2012 Nobel Edebiyat ödülünü aldığı günden beri, hakkında Çin’den ve dışarıdan yazılanlara bakıldığında, ‘Mo Yan-Dilsiz’ müstearıyla yazan Çinli romancının ülkesinde pek sevilmediğini söylemek yanlış olmasa gerek. Ülkesinde böylesine sevilmediği halde özellikle Amerika ve İngiltere başta olmak üzere batı dünyasında seviliyor oluşu ise hayli düşündürücü…
Asıl adı Guan Moye olan 57 yaşındaki Mo Yan’ ın ilham kaynağı, doğduğu yer olan ‘Gaomi, Shandong’u , Çin ‘li yönetmen Zhang Yimou’nun ‘Red Shorgum / Kızıl darı Tarlaları’ adlı filminden hatırlayabiliriz. Mo Yan’ın aynı adlı romanından uyarlanan ve Çin ülkesinin taşrasına yönelik gizemli ve büyülü hayatın oldukça epik bir anlatımla verildiği bu filmden sonra epeyce ünlenen ‘Gaomi’ toprakları Mo Yan’a göre, elbette romanda anlatılan yüzyılın ortasındaki kırsal yerleşimin ‘Gaomi’sine benzemiyor. Bugünkü modern mekanda yükselen ‘Gaomi’ daha başka bir yer.
ÇİN: ROMANI OLMAYAN ÜLKE…
Dünyaca ünlü Sinolog Dr. Wolfram Eberhard’a kulak verecek olursak; tarihi boyunca Avrupa’daki gibi bir ‘Bourgoise/Burjuva’ sınıfından yoksun kalan Çin’de Avrupa romanına benzer bir roman bulmak çok zor. Bundan dolayı da, bir yazınsal tür olarak gelişme ve büyümesi için en azından iki yüzyılın geçmesi gereken roman belki de Çin’de en geç gelişen bir yazınsal tür. Eberhard’a göre, Çin’de Avrupa burjuvazisine benzeyen bir burjuva sınıfı olmadığı için Çin orta tabakasının gelişmeye yüz tuttuğu 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başına kadar Avrupa romanına benzeyen bir romandan bahsetmek mümkün değil. Aslında bu tarihten sonra gelişen Çin yazını içerisinde ortaya çıkan romanların da Avrupa romanına ne kadar benzediği kuşkuludur. Zira Avrupa toplumlarının tam aksine Çin’de roman bütünüyle orta tabakanın ürünü olarak şekillenmiştir.
Eberhard’a göre 19. 20. Yüzyılda yazılan az sayıda romana ve bu romanlara egemen olan dil ile anlatım biçimlerine bakarak bile bunu anlamak mümkün. Bu yüzden de modern edebiyat izleğinde, Çin’de roman ile hikâye yazımı arasında yine Çin’e özgü ve başka ülkelerde kolayca görülemeyecek bir fark söz konusudur. Özellikle Avrupa ülkelerinde pek tesadüf edilemeyecek bu fark; hikâyenin daha seçkin bir dille yazılmış bir ‘gentry’ ürünü, romanın ise daha çok halk diliyle yazılmış bir edebi tür olmasında yatmaktadır. O kadar ki, Çin yazınının kısa tarihi boyunca hikâyeyi tam bir burjuva sanatı olarak gören ve olumlayan toplumsal algı romanı bundan daha düşük seviyeli küçük burjuva sanatı olarak gördüğünden, roman hiçbir biçimde bir edebiyat ürünü olarak görülmemiş ve bundan dolayı da neredeyse bütün Çin edebiyat tarihi boyunca romandan bahsedilmemiştir.
