1 Mayıs 2025 Perşembe / 4 Zilkade 1446

Kırk yılın özeti: Memleket Kitabevi

“MEMLEKET ŞU KIRK YILDA NE GÖRDÜYSE KİTABEVİM DE ONU GÖRDÜ. KİTABIN ADI BURADAN GELİYOR” DİYEN NECATİ MERT, HEM YAZAR HEM DE KİTABEVİ OLARAK YAŞADIKLARINI OKURLA PAYLAŞIYOR. Bir kitabevi düşünün... Anadolu'da... Orada yaşananlar, bir ülkenin yaşadıkları... Siyasi çalkantılar, ideolojik kamplaşmalar, mezhepsel ayrışmalar, darbeler, seçimler... Yerelden ulusala uzanan bir yaşanmışlık hali. Bir serüven... Ve edebiyat. Ve okur. Ve yazar. Hepsi burada... Gerçek adı Gelişim olsa da Memleket Kitabevi'nde... Biz de bu tarihi mekana konuk olduk ve Türkiye'nin son 40 yılına ışık tutan Memleket Kitabevi’ni yazarı Necati Mert'le konuştuk.

YUSUF ÇOPUR13 Aralık 2013 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Kırk yılın özeti: Memleket Kitabevi

Memleket Kitabevi1970 sonrası Türkiye'nin halini anlatırken diğer yandan da sizin yazma ve yazarlık serüveninizin izlerini taşıyor. Ne dersiniz?

Aynen öyle. Yazarlığım kitapçılığımdan kıdemlidir. İlk hikâyem 1972’de çıktı; bir yıl sonra da kitabevini açtık. Birbirini besledi bunlar. Ama engellediği de oldu. Öğretmendim, 12 Mart’ta bir süre içerde tutulmuştum, dükkânın ilk yıllardaki kitap çeşidi de bunu gizlemiyordu, sağcılık harekete geçti: 1976 Aralık’ında saldırıya uğradık, 1977 Ocak’ında da bombalandık. Tehdit. Taciz. Civcivli yıllar. Yahut şöyle: 1980 Darbesi için hazırlanmakta memleket, biz de malzeme görülüyoruz. 

 

Kitabınızdaki anılardan öğrendiğimiz kadarıyla bir hayli hareketli hayat yaşamışsınız. Kitaplarla ve okurlarla her daim hemhal olma yazarlığınızı nasıl etkiledi?

Öğretmenlikte kalsaydım şimdiki yerimde olmazdım. Hayatta en hakiki mürşidin ilim olduğunu söylerdim. Şimdi ise, herkesin haklı olabileceğine inanıyorum. Bunun da sıkıntılarını yaşadım elbette. Kendilerini İslam’la tanımlayan arkadaşlarım oldu 1980’li yıllarda. Toplumcu gerçekçiliğim de merkez-taşra ekseninde özel bir yer edindi kendine. Bu sefer de sol konformistlerin hışmına uğradım. Ne dönekliğimi bıraktılar ne gericiliğimi. Oysa onlarınki gericilikti. Onlar ruju, ojeyi, eteği, kravatı solculuk; başörtüsü, sakal ve tespihi de sağcılık zannediyorlardı. Bu, Kemalizm’dir. Sol, sosyalist, sol sömürüye karşı mısın,  özgürlükten yana mısın? Buna bakar. 

 

Kitapta dükkânınızın kırk yıllık geçmişinden bir şehrin belki de bir ülkenin yaşam öyküsünü anlatıyorsunuz... Nasıl görünüyor bir kitabevinden geçen kırk yıl?

Memleket şu kırk yılda ne gördüyse kitabevim de onu gördü. Memleket Kitabevi adı buradan geliyor, yoksa kitabevimin adı, Gelişim. Yıllar için söylenegelmiş bir kalıp vardır: Su gibi akıp geçti. Hayır, su gibi akıp geçmedi. Öğretmenlikten oldum. Bir ara döndüm, bu sefer 12 Eylül’le toslaştık. Devlet, eski hamam eski tas. Yine bıraktım. Bağ-Kur’dan emekliyim. Aldığım aylık, öğretmen emeklisinin aldığının yarısı. Üstümde bu kırk yıldan daha neler var neler! Memleket Kitabevi yazılır mıydı yoksa! Beni en çok neyin etkilediğine gelince: Dindar sağ “komünist” dedi benim için, CHP solumsuluğu da “tarikatçı”. Kunduracı muştasıyla iki taraftan dövülür gibi. 

