19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Kahramanın bir talebi var: Beni hikayeden çıkart!

Ali Işık’ın yeni öykü kitabı Beni Hikayeden Çıkart birbiriyle bağlantılı on öyküden oluşuyor. Kitaptaki karakterler hikayeler arasında serbet dolaşım hakkına sahip. Bazıları hikayeden ayrılma talebinde bile bulunabiliyor…

HALE KAPLAN ÖZ10 Mayıs 2018 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Kahramanın bir talebi var: Beni hikayeden çıkart!
Bekleme Salonu’ isimli ilk öyküsünü okuduğumda edebiyatımıza güçlü bir kalemin yavaşça girdiğini hissetmiştim. Okuduğum diğer öyküleri de beni yanıltmadı. Beni Hikâyeden Çıkart, Ali Işık’ın ikinci öykü kitabı. Cahit Çollak’a ithaf edilen kitaptaki öyküler birbiriyle bağlantılı; yoldaş karakterlerle ilerliyor. Karakterler de karakterli… ‘İnisiyatif kimde?’ diye soruyor biri örneğin. Bu inisiyatif meselesi kitabın adından da anlaşılacağı gibi ana meselelerden biri. Peki sorunun cevabı ne?
 
l Bekleme Salonu ilk öykü kitabınızdı. Beni Hikâyeden Çıkart ile birlikte ikinci baskısı yapıldı. İyi de oldu. Her iki kitabı, belki sizin öykü hikâyenizi sorarak başlamak gerek…
 
İnsan, ne olduğunu, kim olduğumu ararken başvuracağı en yakın eylemlerden birisi de sanırım yazıya tutunmaktır. Yani okumak ve yazmak. Okumak ve yazmak düşünmeyi de öğretiyor. Ben de hem okurken hem de yazmaya başlarken kendime yakın olduğumun farkına vardım sanırım. Bazı soruların cevabı kendini anlamaktan, kendini anlamaksa insana dair ne varsa, onları anlamaktan geçiyor. Okumakla insanın kat kat örttüğü yaralarını görebilmek mümkün. Ama okumakla bu yaraları sadece görebiliyorsunuz. Yazı, o ince ucuyla yaraları deşiyor. Özellikle öykü yazmak, yaraları deşebilmek için önemli bir tür. Yazının ince ucuyla dokunduğunuz önce kendi yaralarınız oluyor. Bu sayede bize benzeyenlerin yaralarını da fark ediyoruz. Okumanın yanına yazmayı eklemem sanırım bununla alakalı. Yazıya içten bir yaklaşım gösterildiğinde, yazı yazarını da terbiye ediyor. Yani aslında yazdıklarımıza öncelikle kendimizin ihtiyacı var diyebiliriz. Neden öykü yazdığımı ben cevaplayabilmiş değilim. Yazdıklarımın bir türe dâhil olmasını düşündüğüm zamanlarda yazdıklarıma baktım, öyküye benziyordu. Öykü yazarken, okurken kendime ve özellikle insana yakın olduğumu hissediyorum. Kendimle konuşabildiğim, hâlleşebildiğim nadir anlardan biri oluyor benim için. Öyküye yaklaştıkça kafamdaki gürültünün söndüğünü hissediyordum. Öykü yazmak, kendine duracak bir yer belirlemeyi de beraberinde getiriyor. Yaşamak istediğiniz gibi yazıyorsunuz bir süre. Sonra yazdığınız gibi yaşamaya başlıyorsunuz. Özelde öykünün genelde edebiyatın, daha çok hem okuma hem de yazma bağlamında bana katacağı değeriyle ilgileniyorum diyebilirim.
 