SANSÜR VE BASKI YAZARI BESLER ASLINDA…
Eberhard’dan öğrendiğimiz bu ayrıntıya bakarak, ciddi bir roman tarihine sahip olmayan hatta romanı da olmayan bir ülkenin romancısı olarak Mo Yan’ın gösterdiği başarıyı özellikle ülkesindeki roman yokluğundan kaynaklanan rakipsizliğe bağlamamız mümkün. Böylece rakipsiz romancı Mo Yan’ın ‘Dilsizliğini’ ve romanlarında dikkati çeken halk diline yönelik ilgisini de aslında kendi ülkesinin yazınsal geleneğini taşıyan bir yazarın seçimleri olarak değerlendirebiliriz. Daha en başından, yazından sayılmayan bir türde yazmaya kalkışmak ve bunu da çoğu zaman türlü baskı ve sansürlere maruz kalarak sürdürmüş olmak az şey sayılmasa gerek.
Çoğunun ilk baskıları İngilizce olan kitaplarında Mo Yan; romanlarının kurgusunu geçmiş bir zamanda kurmuş hep. Daha çok halk dili diyebileceğimiz bir dil kullanarak, büyülü gerçekçi bir üslupla yazmış tüm kitaplarını. İlginç bir biçimde ilk kitaplarını yazarken içinde yaşadığı yoksulluktan kurtulmak ve daha iyi yaşayabilmek için yazarak bir fırsat yakalamak için yola çıktığını söylemekten de geri durmamış.
Granta Dergisi’nden John Freeman’la yaptığı söyleşide; ‘Herhangi bir konuyu seçtiğinde sansürü asla endişe etmediğini’ söyleyen Mo Yan; ‘Yazı konusunda her ülkede belli sınırlamalar var…Bu anlamdaki sansür bir yazar için aslında büyük bir avantaj sayılmalı…Her şeyden önce yazarın edebiyatın estetiğine nüfuz etmesine yol açabilir… Edebiyatta en büyük eksikliklerden biri örtüklüktür. Yazar düşüncelerini derinlere gizlemeli ve bu düşünceleri romanın karakterleri aracılığıyla iletmelidir. Gerçek hayatta değinilmesi istenmeyen sert ya da hassas konular olabilir. Böyle bir durumda yazar gerçek dünyadan yalıtmak için bunlara kendi hayallerini katar ya da gerçekliği abartılı bir hale büründürebilir, böylece görünür ve canlı olmalarını, gerçek dünyamızdan izler taşımalarını sağlar. Bundan dolayı da kısıtlamalar ve sansürün aslında edebiyatta yaratıcılık için fırsatlar olduğunu düşünüyorum…’ diyor.
Bununla beraber, Mo Yan’ a verilen Nobel ödülünü eleştiren pek çok Çinli aydın ve yazar göre ise, Mo Yan; dillendirmiş olduğu baskı ve sansürle fazlaca sıkıntı yaşamamış. O kadar ki, birkaç yıl önce oldukça ciddi baskıya maruz kalan, dünyaca ünlü Çinli yazar Ai Weiwei’nin maruz kaldığı sıkıntıya ses çıkarmayan, yine aynı biçimde 2010 Nobel Barış ödülü sahibi, Çinli yazar ve aktivist Liu Xiabo’ya verilen cezayı destekleyen, bundan da öte Mao Zedung’un çok yıllar önce ana hatlarını çizdiği devrimci- komünist sanat bildirgesini aktarmaktan imtina etmeyen Mo Yan; her zaman Pekin yönetiminin gözdeleri arasında olan üçüncü sınıf bir yazar.
2000 yılında Fransa vatandaşı olması dolayısıyla Nobel Edebiyat ödülünü Fransa’ya götüren Çin doğumlu Gao Xingjian’ı ve ülkemizde Çin edebiyatı ve romanından çevrilen tek örnek olarak Doğan Egmont’tan çıkan Shen Shixi’nin Çakal ve Kurt isimli çocuk romanı da anarak bu yeni Nobel ödülünün Çin romanını Çin edebiyatının kayda değer ürünleri arasına yerleştireceğini ve artık Çin’de yeni romancıların ortaya çıkacağını ekleyelim.