24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

Kitap onun için bir davet metoduydu

Şule Yüksel Şenler “Neden Huzur Sokağı?” sorusuna “İslam bir sokakta yaşanırsa, bir mahallede, bir şehirde, tüm bir ülkede yaşanır” diyerek cevap vermiştir. Kitap, Leyla’da Mevla’yı bulmanın hikâyesi ile başlayıp biter görünse de gelenek ve modernizm, din ve sekülerizm arasındaki ince çizgide Müslümanca kalabilmenin toplumsal rehberidir.

DEMET TEZCAN12 Eylül 2019 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Kitap onun için bir davet metoduydu

Şule Yüksel Şenler, modern cumhuriyetin baskın kadrolarına karşı bir başına adeta cephe yara yara mücadele vermiş, eyvallah demeden bedeline katlanmış bir cesur yürektir. O pek çok ilke öncülük etmiş çok yönlü bir isimdir köşe yazılarıyla, konferanslarıyla, kitaplarıyla modelini kendisinin çizdiği baş örtme biçimiyle; örtünme-örtünememe sorununa çözüm üretmiş, Türkiye’de bilinçli Müslüman kadın kimliğinin ilk adımı “tesettür” kavramını yeniden gündeme sokmuş ve cesurca uygulanabilmesini sağlamıştır. Tavizsiz dik duruşu, azim ve kararlılıkla yürüyüşü, kadını ile erkeği ile tüm ezilmiş, susturulmuş kesime yeniden özgüven kazandırmış, cesaret vermiş, onların hislerine tercüman olmuştur. Cesur kalemi, güçlü hitabeti, kitleleri dalga dalga hareketlendirmiş uyanışa, sorgulamaya, dirilişe, ayağa kalkışa vesile olmuştur

Yazma eylemi de bir mücadele bir davet biçimidir onun için. İlk gençlik yılarından itibaren eline kalem almış, 1960’lardan 1995 yılına kadar ise tam 35 yıl boyunca sürekli bir çağrı, bir çığlık, bir davet olmuştur yazıları. Hastalıkları nedeniyle zaman zaman kesintiye uğrasa da yazma eyleminden hiç vazgeçmemiştir. Son yıllarında ise ne kadar arzu ederse etsin artık yazıdan iyice uzak kalmış kalemini eline tekrar alıp özellikle hayatında çok büyük zorluklara sebep olan  “Bandırma Davası”nı bir gün yazabilmenin hayalini sürdürmüş, hep yazma eyleminin özlemiyle yaşamıştır. 

YÜZ BİNLERİ ETKİLEDİ

Yazdığı tek romanı olan Huzur Sokağı döneminde onlarca edebi eserin yapamayacağı tesiri, onlarca kitabın ortaya koyamayacağı başarıyı yine türüyle bir ilk olarak ortaya koymuş, kadınıyla erkeğiyle yüz binleri etkilemiştir. Genelde sanat, siyaset, yazın dünyasında ise romanların, hikâyelerin ders kitaplarının, köşe yazılarının, gazete manşetlerinin İslam’ı çağ dışı olarak gördüğü ve dindar camiayı her vesile ile aşağıladığı bir dönemde Huzur Sokağı susuz çölde bir vaha olmuştur. 

Huzur Sokağı’na karşı örtük de olsa bir kısım mesafeli aydın duruşu olmuştur hep. Mesafe koymaktan görülemeyen hakikat ise Şule Yüksel’in maksadı ve halkın hisleri, teveccüdür. Yazı yazar, konferans verir, çizimler yapar, dikiş diker… Ama hepsinin üstünde o bir davetçidir. Tüm bilgi beceri ve yeteneği bu davetçi kimliğinde mündemiçtir. 