Her kitabın yazılmaya başladığı andan itibaren kendine ait bir yolculuğu oluyor. Okura ulaşıncaya kadar kitapla yazar birlikte yürüyor. Sonrasında kitap yoluna yalnız devam ediyor. Kimlerle karşılaşacağı, kimlerin eline geçeceği, büyük ölçüde yazardan bağımsız gelişiyor. Bekleme Salonu ilk kitabım. İlk kitapta insan daha cesur oluyor. Beni Hikâyeden Çıkart’ı yazarken daha tedirgindim. Birbirine değen on öyküden oluştuğu için, öykülerden çıkamadığım zamanlar oldu. Şimdi ikisine de bir okur olarak dışarıdan bakıyorum sadece. 
 
l Cahit Çollak’a ithaf etmişsiniz Beni Hikâyeden Çıkart isimli kitabınızı. ‘Şiraze’ isimli öyküde bir sahaf dükkânının dokusunu ve gerçek bir ustayı detaylandırarak anlatıyorsunuz. Bu öyküyle Sarp bir yamaçtan tek başınıza Zehiralan’a çıkmıyorsunuz. Bizi de çıkarıyorsunuz…
 
Cahit Çollak’ı lise yıllarımda Bursa’da tanıdım. Allah Rahmet eylesin. Sık sık görüşme fırsatım oldu. O, başka biriydi. Anlatması çok zor. Tarifi imkânsız bir kişilikti. İnsana ve hayata dair tespitleri kitaplarda bulunamayacak cinstendi. Beni Hikâyeden Çıkart kitabının birçok öyküsünü okumuştu. Üzerine uzun uzun konuşmuştuk. Kitabın baskıya gideceği günlerde vefat etti Cahit Abi. Bize de ithaf etmek nasip oldu çok şükür. Mekânı cennet olsun. 
Hayatımızın farklı zamanlarında üzerinde çokça düşündüğümüz kavramlar olmuştur.   ‘Şirâze’ de benim üzerinde çokça durduğum bir kavram. Orada bir kayma olursa sonrası toparlanamıyor. Şirâzemiz kaydığı andan itibaren zehir bizi etkisi altına almaya başlıyor. Öykü de sanırım buradan hareketle şekillendi. Öyküdeki meselem sahaf dükkânının dokusunu ve gerçek bir ustayı detaylandırarak o mesleği yâd etmek değildi. O atmosfer öyküdeki meselemi oradan anlatabileceğim için öyküye dâhil oldu. Benim için başka bir yerden söylemek mümkün olmadığından, ‘Şirâze’nin söylenebileceği neredeyse tek yer orasıydı. O ciltçiyi tanıdığımı düşündüm. Meselemi gönül rahatlığıyla ona emanet edebilirdim. 
 
Yazar, her ne kadar aksini iddia etse de bir yerlere çağıran kişidir. Yoksa neden yazsın. Her birimiz yaşadığımız hayatta sayısız sarp yamaçlarla karşılaşıyoruz. Daha ötesini görmek için sarp yamaçları çıkmamız icap ediyor. Bazılarımız eşyanın (şeylerin) hakikatini olduğu gibi görebilmek için okumaya ve yazmaya tutunuyor. Kalemin ucuyla eşelemeye çalışıyor. Ben de o öyküyü yazmakla, tek başıma fark ettiğim sarp yamaçlara çıkmak için yoldaş aradım sanırım. Bahsi geçen öyküde yoldaşım ciltçi oldu. Diğer öykülerde farklı meslek erbapları. Beni Hikâyeden Çıkart kitabının başlı başına okura bir yoldaşlık teklifi olduğunu da söyleyebiliriz.  
 
l Başladığı yerde, Zehralan’da bitiyor kitap. Zehralan bir dağ değil, bir öykü değil de bir insan ya da bir başka şey. Nedir Zehralan?
 
İnsanın zehrini, kirini akıtacağı bir sığınak olabilir mesela. Hikâyeden çıktığımız, kendi hikâyemize döndüğümüz yer olabilir. Dinledikçe temizlendiğimiz bir kişi, peşine düştüğümüz bir eser, hastalıklarımızdan kurtulabileceğimiz bir şifahane,  yükseldikçe nefesimizin açıldığı bir dağ, baktıkça içimizi gösteren bir ayna olabilir. Birçok şey olabilir. Zehralan’a şu ya da bu dersek tarif etmiş oluruz. Her tarif sınırlandırır. En iyisi okura bırakmak. 
 
l Kitaptaki öykülerde ustalara rastlıyoruz sıkça. Erbaba olan yakınlığınızı düşünürken bu kelimenin rab ile olan yakınlığı dikkatimi çekti. Bu iki kelime arasındaki ilişki hakkında ne söylemek istersiniz?
 
