Edebiyatımızın en velut yazarlarından biri olan Beşir Ayvazoğlu’nun son kitabı Saatler, Ruhlar ve Kediler onun kültürel araştırmacılığının bir ürünü olarak, okurunu edebiyat tarihinin renkli dünyasında gezintiye çıkarırken, kâh bıyık altından, kâh rahat rahat güldüren, bazen de hüzünlendiren bir kitap olmuş. Çok boyutlu araştırmalar gerektiren denemelerden oluşan 304 sayfalık kitapta yazar, edebiyatımıza ve edebiyatçılarımıza has pek çok hadiseyi ve bu hadiselere bağlı neticeleri geniş yüreklilikle paylaşmış okurla.
Kitabın ilk yazısı Huu Erenler Bektaşilik üzerine. Bektaşiliğin kaynaklarından yola çıkan bu yazı, renkli simaları ile hafızalarda iz bırakan edebiyatımızın Bektaşiliğe ilgi duymuş yazarlarına değinirken, biz okurlarını Yakup Kadri’ye Nur Baba romanını yazdıran Bektaşi şeyhinden, Orhan Pamuk’un Kara Kitap romanındaki Bektaşilik ile Marksizm-Leninizm ilişkisine kadar götürüyor.
Hemen ardından gelen Ey Ruuh yazısında, 19.yüzyılın bilimsel gelişmeleriyle pek de bağdaştıramayacağımız, adeta bir moda şeklinde dünyanın her tarafına yayılan ruh çağırma seanslarına ve medyumluğa duyulan aşırı ilginin Türk edebiyatına yansımalarını hayretle okuyacaksınız. En hayret edeceğiniz ise Türk edebiyatının usta kalemlerinden Peyami Safa’nın da bu ruh çağırma seanslarına ilgi gösteren, hatta seansları bizzat yöneten medyumlardan biri olduğunu öğrenmek olacak. Onun özellikle Matmazel Noralya’nın Koltuğu romanını okumuş olanlar, Peyami Safa’nın parapsikoloji ve psişik olaylar üzerine hayli bilgi sahibi olduğunu mutlaka anlamıştır zaten. Yuvarlak masalara oturarak ölmüş insanların ruhlarını dünyaya çağırıp, gelecek hakkında onlardan medet umanlara, Beşir Ayvazoğlu’nun bu denemesinin başında epigraf olarak da kullandığı Tanpınar’ın sözü ile cevap vermek yerinde olacaktır sanırım:
“Dostlarım, ruhları rahat bırakın!”
Bu denli farklı konuları bir araya getirerek bizi edebiyat dünyasında hiç sıkılmayacağımız, renkli bir gezintiye çıkaran Beşir Ayvazoğlu’nun kitabında düello ile edebiyat ilişkisi de kendine yer bulmuş. Dünyaca ünlü Rus şair Puşkin’in bir düello sırasında ölümünden yola çıkarak hüzünlenirken, bir zamanların büyük şairi Yahya Kemal’in de ülkede yasak olduğunu bile bile Yakup Kadri’yi ve Refik Halit’i düelloya davet ettiğini öğreniyoruz. Hemen ardından bir zamanlar Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan romanında kendisini hicvetmesinden dolayı Nihal Atsız’ın bu yazarı süngü veya kılıçla düelloya davet ettiğini okuduğunuzda gülmeden edemiyorsunuz. Gülüyorsunuz, çünkü Beşir Ayvazoğlu’nun bu bilgiyi aldığı kaynağa göre Nihal Atsız, teklif ettiği bu aletlerin hiçbirini kullanacak maharete sahip değildir zaten.
ÜTOPYACI YAZARLARIN HAYALLERİ
Elbette bunlar yazarların insani zaafları olsa gerek. Sadece bunlar değil, bazı yazarlarımızın yeme içme konusunda da hayli ilgi çekici tutkuları, hatta zaafları olduğunu Beşir Ayvazoğlu’nun yine bu kitabından öğreniyoruz. Damak zevki gelişmiş,“yemeğin lezzetine Türkçe’nin tadını da ilave eden” ‘gourmet’ler olduğu gibi, edebiyatımızda sağlığını tehlikeye atacak kadar yemeğe düşkün olanların akıbetini öğrenmek için kitaptaki Şikemperver yazısını okumanızı öneririm.
