaki yeri kadar benim için de önemli. Baştaki İlk Konuşma adlı şiir ve diğer pek çoğu gibi o da bir konuşma şiiri. Hayattan çekilirken yazılmış bir veda notu. Bu bitiş, dikkati bizi çok önceden öldüren şeye yönlendiriyor. Cesedi orada aramamız gerektiğine işaret ediyor. Siyah Valiz ise kitabın omurgasında bence özel bir yere sahip. Kıyıma, yıkıma direnen aşkın o kahramanı konuşuyor orada. Sen ne denli yıkıcı olursan ol, o filiz veriyor.

 

Aşk duygusunun da zamanla bir cesede dönüşebileceğini gördüm dizelerde. Aşkı neyin cesede dönüştürdüğünü sorabilir miyim?

Kitap bir aşk öyküsü olarak da okunmaya elverişli olduğu için, bu üzerinde durulması gereken bir konu. Bir aşkı yıkma, bir sevginin boyunduruğundan çıkma çabası şiirin bazı parçalarında belirgin yer tutuyor. Ama bu çabada, bilinçli davranışın tam tersine, sevginin örtük egemenliği boy veriyor. Bu yıkıcı girişim, amacına ulaşmak yerine, sonuçta o yadsınan sevgiyi görünür kılıyor. Tekrarlayan soruya cevaplar aranırken karşımıza sevgi ifadeleri çıkıyor. Ya da ben öyle hissediyorum.

 

Şiirde, sorunun anaforuna kapılmış kahramanı nasıl duygu yatırımını yaptığı kişi ise ki bu hayli öne çıkan bir karakter, yarı yarıya kavuşulmuş bir sevgili. Dikkat edilirse o bu sorunun konusu değil, muhatabı olarak da sorudan endişe duyuyor. Ceset, aşk bağlamında, asıl bu ikinci kişiyle ilintili. Daha fazla açsam, bu bir analize dönecek.

 

Aşk dediğimiz şeyin tecrübesinde bir yücelik bulabiliriz. Fakat aşk, bizim bir patolojimiz, benliğimizin telafisi imkânsız bir aksaması üzerinden de varlık kazanabilir. Senin ifadenle aşkta cesetleşme en çok buralarda karşımıza çıkıyor.

Kitap boyunca soru soran çok dize var. Hep sorularla mı yaşıyorsun?

Hep sorularla yaşıyorum. Hep anlamaya yönelik sorular. Hayat, benim için kesintisiz bir karar eşiği gibidir. Sükun pek mümkün görünmüyor.

 

Cesedi Nereye Gömelim, uzun bir öykü-şiir olarak okunabiliyor, bağımsız parçalar halinde de. Birçok farklı ses, kahraman var bu öyküde. Kitap boyunca bütünlüğü sağlamak zor oldu mu?

Ben şiirlerimi bir çırpıda yazabiliyor değilim. İlk taslakları öyle yazıyorum. İlk notları, omurgayı ortaya çıkaran notları öyle alıyorum. Ama bütün mesele, şiirin bir çırpıda yazılmış hissi vermesi, bütünlüğü ve dengesi, işte bu aylar alıyor. Bir öykü üzerine kurulu, konusu gereği birçok kahramanı olan bu kitaptaysa üstesinden gelinmesi zor bir meseleydi bu. Ağırlık noktalarını dengelemek için kitaptan çıkardığım şiirler oldu. Bir şiiri ise, Kesik adını taşıyor, bir başka şiirin gereği olarak, rüya ile ilgili anlatımların arka planını güçlendirmek için, kitap çıkmaya çok yakınken yazdım. Arzular ve yasaların çatışmasında toplumun söz alışları olan koroların da bu bütünlüklerde işlev üstlenmesini istedim. Nihayetinde, ne kadar zor da olsa, insan yazdığı şiirin emrine girince o sonucu alıyor.

 

Allah ve Tanrı kelimelerindeki bir ayrım dikkatimi çekti. Allah kelimesinin kullanıldığı iki yerde, ifade 'Allah yoksa' şeklinde. Tanrı kelimesinin bir kullanımında ise “kimden yana olduğu” söz konusu. Bunu açmak ister misin?

Soru beni mutlu etti. Bu şiirler kitaplaşmadan önce, bu iki kelime ve bağlamları, yüzeydeki bazı anlamlar tuhaf, şiir sanatı dışında kalacak bir tepkiyle karşılanmıştı. Bir kere, iki sözcük farklı anlamlar yükleniyor, Tanrı bazen özel isim olmaktan bile çıkıyor. “Allah yoksa” şeklindeki kullanımsa, oradaki düzlemde, Dostoyevski’de geçen “Eğer Allah yoksa her şey mubahtır.” cümlesini akla getiriyor diye düşünüyorum. Şiirin yukarıda ikinci olarak andığım kadın kahramanı, bilerek bilmeyerek, Karamazov Kardeşler’in İvan’ıyla aynı şeyi söylüyor.

Cesedi Nereye Gömelim’i kimlerin okumasını istersin?

Bazı okuyucuların tekrarlayan bir düş hissi verdiğini sandığım sorunun sarmalına girdiğini, ellerinin, üstlerini uzun zaman önce örttükleri cesetlere uzandığını hissediyorum. Şiiri kendi dizeleri, söyleyişleriyle sürdürenler, kendi yanıtlarını arayanlar oluyor. Kitabın bu şekilde bir etkileşime yol açması, okur elinde yazılmaya devam edecek bir ucu açıklık göstermesi arzu ettiğim, tasarladığım bir şeydi.

 

İnsan bir malzemedir. Biz o malzemeyle, mümkün benliklerden birini, en kabul edilebilir olanı kurarız. Her şeyin elimizde olduğu anlamına gelmez bu. Çok az şey bizim elimizdedir. Diğerler benlikler, hayatlar; onlar olasılıklar, yarı canlılar olarak mevcuttur. Tümden yok olmazlar. Bazen pusudadırlar. Burada evrensel, her birimizi ilgilendiren bir mesele görüyorum. Bu noktaya dönük bir ilgi, o ilgi sahibi için bu şiiri, kitabı özelleştirecektir sanırım.

 

Şiirin gözden düştüğü, nitelikli okur kalmadığı yönünde bir kanı var. Bu konudaki düşünceni de alabilir miyiz?

Gerçek şu ki, şiire ihtiyacın büyük olduğu bir çağdayız. Şiirin, insanla ilişkisini yeni baştan gözden geçirmesi gerektiğini düşünüyorum. Şiir ikame edilemezliğini, gereksinim olarak vazgeçilmezliğini tekrar ortaya koyabilmeli. Okur az. Ama her ne olursa olsun, iyi bir şiirin boşuna yazılmış olacağına inanmıyorum. Sadece bir okur bile onun yazılmış olmasına değer.