19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Küresel roman mı İngilizcenin emperyalizmi mi?

Küresel Roman-21.Yüzyılda Dünyayı Yazmak bir edebiyat kritiği değil. Kitap küreselleşme utkusunun sanatı ve özelde edebiyatı şekillendirici gücünü ortaya koyması açısından önemli. Bu bakımdan politik değeri, edebi kuram tartışmasından daha belirgin.

SİBEL ERASLAN9 Mayıs 2019 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Küresel roman mı İngilizcenin emperyalizmi mi?

Edebiyata dair edebiyat dışında her şeyi yapan bir adam Adam Kirsch. Hem Columbia Üniversitesi›nde Amerika Çalışmaları Merkezi›nde görevli bir öğretim üyesi, hem New York Times, Harward Magazine gibi ünlü gazete ve dergilerde edebiyat editörlüğü yapıyor. İki şiir kitabı olsa da, biz onu yol açtığı ateşli polemiklerle bir gazeteci olarak tanıyoruz. 

‘’Dünya edebiyatı’’ veya ‘’Küresel Roman’’ nedir sorusu etrafında yazdığı sürükleyici önsöz, aslında bir edebiyat tartışmasından çok politik bir hesaplaşma. Tartışmayı Goethe’nin, 1827 yılında sarfettiği bir önseziye yaslamış. ‘’Kendini her yerde ve tüm zamanlarda yüzlerce ve yüzlerce insanda gösteren şiirin insanlığın evrensel mülkü olduğuna tamamen ikna oldum... Ulusal edebiyat artık tamamen anlamını yitirmiş bir terimdir; dünya edebiyatı çağı kapıdadır ve herkes onun yaklaşmasını hızlandırmak için elinden geleni yapmalıdır.’’ 

Goethe’den bu yana dünya çok değişti. Teknoloji, bilgi, kültür ve ekonomide, tarihi tüm sınırlar yıkıldı. İnternet iletişimi sayesinde insanlığın yazınsal tüm birikimine, küresel bir kütüphanede çok rahatlıkla ve hızla erişebiliyorsunuz. Kuşkusuz bu erişim devrimi, okurları obur bir zevk aynasında daha çok birbirine yaklaştırıyor. Ama bu bildiğimiz bir yakınlaşmadan ziyade daha çok tüketilenlerin benzerliği üzerinden kurulacak bir yaklaşıklık düzeyi... 

‘ELÇİ’LİK GÖREVİ

Adam Kirsch, ‘’küresel roman’’ tezini değişik ülkelerden sekiz yazarın sekiz romanı üzerinden anlatıyor. Türkiye’de Orhan Pamuk’un Kar adlı romanını, edebi kurgusundan çok yazarın Nobel Ödülü ve Ermeni-Kürt katliamlarıyla ilgili olarak söylediği sözlerini öne çıkartarak ele almış. Orhan Pamuk’a biçtiği ‘’elçi’’lik görevi, antidemokratik bir ülkenin vatandaşı olarak dünyaya açılabilen bir edebi kimlikle ilgili. Ben kitabın bu kısmını oldukça üstün körü ve politik ezberlere dayalı bulduğumu söylemeliyim. Orhan Pamuk için ciddi bir kısıtlama oluyor bu yorum. Murakami ile aynı parantez torbasında oluşunu da anlayamadım. Evet her ikisi de çok satıyor ve ciddi bir organizayon eşliğinde ürün çıkartıyor ama Pamuk, Murakami’de hiç olmayan şekilde, oldukça belirgin yerli izleri taşıyan bir yazım kaderinde. 

Ama küresel roman başlığı altında diğer yazarlara baktığınızda da benzeri ‘’elçi’’liği hemen farkediyorsunuz. Bir edebiyat sahtekarlığı romanı üzerinden Japon Murakami, bir şiddet romanı üzerinden Şilili Bolano, bir göçmenlik ve dinsel şiddet romanı olarak Nijeryalı Adichie ve Pakistanlı Hamid, distopik çevre felaketleriyle Kanadalı Atwood ve Fransız Houellebecq, ev içi şiddet, cinsel taciz ve sömürü üzerine odaklanan italyan Ferrante... Kitabın en başında eserleriyle ele alınan yazarlar için bir dünya haritası çizilmiş. İlginç şekilde Amerika olmayan yerlerden yani taşradan çıkan yazarlar bunlar. Küresel roman, taşradan çıktığı halde Amerikan popüler zevkine uygun, onayından geçmiş bir roman Kirsch’in nazarında.   

