10 Mayıs 2025 Cumartesi / 13 Zilkade 1446

Kitapları filmlere tercih ederim

Okul filmini izlemiştim ama hiç etkilenmemiştim ancak filmin uyarlandığı romanı okumaya geç kaldığım içi,n kendime çok kızdım. Çünkü romanfilmden on kat daha ilginç, heyecanlı ve ürkütücü...

13 Eylül 2012 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Kitapları filmlere tercih ederim

Berrin Haberveren

Edebiyatçı değilim, uzmanlık gibi bir iddiam da yok. Sadece iyi bir okur olmayı deniyorum. Bu yüzden sevdiğim yazarları yakından tanımaya, yaptıklarını ve yazdıklarını takip etmeye çalışıyorum. Evet, sevdiğim yazarlar çok ama bazılarına diğerlerine göre daha fazla sempati duyduğumu da gizlemiyorum. Bu isimlerden benim için en önemli olanlardan biri Fransız yazar Maxime Chattam... 2005’te ilk romanı Kötü Ruh’u bitirdiğim zaman bundan sonra ne yazarsa yazsın okuyacağımı biliyordum. Öyle de oldu! 2006’da Kara Büyü, 2007’de Karanlığın Soluğu, 2008’de Zamanın Kanı ve Kaosun Sırları, 2009’da ise Gaia Teorisi yayınlandı. Hepsini bir solukta okudum ve o uzun bekleme süreci başladı. İnternette yeni çıkanlara bakarken adına rastladığımda “Yaşasın, sonunda” diye çığlık atacak kadar sevdiğim Maxime Chattam’ın Leş adlı romanı beklediğime değdi. Ancak size romandan bahsetmeden önce biraz Chattam’dan ve diğer romanlarından bahsetmek istiyorum. Çünkü emin olun, tüm yazdıkları okumaya değer.
Maxime Chattam, 1976 Fransa doğumlu. Lisede aldığı tiyatro derslerinin ardından üniversitede küçük rollerle sahneye çıktı. Ama bu süreçte yazmayı da bırakmadı. Tiyatro oyuncusu Pierre Hatet öykülerini görünce onu yazarlık konusunda teşvik etti. Kriminoloji eğitimi aldı, adli tıp, suçlu psikolojisi gibi alanlarda kendini geliştirdi. Ardından 2002’de kahramanı Joshua Brolin olan üçlemenin ilk romanı Kötü Ruh’u yazdı. Romanlarında karakter tahlilleri, insanı ters köşeye yatıran ipuçları ve temposu hiç düşmeyen gerilim sayesinde sizi bir anda saran Chattam doğaüstü gibi görünen olayları, çözümlenemez sanılan sırları bile mantığa bağlayarak şaşırtmayı başarıyor.
Gelelim Leş’e... Yazarın Kaosun Sırları ve Gaia Teorisi’nden önce kaleme aldığı roman kimi zaman mide bulandırıcı sahnelerle “Off” dedirtti. “İnsan insanın kurdudur” sözüyle başlayan roman bir savaş sırasında geçiyor. Başkahramanımız Teğmen Craig Frewin MP yani askeri polis. Onu biraz tanıdıktan sonra ikinci önemli karakter Ann Dawson ile tanışıyoruz, kendisi bir hemşire ve savaş gemisinde işlenen bir cinayetle öykümüz start alıyor. Ortada başsız bir ceset, o cesedin boynunun üstünde bir koç başı var. Cinayeti ne kimse görmüş, ne duymuş. Koç başı gemiye nasıl sokulmuş o da bir muamma... Bu cinayetin soruşturması yeni başlamışken üstüne bir de savaş gemisi alarma geçmez mi! Bütün askerler korku içindeyken, savaşın getirdiği ölümün soğuk nefesini enselerinde hissederken katil durmuyor, yeni yeni cinayetler işliyor. Üstelik bu seferkiler sadistçe... Romanın her bölümünde farklı birilerinden şüphe duyuyorsunuz. Katil o mu, yoksa bu mu derken kafanız iyice karışıyor. Belki de bu yüzden herkese katil gözüyle bakıyorsunuz. Ancak Chattam yine yapıyor yapacağını ve şüphelenmediğiniz birini sürpriz katil olarak karşınıza çıkarıyor.

TAYLAN Biraderler’in yönettiği Okul filmini hatırlar mısınız? Bir lisede geçen hikâyede Güldem’e aşık Gökay’ın intiharının yıldönümünde başlayan garip olaylar anlatılıyordu. Yani Gökay’ın hayaletinin geri dönüşünü... İşte bu filmin ilham kaynağı bundan tam on yıl önce Doğu Yücel tarafından kaleme alınan Hayalet Kitap’tı. Roman, yazarı tarafından gözden geçirildi ve Doğan Kitap sayesinde yeniden okuyucuyla buluştu.
Okul filmini izlemiş ama hiç etkilenmemiştim, sadece vakit geçirmek için seyretmiştim. Ancak romanı okumaya bu kadar geç kaldığım için kendime çok kızdım. Çünkü roman filmden on kat daha ilginç, heyecanlı, keyifli, ürkütücü... Her şeyden önce öykü bir lisede değil İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde geçiyor. Hikâyemizin kahramanları da bu fakültede öğrenci... Ancak hepsinin farklı farklı sorunları, takıntıları, planları var.
Yıl 1998, tarih 27 Nisan... Gecenin bir vakti mavi bir Vosvos yokuşu tırmanıyor. Sonra arabadan inen bir genç yokuşun tepesindeki apartmana girip yedi numaralı posta kutusuna bir mektup bırakıp gidiyor. Ertesi sabah Güldem’le tanışıyoruz. Yatağından kalkıp hazırlanıyor ve okula gitmek için evinden çıkıyor. Apartmanın kapısından çıkmadan posta kutusuna bakınca mektubu buluyor. Gökay’dan geldiğini bildiği mektubu okumak için eve geri dönüyor. Mektup, Gökay’ın intihar mektubu... Tam bir yıl sonra Güldem’le sevgilisi Ersin okul yolunda... Kampüse varıyoruz ve öykünün diğer karakterleriyle tanışıyoruz. Ders sırasında Güldem’in omzuna vuran kalemle bir anda her şey değişiyor.
Doğu Yücel, Hayalet Kitap’ta tabiri caizse döktürmüş. Öykü sizi o kadar içine alıyor ki Güldem’in omzunda ritim tutan kalemleri, posta kutusundan çıkan mektubu, Ersin’le kavgaları, yataktan kalkışı bile gözlerinizin önünde canlanıyor. Hayalet’in Güldem’in çevresindekilere yaptıkları da sizi şaşırtıyor. Muhtemelen filmi izlemişseniz romanın sonunda ne olduğunu tahmin ediyorsunuz ama sonucu bilseniz de keyifle okuyorsunuz.