 

Bugünün okur profilini nasıl görüyorsunuz?

Bugünün okuru, gerçekten okuyor. 70’li yıllarda –zannım o ki- satılan on kitabın üçü okunuyordu, bugün ise yedisi, sekizi. Zihnen dinamik bugünün okuru. Ve seçici. Şanslı da. Her disiplinin, her konunun temel kitapları olduğu gibi detayına girenler de piyasada. Ulaşmak, dağ köyleri için bile zor değil –internet kadar yakın.

 

Kitap aslında bir yerel tarih çalışması ve bu açıdan oldukça kıymetli. Evet bu yerellik aslında Türkiye'nin genelliğini anlatıyor ama yerel tarihin edebiyatımızda yeterince yer aldığını düşünüyor musunuz?

Yerel tarih değil, yerelin hiçbir şeyi önemsenmedi. Örneğin, genel dile girmemiş ne kelimeler, deyimler var halk ağzında. Edebiyata kazandırılmaları lâzım. Tutturmuşuz İstanbul Türkçesi diye. Varmış sanki. Yahya Kemal tâ 1922’de bakın ne diyor: “Türklerin edebî lisanı millî ve müşterek bir mirasdır, ona payitaht da dahil olmak üzere hiçbir şehir tahakküm edemez.”

 

Artık sadece anılarda yaşayan kitabevlerinin yokluğu kültür hayatımızda bir boşluk oluşturdu mu?

Kültür mekânlarının biricik adresi kitabevleri değil. Tamam, bizimki mekân. Adapazarı’nda onca kitapçı var, ama bizim dışımızda ancak iki mekândan daha söz edebilirim. Topluma ve günlük hayata ait bir duruşunuz varsa, işinizi para için değil de duruşunuz için yapmaktaysanız etrafınızda halka olunuyor. Diyeceğim, işin önemi yok. İş, manifaturacılık da olabilir. Nitekim Ahmet Yaşar Ocak zihnen babasının manifatura dükkânında uyanır ilkin. Orası mekândır işte. Boşluk oluşmaz. İki kişi karşılıklı durup konuşuyorsa eğer –ki en karanlık günlerde bile karşılıklı durup konuşan iki kişi olmuştur hep- boşluk olmaz. Oluşmaz.

 

Bir de kitapların avm'lerde satılması meselesi. Bazı yazarları çok rahatsız ediyor peynir ekmekle birlikte kitabın da satılması. Sanırım siz farklı düşünüyorsunuz bu konuda?

Kitabın zeytinle, peynirle, sirke, sabun ve orkidle üst üsteliği beni de rahatsız ediyor. Kitapla kitapçı dükkânında tanışmış herkesi rahatsız etmeli bence. Ama kitabın avm’erde satılmasını yasaklamak başka bir şey. O istenmez. Onu istemekle kitabı yasaklamak arasında fark yok bence. Çünkü kitapla ancak avm’lerde tanışacak çoğu genç insanlar da var. Onlar da geleceğin okuru.

 

Darbe dönemlerine şahitlik etmiş bir serüvenden geçiyoruz kitabı okurken. Siyasi hayattaki bu çalkantılar kitaba bakışı ve yaklaşımı nasıl etkiledi?

70’li yıllarda sosyalizmin temel kitapları ile Nâzım, Hasan Hüseyin, Fakir Baykurt, Bekir Yıldız, Aziz Nesin rağbetteydi. Kenan Evren darbesiyle satışlar bir düştü ki kitapçılığın hiçbir döneminde böylesi görülmemiştir, bundan sonra da dilerim görülmez. Bereket ansiklopedi furyası vardı, ara rejim dönemini ansiklopediyle aştık. Ortalık durulduğunda gazetecilerin yazılarından derlenmiş kitaplar öne çıkmıştı. Kadınlarının 80’lerdeki tercihi Barbara Cartland’dı. Erkekler “best-seller” dediler ama Kemal Tahir’i, Orhan Kemal’i de keşfettiler. Sovyetlerin politika değiştirmesi ve Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla her şey değişti.