KAR VE KONTROL HESAPLARI

Bu romanların dünya dillerine çevriliyor oluşları, çok satmaları ve popüler oluşları aslında küresel romanların konu seçkisi üzerinden de bizlere fikir verebiliyor. Yani bir konu gardırobu var küresel romanların. Öte yandan, küresel roman dediğimiz şeyin 21. yüzyıla kadar ‘’sanat’’ dediğimiz şeyden daha fazla ve daha zorlu koşulları da yok değil. Her şeyden evvel küresel rekabete dayalı birer ürün olarak, neyin küresel neyin değil olduğuna karar veren kudret sahiplerinin biçem atölyesinde dizayn oluyorlar. Onları çevreleyen ciddi reklam ve tanıtım çarkları var. Ve illa İngilizce oluşları hakkında da ciddi bir eleştiriyi hak ediyorlar. Romandaki kürselleşme Mizumara’ya göre, İngilizcenin emperyalizmi anlamına da geliyor. Adrono ise, küresel şirketlerin kar ve kontrol hesapları yüzünden yozlaşan popüler kültür olarak tanımlıyor ‘’küresel roman’’ı. Çeviri destekleriyle, neredeyse endüstriyel bir ürün gibi dünya pazarına hazırlanan küresel romanlar hakkında yazılan bu kitabı okurken bizde pek meşhur olan ‘’kültürel iktidar’’ tartışmalarını da güncelledim...

Bizdeki kültürel iktidar mevzuunun aslında ulusal tartışma sınırlarını çoktan aştığını, bunun küresel kültürlerin trafiği ile ilgili bir başka ve büyük bir iktidarla ilgili mühim bir mesele olduğunu farkettim. Japon yazar Minae Mizumura’nın İngilizce Çağında Dilin Düşüşü’ adlı eserine bu bağlamda haklı olarak çokça atıf yapılmış. Mizumara, küresel romanların Japoncayı öldürdüğünü söylüyor. Henüz Türkçede bunu iş ve finans dünyasında yaşıyoruz, İngilizce edebiyatımızı henüz tam teslim alamadı.  

Kitap, bir edebiyat kritiği değil. Kitap küreselleşme utkusunun sanatı ve özelde edebiyatı şekillendirici gücünü ortaya koyması açısından önemli. Bu bakımdan politik değeri, edebi kuram tartışmasından daha belirgin. Tarihin Sonu’nu yazan öngörüyle, Medeniyetler Çatışması tezini sürükleyen zihinle, küresel roman kavramını kurmaya çalışan editoryal kritik, bana aynı havuzda yıkanan gürbüz üçüzleri anımsattı.                

Dünya edebiyatı ve hoşnutsuzları

Dünya edebiyatı gibi giderek daha fazla popüler ve şaşırtıcı bir biçimde tartışmalı hale gelen bir konuya ilişkin kalem oynatan herkes için yerleşik bir kural vardır: Goethe’yle başlamak. Öğrencisi Eckermann tarafından kaydedilmiş, 1827 yılındaki bir konuşmada, welthliteratur yani “dünya edebiyatı” kavramını ilk kullanan Goethe’dir. Onun konuya ilişkin ettiği sözler kısadır; ama yinede bütün bir disipline temel oluşturmuştur: “Kendini her yerde ve tüm zamanlarda yüzlerce ve yüzlerce insanda gösteren şiirin, insanlığın evrensel mülkü olduğuna tamamen ikna oldum… Ulusal edebiyat artık anlamını yitirmiş bir terimdir; dünya edebiyatı çağı kapıdadır ve herkes onun yaklaşmasını hızlandırmak için elinden geleni yapmalıdır.”