Edebiyatçı olarak anılmak gibi bir kaygısı olmamıştır. Hiçbir sıfatın peşine düşmemiştir. Bugün davetçi diye anlattığımız Şule Yüksel hayatta olsaydı “Allah bu acize nasip etti…” diye mütevazı cümlelerle geçiştirirdi yapıp ettiklerini…

SAFFET HEMŞİRE

Huzur Sokağı bir romandan, edebiyat eserinden öte bir davet aracıdır. Bir kapı aralama, bir yol gösterme, bir işaret etmedir. Kadın erkek ilişkisi, komşuluk, aile ilişkisi, yaşlı çocuk ilişkisi, hayvan sevgisi, düğün, doğum, taziye, eğitim hayatı, evlenme, boşanma… Yani tüm bir “ictimai hayattır”.  “Neden Huzur Sokağı?” sorusuna “İslam bir sokakta yaşanırsa, bir mahallede, bir şehirde, tüm bir ülkede yaşanır” diyerek cevap vermiştir.  Leyla’da Mevla’yı bulmanın hikâyesi ile başlayıp biter görünse de gelenek ve modernizm, din ve sekülerizm arasındaki ince çizgide Müslümanca kalabilmenin toplumsal rehberidir. 

Yazdığı roman yok satan bir yazar düşünün ki ikincisini yazmasın. Soluksuz, gece, gündüz, kış, yaz demeden şehirden şehire koşup daveti öncelemeseydi başka romanları da olacaktı şüphesiz. Önceliği çok satmak, yok satmak olsaydı verem olma, hapis yatma, tehditlere maruz kalma, türlü hastalığın pençesine düşme pahasına rahatını bozmaz, mevcut şöhretinden de yararlanıp sadece yazardı. “Ben kalemimle yapıyorum zaten yapmam gerekeni” diyebilirdi ama o sadece bir yazar değildi. 

Mesela “Saffet Hemşire”   konferanslarının yoğunluğu, köşe yazıları, mahkemeler, cezaevi olmasaydı belki Huzur Sokağı’ndan daha çok ilgi göreceğini düşündüğü ama kaleme almaya asla fırsat bulamadığı sadece bir iki sayfası yazılmış ve arşivdeki belgeler arasında öylece kalmış bir romanın adıdır. “Yine bir konferans seyahatinde, otel odasında, sabaha karşı yorgun bir halde, Huzur Sokağı’nın son satırlarını yazdım ve nihayet bitti. Ellerim başımın altında yatağa uzandım. Gözlerim tavanda… ‘Bir daha uzunca bir süre roman yazmayacağım tövbe!’ dedim. Baktım; ‘Tövbe! Tövbe!’... Düşüncelerime engel olamıyorum, tıkır tıkır kurgu yapıyor. Derken, bir tövbe öyküsü olarak hayalimde canlandı mevzu… Bütün romanı hâfızamda yazdım. Kaleme alabilseydim Huzur Sokağı’ndan daha çok ses getireceğine inanıyordum “Saffet Hemşire”nin…  Böyle anlatmıştı yazamama serüvenini. Şule Yüksel Şenler için kitap yazmak, davet metotlarından biriydi. Tıpkı 60’ların ulaşım şartlarında günde üç ayrı şehirde, birer miting havasında geçen konferansları gibi… Saatler öncesinden susamışların suya koşması gibi caddeleri, sokakları, kadını erkeği ile dolduran binlerce insanın teveccühü, beklentisi, susamışlığı, açlığı, konferansların öncelemesini gerektiriyor ve konferansları sağlığı dâhil her şeyin önüne geçiyordu.

RABBİNDEN RAZI YAŞADI

Şule yüksel Şenler Rabbine bu konferanslar esansında aldığı yüreğindeki ince sızı ile gitti. “İnce hastalık” derdi eskiler vereme…  Zarif, narin, nazik hanımefendi Şule Yüksel’e de ince hastalık yakışırdı sanırım… Hassas yüreğinde kimselere açamadığı elem, keder ve tüm dertleri ile birlikte taşıdığı ince sızıyla yaşadı. 

Koca yürekli, cesur bir kadın geçti bu dünyadan. Naif bedeniyle şehrin birinden diğerine Rabbine davet için koşarken yıllar yılı silinmeyecek çok derin ayak izleri bıraktı geride.  

Rabbinden razı yaşadı. Rabbimiz de ondan razı olsun. Cennet annelerimize komşu eylesin.