Rab ile erbab kelimelerinin arasındaki bağlantının tahlilinde boyumuzu aşan bir taraf var. Onu erbabından öğrenmek gerekir. İki kelimenin de terbiye eden anlamını içerdiğini söyleyebiliriz. Erbabın terbiyesi günümüzde maalesef aramızdan çekildi. İşlerin erbabları eskiden kendilerine nasip olmuş çıraklara sadece erbabı olduğu işi öğretmekle kalmaz onlara eşyaya dair bir bakış açısı, olup biteni kavrayabilecekleri bir düşünme biçimi de sunarlarmış. Bu, derinden akan bir nehir gibi devam edermiş. Artık kimsenin çıraklık yapmaya zamanı yok. Yaşadığımız çağda etrafımız terbiye almamış ustalarla dolu maalesef.
 
l Bir yara bu: Hırsa karışmak. ‘Kırık Kemik Uçları’ öyküsünü özetleyen ifade adeta. Seçtiğiniz karakterlerde, mizansende, üslubunuzda bu yaraya işaret edişiniz, hem yazar olarak hırsın uzağında durmaya gayret edişiniz görülüyor. Bu bir edebiyatçı için yazma işçiliğinde nasıl bir deneyim?
 
Edebiyatın insanı iğfal eden bir tarafı vardır ki bunu hırs hızlandırır. Hırsın uzağında durmak öyle her baba yiğidin harcı değildir. Dediğiniz gibi bize düşen bu gayretin içinde olmaktır. Ben gayretimin tezahürü olması niyetiyle bu yaraya öyküde yer vermek istedim. Bir de sakin, kendi hâlinde sadece işini yapan karakterlerin edebiyatımızdan çekildiğini görüyoruz. Hayatımızdan çekilince doğal olarak edebiyatımızdan da çekiliyor.
 
‘Kırık Kemik Uçları’nda üç kuruş daha fazla kazanacağı için babasını yaka paça ocağından atan bir evladı anlatmaya çalışmıştım. Oysa o ocak sadece saatçi değil. Çok fazlası. İşte bu çok fazlası kısmı her kesin görebileceği bir şey değil. Ölçü birimi sadece kazanmak ve daha fazla kazanmak olan bir kitlenin içinde yüzüyoruz şuanda. Sel gibi yıkıp geçiyor. Sele kapılmamak için yazıyoruz aslında. Hırsa karışmamak için. Ama bunların tersiyle arasında da çok ince bir çizgi var sanırım.
 
l Kitabın isminde bir karakterin yazardan ricası var: Beni hikâyeden çıkart. Gerçekten büyük bir rol çalış var burada. İnisiyatifi sizden alan karakterler oluyor mu?
 
İyi öyküler sanat tarafı güçlü olanlardır muhakkak. Öykü, katı bilgiye yaklaştığı oranda sanattan uzaklaşıyor. Öyküde sanat, okura bırakılmış boşluklarda yatıyor gibi geliyor bana. Bu boşlukların ve öykünün sanata yakın taraflarının geneli öykünün kendini doğurmasından kaynaklanıyor. Burada inisiyatifin kimde olduğunun pek önemi yoktur. Yazar sadece inisiyatifin kendinde olduğunu sanır. Ama bu tür öykülerde yazar istese de isteme de öykünün kendini kurmasına izin verir ve öykünün nasıl biteceğini kendisi de merak eder. 
 
Beni Hikâyeden Çıkart, birbiriyle bağlantılı öykülerden oluşuyor. Kitabın ilk öyküsü ‘Şirâze’yi yazarken böyle olacağını bilmiyordum. ‘Şirâze’ ile birlikte diğer dokuz öykü de belirginleşmeye başladı. Bir öykünün yan karakteri üç öykü sonra ana karakter olarak kendini dayattı. Öykülerden birinde karakterlerden biri ‘İnisiyatif kimde?’ diye bir soru soruyor. Aslında kitabın genelinde bu inisiyatif meselesine cevaplar arıyorum.  Ama inisiyatifin kimde olduğunu ben de bilmiyorum.