Acaba yaşadığı dünyadan memnun kalmadığında, daha iyiye ulaşmak için mücadele etmek yerine, hayalinde yarattığı ideal ülkelere sığınarak teselli bulmak da yazarlarımızın bir zayıflığı mıdır dersiniz sevgili okur? Nitekim bilenler bilir; ütopyacı edebiyatçılarımızın en ünlüleri II. Abdülhamid devrinin baskısından bunalan Servet-i Fünunculardır. Yeni Zelanda’da yaşama hayalini de, bu olmayınca Manisa’daki bir çiftlikte komün hayatı yaşama fikrini de gerçekleştiremeyen Servet-i Fünun şairlerinden Tevfik Fikret bu ukdesini “Ömr-ü Muhayyel” ve “Bir An-ı Huzur” şiirlerinde, Hüseyin Cahit Yalçın da Hayat-ı Muhayyel isimli hikâye kitabında yaşatmaya, en azından edebî olarak yaşamaya çalışmışlardır.
EDEBİYATIN SATIR ARALARI
Kitabında pek çok ütopyacı yazar ve şairden bahseden Beşir Ayvazoğlu’nun hayli anlamlı olan kendi ütopyasına da bu yazıda yer vermesek olmaz:
“Benim ütopyam mı? Son derece basit! Fikir ve inanç hürriyetinin tadına varıla varıla yaşandığı, parlamentosu parlamentoya, demokrasisi demokrasiye benzeyen, ordusu kendini bütünüyle dışarıdan gelebilecek tehlikelere odaklamış, kurt kanununun değil hukukun geçerli olduğu, ideolojik hesaplar değil bilim yapan üniversitelere sahip, medyası daima gerçeğin peşinde, postal yalama alışkanlığını terk etmiş aydınların her türlü meseleyi derinliğine tartıştığı, dünyada sözü dinlenen güçlü bir Türkiye… ”
Kitapta okuru bir hayli sarsacak iki yazı var ki, bunlar baba-oğul iletişimsizliğinin, bir aile dramına nasıl yol açabileceğini göstermesi açısından hayli önemli: Namık Kemal’in babasıyla sağlıklı bir ilişki kuramadığı için muhtemelen oğlu ile de yakınlaşamamasının neticesinde oluşan kuşaklar arası zincirleme travmanın, bu vatan şairinin torunu Cezmi’ye kadar nasıl ulaştığını, yirmi yaşında bir delikanlının intiharına kadar nasıl gittiğini okuduğunuzda hüzünlenmeden edemiyorsunuz. Yine Mehmet Akif’in vatanın zor zamanlarında uzak kaldığı oğlu Emin’le kuramadığı sağlıklı ilişkinin hazırladığı tüyler ürpertici trajik sonu okumanız, özellikle baba olanlar için elzem gibi görünüyor.
Aynı zamanda bir estet olan Beşir Ayvazoğlu’nun kitabında güzellik ve çirkinlik kavramları üzerinde durması sizi şaşırtmasın. Kitapta son bölüm hayvanlar üzerine. Özellikle eski İstanbul’un Müslüman sokaklarında köpeklere, Müslüman evlerinde kedilere gösterilen ihtimamın edebiyata akislerinden bahsediyor yazar bu bölümde.
Bunca ayrıntıyı bir araya getiren, okurlarına edebiyatın renkli dünyasında bir gezinti yaptıran Saatler, Ruhlar ve Kediler kitabını okumak, size iyi gelecek, mürekkebin hâlâ kurumadığını görmenin sevincini yaşatacak, ruhunuzu güneşe çıkaracaktır.
Saatler, Ruhlar ve Kediler
Beşir Ayvazoğlu
Kapı Yayınları